Umman Denizi’nde İki Petrol Tankerine Düzenlenen Saldırılar ve Düşündürdükleri

2019 Mayıs ayında Körfez ülkelerindeki petrol tesislerine ve tankerlere düzenlenen dört saldırının ardından 13 Haziran Perşembe günü Basra Körfezi girişinde iki petrol tankerinin saldırıya uğraması bölgede İran ile ABD arasında askeri çatışma olasılığının artmasına neden oldu. Saldırılar konusunda iki taraf birbirini suçlarken, olayı takip edenler açısından bu saldırlar ile kimin neyi amaçladığı ya da kimin ne kazandığı veya kaybettiği konusunda ciddi kuşkular oluştu. İstihbarat ve medya operasyonları yanında askeri operasyonların da gittikçe daha karmaşık ve öngörülemez bir hal aldığı günümüzde, savaşa doğru sürüklenen bölgede olayın failleri kadar yarın ne olacağına dair tahmin yürütmek gittikçe güçleşiyor.

1979 İran Devrimi’nden bu yana ABD ve İran arasındaki ilişkiler kötü seyrediyor ve iki ülke arasında resmi diplomatik ilişki yok. Son dönemde ise İran ile P5+1 ülkeleri arasında imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı Anlaşması (JCPOA) Trump yönetimi tarafından tek taraflı olarak iptal edilmişti. Trump yönetimi nükleer faaliyetlerini ve bölgede İran adına savaşan milislere verdiği desteği durdurmadığı gerekçesi ile İran’a karşı ağır ekonomik ambargo uygulamaya başladı. Başlangıçta Türkiye ve Japonya gibi bazı Asya ülkelerinin İran’dan petrol ithal etmesine izin verildi ama zaman içerisinde bu muafiyetin tamamen kaldırılması ile birlikte ABD-İran gerilimi iyice derinleşti. İran ise bu durumun devam etmesi halinde dünyada deniz yoluyla ham petrol sevkiyatının %40’a yakın bir bölümünün gerçekleştiği Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidini dile getirmeye başladı. Geçen ay BAE açıklarında dört petrol tankerine maddi hasara yol açacak ama petrol sevkiyatını engellemeyecek şekilde ince ayarlı saldırılar düzenlenmişti. Geçtiğimiz Perşembe günü ise iki petrol tankerine ağır hasar verecek şekilde saldırılar düzenlendi. Saldırıları üstlenen olmasa da ABD suçlunun İran ya da destekçileri tarafından döşenen mayınlar olduğunu ilan etti. Saldırıda hasar alan tankerlerden birinin kaptanı geminin mayınlar tarafından değil “uçan bir cisim” tarafından vurulduğunu açıkladı ama buna pek kulak veren olmadı. İranlı yetkililer Japonya başbakanı Şinzo Abe’nin Ayetullah Ali Hamaney’i ziyaret ettiği sırada gerçekleşen saldırıların zamanlamasına dikkat çekerek bölgedeki istikrarsızlıktan yararlanmak isteyenlere prim verilmemesi gerektiğini belirttiler. ABD’li makamlar ise geçen ay yapılan saldırıların arkasında İran’ın bulunduğu, saldırılarda kullanılan mayınların İran’dan geldiğinin neredeyse kesin olduğu yönündeki görüşlerini savunmaya ısrarla devam ediyor.

Saldırıların Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maaas’ın ve hemen ardından Japonya başbakanı Abe’nin ziyaretinin hemen ardından gelmesi dikkat çekiciydi. Ali Hamaney, Abe ile yaptığı görüşmede ABD’nin verdiği sözleri yerine getirmesi konusunda bu ülkeye hiç güvenmediklerini dile getirdi. Bu arada AB diplomatik servisi genel sekreteri de Körfez’de 12 ziyaret gerçekleştirmişti. Umman da ABD-İran geriliminin yatıştırılması için yoğun diplomatik faaliyet yürütmekte. Geçen hafta İran Dışişleri Bakanlığı da bir “bölgesel diyalog forumu” oluşturulması çağrısında bulunmuştu.

Bu ortamda bile bölgenin bir savaşa doğru sürüklendiğini söylemek için yeterli veri olduğunu söyleyemeyiz. Trump yönetimi, savaş olasılığının gittikçe artmasına rağmen ABD’nin bölgede bir çatışma istemediğini belirten açıklamalar yapıyor. ABD’nin bölgede Katar ve Bahreyn başta olmak üzere askeri üsleri ve birlikleri mevcut. İran ile gerilimin tırmanışa geçmesinden bu yana ABD bölgeye ilave bir uçak gemisi daha gönderdi. Mayıs ayında gerçekleştirilen saldırıların ardından da ABD başkanı bölgeye 1500 ABD askerinin daha konuşlandırılması emrini vermişti. ABD’li yetkililer İran’ın ve bölgede İran adına etkinlik gösteren aktörlerin ABD çıkarlarına saldırmaları halinde çok güçlü bir tepki ile karılaşacaklarını belirten açıklamalar yapıyorlar.  Buna rağmen, BAE, Kuveyt ve Umman gibi bölgesel aktörler yanında Türkiye ve Pakistan gibi bölgeye komşu olan ülkelerden de bölgede herhangi bir çatışma istemedikleri yönünde ısrarlı açıklamalar gelmekte.

İran başından beri, kendisine petrol ihraç etme izni verilmezse bölgedeki diğer ülkelerin petrol sevkiyatının da tehlikeye gireceğini yönünde açıklamalar yapmaktaydı. ABD ise İran’a azami baskı uygulama politikalarına devam edecek gözüküyor. Bu esnada İran ABD’den gelen ekonomik baskıları hafifletmek için çareler arıyor. İran, mayın teknolojileri başta olmak üzere Körfez’deki tanker trafiğine hatta Batılı ülkelerin askeri kapasitelerine zarar verebilecek silahlara da sahip. Bu ortamda İran “Benim yaptığımı biliyorsunuz ama bunu kanıtlayamazsınız” şeklinde bir politika izliyor görüntüsü veriyor.

Son saldırılar bölgenin güvenli bir alan olmadığı mesajını verdi. Petrol fiyatlarında ve tanker sigorta ücretlerinde dramatik artışlar görüldü. Bütün bunlara bakarak tarafların, belirlenen kırmızı çizgilerin geçilmesi için rakibi zorlayan bir takım adımlar atmakta olduğu ileri sürülebilir. Öte yandan, ABD tarafından, bölgede görev yapan ABD personeline ve çıkarlarına saldırı düzenlenmesi dışında, şimdilik herhangi bir kırmızı çizgi açıklanmış değil. Sadece, eğer İran bu tür saldırılara devam ederse ekonomik yaptırım baskısının ve diplomatik baskıların artırılacağı yönünde açıklamalar geliyor. Trump yönetimi başından beri İran’a karşı “azami baskı” uygulanmasını savunuyor ancak İran ABD’den gelen baskılara direndiği kadar zaman kazanıyor ve ABD’nin manevra alanını daraltmaya çalışıyor. Bu nedenle ABD ekonomik ambargo yanında diplomatik çabalarını da yoğunlaştırma çabasında. Bu çerçevede sorunun BM güvenlik Konseyi’ne taşınmaya çalışıldığı görülüyor. Burada da Çin ve Rusya’nın ABD tarafından getirilen önerileri desteklemesi için gerekli ortam mevcut değil. Rusya çoktandır ABD ambargolarının etkisi altında, Çin ise son dönemde ABD’nin Çin mallarına karşı gümrükleri yükseltmesinden dolayı bu ülke ile amansız bir ticaret savaşının içerisinde bulunuyor.

Bu ortamda ABD bölgede petrol taşıyan tankerlere ABD donanmasının eşlik etmesini ve tanker trafiğinin sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlayabilir, kısa ve orta vadede İran ile yaşanan krizin daha fazla derinleşmesine izin vermeme ve küresel piyasalarda petrol kıtlığı yaşanmasının önüne geçme yönünde bir politika izleyebilir. İran ise buna temsilcilerini kullanarak inkâr edilebilir sınırlı eylemler düzenleyerek cevap verebilir. Bu durumda Körfez’deki tanker trafiği çok fazla aksamadan devam edebilir. Ama İran kendine yönelen ekonomik baskıdan bunalırsa gerilimi tırmandırmak için Suudi Arabistan ve BAE’ye karşı kendisi ya da temsilcileri tarafından düzenlenen saldırıları yoğunlaştırabilir ve petrol akışı zarar görmeye başlar. Bu durumda petrol fiyatları yükselir ve ABD bunu tüketici ülkelere anlatma ve kabul ettirme konusunda güçlükler yaşayabilir. ABD ya da Körfez’deki müttefikleri buna Körfez’deki İran donanması varlıklarına saldırıda bulunarak cevap verecektir. Durumun kontrolden çıkması halinde savaş patlak verebilir ve Körfez’den petrol akışı büyük ölçüde kesintiye uğrayabilir. Hatta Körfez’deki ABD ve müttefiklerine ait tüm askeri ve ekonomik hedefler zarar görebilir ve İran’a karşı füze ve hava saldırıları başlar, İran bu saldırılara yine füze ve hava saldırıları ile karşılama yoluna gidecektir. Bu aşamada Hizbullah’ın savaşa dâhil olması ve İsrail’e karşı füze saldırıları gerçekleştirmesi, İsrail’in buna çok ağır karşılık vermesi, yani Körfez’de patlak veren savaşın tüm Ortadoğu’yu etki altına alması muhtemeldir. Ama iki tarafın rasyonel davranıp tırmanmayı belli bir sınırda tutması olasılığı da vardır. Bu durumda İran ABD’deki başkanlık seçimlerine kadar rahatlamak için ekonomik ambargoyu bir nebze olsun hafifletme çabalarını artıracaktır. Bu durumda Trump kendi seçmen temelini korumak amacıyla sert açıklamalar yapmaya devam edecek ama gerilimin savaşa dönüşmesini ve petrol fiyatlarının kontrolden çıkmasını engellemeye çalışacaktır. Yine bu durumda, ABD daha önce olduğu gibi bazı Asya ülkelerine ve Türkiye’ye tanıdığı İran’dan petrol ithal etme muafiyetini geri getirebilir ya da başka bir formül ile İran’ın petrol piyasasında kısmi varlık göstermesine izin verebilir. Bu durum, uzak olmakla beraber savaş olasılığının ABD seçimlerine kadar ötelenmesini sağlayabilir. Mevcut koşullarda, tarafların her ikisinin de rasyonel hareket edeceği beklentisi ile bir tahminde bulunmak gerekirse, bu ihtimalin en güçlü ihtimal olduğunu söylemeliyiz. Ne var ki gerilimin tırmandığı anlar rasyonelliğin de kaybolduğu anlar olduğu için daha önceki ihtimallerin de göz ardı edilmemesi gerekir. Aslında bölgenin ve dolayısıyla küresel enerji piyasalarının rahatlaması iki tarafın birden ya da taraflardan birinin mevcut pozisyonlarından ciddi taviz vermeleri ile mümkündür. Ne var ki, Trump yönetiminin kullandığı söylemler kadar İran’ın ulusal güvenlik algısına, bölgesel politikalarına ve bu amaçla kullandığı söyleme bakıldığında dünyanın ihtiyacı olan böyle bir rahatlama son derece düşük bir ihtimal olarak gözükmektedir. Ama düşük bir olasılık da olsa, küresel ve bölgesel aktörlerin böyle bir iyileşmenin gerçekleşmesi için ellerinden geleni yapmaları gerekmektedir.

Sonuç olarak geçen ay ve geçen hafta gerçekleşen saldırılar İran’a karşı bir saldırı başlatmak için ABD tarafından üretilmiş gizli bir operasyon da olabilir. Ne var ki, İranlı yetkililerin ABD-İran geriliminin tırmanmaya başlamasından bu yana mütemadiyen yapmakta oldukları, Körfez’de petrol trafiğini sekteye uğratabilecekleri yönündeki açıklamalar dikkatlerin doğrudan İran’a yönelmesini kolaylaştırıyor. İranlı yetkiler, zamanında bu tür açıklamalar yaparken nasıl bir sonuçla karşılaşabileceklerini hesaplamış olmalıdırlar. Netanyahu ve Muhammed Bin Selman, İran’a hemen bir saldırı düzenlenmesi konusunda oldukça ısrarlılar. ABD yönetimi içerisinde John Bolton gibi isimler ise şahin duruşları ile bilinseler de şimdilik İran’a karşı ağır ekonomik ve diplomatik yaptırımlarla bu ülkeyi hata yapmaya sürükleme peşindeler. Sert konuşmayı seven Trump ise 2020 seçimlerine odaklanmış durumda. Trump, ABD askerlerinin ölüm haberleri gelmediği sürece sert konuşmalardan hoşlanan ABD milliyetçilerinin oyunu kaybetmemek için mevcut tutumunu sürdürmeye devam edecektir. 

Tahminlerimizi bir başka boyuta taşıdığımızda şunu söyleyebiliriz: ABD ve İran sanki bir “danışıklı dövüş” içerisinde bölgeyi kriz ve kaos içerisinde tutmaya devam ediyorlar. Bu kaos halinin kimin işine yaradığı ve bundan en fazla zarar gören kesimlerin ise kimlerin olduğu ayrı bir araştırma konusu. Şu kadarını söyleyelim: bölgedeki kaos, temelde dış aktörlerin müdahalelerinden ziyade bölgesel aktörlerin irrasyonel davranışlarından kaynaklanıyor. Diğer taraftan İran'ın Körfez ülkelerine karşı yapabileceği çok şey olduğu da unutulmamalı. İran, ABD'ye doğrudan saldırmadıkça, Suudi Arabistan ve BAE'nin pozisyonlarının daha da kötüleşmesini ve bu ülkelerin daha büyük hatalar yapmalarını bekleyebilir.