ABD’nin İran’a Karşı Irak’taki Askeri Caydırıcılığı Ne Kadar Sürdürülebilir?

Irak’taki hükümet karşıtı gösteriler neticesinde Başbakanlıktan istifa eden Adil Abdülmehdi’nin ardından ülkede halen yeni hükümet kurulamamıştır. Irak Cumhurbaşkanı Berham Salih tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Tevfik Allavi’nin başarısız olması ve görevden çekildiğini açıklaması, Irak’ta siyasi açmazın büyümesine neden olmuştur. Böylelikle Irak, eylemcilerin taleplerine karşılık verebilecek siyasi oluşumun ilk aşamasını dahi geçememiş; hükümet boşluğu ve ciddi bir siyasi istikrarsızlık süreci ile karşı karşıya kalmıştır.

Söz konusu siyasi açmazın yanı sıra Irak siyasetindeki iki etkili güç ABD ve İran’ın Irak’ı bir çatışma sahası haline getirerek giriştikleri mücadele devam etmektedir. Kerkük’teki K1 Askeri Üssü’nün vurulması ve İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şaabi Heyeti Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis’in öldürülmesine kadar uzanan süreç, 11 Mart akşamı Bağdat’a yakın Taci Askeri Üssüne yapılan roket saldırısında 2 Amerikan ve 1 İngiliz askerinin öldürülmesi sonucu tekrar ivme kazanmıştır. 2020 Ocak ayı ile birlikte patlak veren ABD-İran sıcak çatışmasının ne kadar süreceği, ABD’nin Irak’taki İran Şii milis güçlerini Irak sahasında ne kadar baskılayacağı ve Şii milislerin bu baskıya nasıl tepki verebileceği Irak’taki ABD-İran çatışması bağlamında tartışılması gereken başlıca hususlar olmuştur.

ABD’nin Irak’taki Mevcut Askeri Varlığının Sorgulanması
ABD’nin Irak’ta halihazırda 9 askeri üssü ve yaklaşık 5 bin askeri bulunmaktadır. Özellikle 2003’teki işgal sonrası sürekli etkisini arttıran bölgedeki terör gruplarının varlığı, ABD’nin Irak’taki askeri varlığını sürdürmesini de beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda özellikle 2014 ile birlikte Irak güvenlik güçlerinin terör örgütü IŞİD’e karşı son derece başarısız bir tablo çizmesi ve örgütün Irak’ın üçte birini kontrol etmesi de yakın dönemde IŞİD karşıtı uluslararası koalisyon ile birlikte ABD güçlerinin Irak’taki operasyonel gücünü muhafaza edebilmesine olanak sağlamıştır. Nitekim Irak’ın 2017’de IŞİD’e karşı zafer ilan edebilmesinde ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun operasyonel ve taktiksel anlamda desteğinin son derece ciddi katkıları olmuştur. IŞİD’e karşı zafer ilanı ve örgütün Irak toprakları üzerindeki alan hakimiyetini kaybetmesi ile birlikte, özellikle Irak’taki İran yanlısı siyasiler tarafından tartışmaya açılan konuların başında ABD’nin Irak’taki varlığı gelmiştir. Bu söylem Kasım Süleymani ile birlikte Haşdi Şaabi Heyeti Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis’in Bağdat Havalimanı’nda öldürülmesi ile daha yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştır.

Diğer yandan Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinin ardından Irak üzerinde gerek siyasi gerekse askeri anlamda varlığını arttıran ülkelerin başında İran gelmiştir. İran’ın Irak’taki varlığı ve siyasi partiler aracılığıyla Irak siyasetinin derinlerine işleyebilmesi, ABD’nin Irak’taki varlığını muhafaza etmeye çalışmasının temel nedenlerinden biri olmuştur. Bu anlamda altı çizilmesi gereken husus, 2014 yılında Ayetullah Ali Sistani’nin fetvasıyla IŞİD ile mücadele amacıyla kurulan Haşdi Şaabi içerisindeki İran’a yakın grupların varlığı ve bu grupların hem askeri hem de siyasi anlamda Irak üzerindeki güçlü etkisidir. İran’a yakın Şii siyasi partiler, Irak Parlamentosu’nda çoğunluğu elde bulundurarak gerek hükümet kurma gerekse hükümetin karar alma sürecinde belirleyici aktörler olurken, diğer yandan Basra’dan Musul’a kadar olan Irak coğrafyasında Şii milis örgütlerle ciddi bir askeri gücü ellerinde bulundurmaktadırlar. Bu anlamda bir örnek vermek gerekirse, İran’a yakınlığıyla bilinen Bedir Örgütü 2018 Parlamento seçimlerinde 21 sandalye kazanırken, 20 bin civarında üyesi olan Bedir Tugayları ile de Haşdi Şaabi içerisindeki en önemli Şii milis gruplarından birini oluşturmaktadır. ABD askerlerinin Irak’taki varlığının, böylesi bir İran etkisi söz konusuyken sona erdirilmesi, Irak’taki iki aktörlü dengeyi sarsabileceği gibi, bu dengenin askeri ve siyasi anlamda bütünüyle İran’ın kontrolüne geçmesine de neden olabilecektir.

Bu noktada önemle altı çizilmesi gereken bir diğer husus, Irak’tan Lübnan’a kadar olan hat üzerinde İran’ın vekil savaşçıları ile oluşturmayı hedeflediği bölgesel hegemonyadır. Bölgede hedeflenen söz konusu hegemonyanın ABD ve İsrail çıkarlarına yönelik oluşturduğu tehditler, ABD’nin İran’ın Şii milis gruplarını hedeflemesinde son derece kritik önem taşımaktadır. İran’ın Irak üzerinde kazanacağı güç, gerek Suriye’deki gerekse Lübnan’daki gücünü de pekiştirme fırsatı tanıyacaktır. Zira Suriye’de Fatimiyyun ve Zeynebiyyun tugayları; Lübnan’da Hizbullah; Irak’ta ise Haşdi Şaabi ile belli bir askeri güç kapasitesi oluşturmuş olan İran’ın Irak’ta alacağı darbeler ile güç kaybı yaşaması, hem ABD hem de İsrail’e bölgede ciddi ölçüde hareket alanı sağlayacaktır.

ABD’nin Askeri Caydırıcılığını Arttırmaya Yönelik Hamleleri
2019’un Temmuz ayında başlayan ve İsrail’in gerçekleştirildiği iddia edilen Haşdi Şaabi’ye yönelik hava saldırıları, bugünkü ABD-İran gerginliğinin de bir bakıma temel taşlarını oluşturmuştur. Zira Haşdi Şaabi, İsrail’in saldırılarından ABD’yi sorumlu tutarken “ABD kuvvetleri, İsrail’e ait insansız hava araçlarının Irak sahasına girerek operasyon düzenlemesine olanak sağlıyor” açıklamasını yapmıştır.

27 Ocak’ta Kerkük’teki K1 Askeri Üssüne yönelik saldırılar ile birlikte İran yanlısı Şii milisler ile ABD arasındaki gerginlik karşılıklı sıcak çatışmaya dönüşmüştür. Irak’taki Amerikan varlığına yönelik söz konusu saldırılara, ABD sert karşılık vermiştir. Nitekim 3 Ocak’ta Süleymani ve Mühendis’in ölümü, ABD’nin Irak’taki İran tehdidine karşı geri adım atmayacağının en net göstergesi olmuştur. ABD’nin İran’a karşı bölgedeki askeri caydırıcılığından geri adım atmayacağına dair diğer bir açık mesaj ABD Başkanı Donald Trump’tan gelmiştir. Trump, Süleymani’nin öldürülmesinin ardından yaptığı açıklamada İran’ın ABD hedeflerine saldırması durumunda asimetrik güç uygulayabileceklerini belirterek tespit ettikleri 52 İran hedefini vuracaklarını açıklamıştır. Beyaz Saray içerisinde en üst düzeyden yapılan bu açıklama, ABD’nin, İran’a bölgede hem siyasi hem de askeri anlamda arzuladığı hakimiyeti vermeyeceğinin, Irak’taki misyonlarına ve askeri üslerine karşı yapılacak saldırı girişimlerinin eşit düzeyde bir yanıt yerine asimetrik güç ortaya konarak yanıtlanacağının açık mesajı olmuştur. Nitekim ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Kenneth McKenzie de 11 Mart’taki Taci Askeri Üssü’ne yönelik saldırının ardından Komutanlığın bölgedeki amacının “İran'a ve özellikle İran'ın bölgede yaratacağı tehditlere karşı caydırıcılık gücünü sağlamlaştırmak, bu kapsamda operasyonel derinliklerini arttırmak” olduğunu vurgulamıştır.

Ne Kadar Gerçekçi ve Ne Kadar Sürdürülebilir?
Pentagon’un Irak’ta uygulayacağı askeri caydırıcılığının ne kadar gerçekçi olduğunu, ‘söylem–eylem tutarlılığı’ ile ortaya koymak daha doğru olacaktır. Bu bağlamda Haşdi Şaabi yanlılarının Bağdat’taki Amerikan Büyükelçiliği’ni basmasının ve çok sayıda Haşdi Şaabi üst düzey isminin büyükelçilik önünde gövde gösterisi yapmasının hemen ardından yaşananlar söz konusu söylem–eylem tutarlılığını ortaya koymuştur. Büyükelçilik baskınının ardından hem Haşdi Şaabi içerisindeki en üst düzey isimlerden Mühendis’i hem de Haşdi Şaabi’nin operasyonel anlamda perde arkasındaki yürütücü gücü Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi, caydırıcılık politikasının yalnızca söylem bazında kalmadığının göstergesi olmuştur.

Öte yandan ‘Ne kadar sürdürülebilir?’ sorusunun cevabını vermek ise; konvansiyonel ve gayrinizami harp gücünün, finansal kapasitenin ve bölgedeki taban desteğinin karşılaştırılması ile mümkün olabilmektedir. Konvansiyonel açıdan bakıldığında, İran yanlısı Şii milis grupların Irak’taki ABD varlığını isabet oranı düşük fakat etki oranı yüksek roketler ile hedef aldığı görülmektedir. Bu kapsamda saldırılarda daha çok katyuşa roketleri kullanılırken, roketler daha çok pikaplar üzerinden veya basit kurulum rampalar ile fırlatılmaktadır.  Diğer yandan ABD açısından esas endişe verici husus İran’ın sahip olduğu balistik füze kapasitesidir. 8 Ocak’ta ABD’nin Ayn el-Esad Hava Üssünün İran tarafından ateşlenen 15 balistik füze ile vurulması bu endişenin gerçekçiliğini de ortaya koymuştur. Pentagon, balistik füze endişesine yönelik somut adım atarak, İran’ın füze tehdidine karşılık Patriot Hava Savunma Sistemi’nin yerleştirilmesi için Irak tarafı ile görüşmeleri başlattığını açıklamıştır.

Süleymani’nin Bağdat Havalimanı’nda nokta atışı bir operasyon ile öldürülmesi, ABD’nin Irak’taki operasyonel gücünü gösterdiği gibi diğer yandan bölgede sahip olduğu istihbarat kabiliyetini de ortaya koymuştur. Zira doğrudan Süleymani gibi bir isme yönelik gerçekleştirilen operasyonun tespit, takip ve sonuçlandırma aşamalarının başarıyla uygulanması, hem askeri hem istihbari düzeyde Irak sahasında sahip olunan kabiliyetin kapasitesini göstermiştir. Bu durumun, ABD’nin İran üzerindeki askeri caydırıcılığının sürdürülebilirliğine ilerleyen dönemlerde ciddi katkılar sağlayacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

Askeri caydırıcılığın hedef ülke üzerindeki etkisi ve caydırıcılığın sürdürülebilirliği, konvasiyonel gücün yanı sıra büyük ölçüde ekonomik güçle de yakından ilişkilidir. İran ekonomisi bu kapsamda ele alındığında, ABD’nin askeri caydırıcılığı karşısında direncinin önemli ölçüde kırıldığı gözlemlenmektedir. Zira İran ekonomisinin temelini oluşturan petrol üretimi, ABD’nin İran’a yönelik 2018’in Mart ayında uygulamaya başladığı ekonomik yaptırımlar sonucu yaklaşık 1 sene içerisinde günlük 3.8 milyon varil üretimden 2.1 milyon varile kadar düşmüştür. Yaptırımlar öncesinde ihraç edilen günlük 2.3 milyon varil İran petrolü ise yaptırımlar ile birlikte günlük 1 milyon varile kadar gerilemiştir. Uluslararası Kalkınma Fonu (IMF) da geçen yıl itibariyle İran ekonomisinin yüzde 10 daraldığını açıklamıştır.

Öte yandan ABD yaptırımları sonucu yaşanan tüm bu kötü gidişatın üzerine, İran’da ortaya çıkan Koronavirüs vakası İran ekonomisi için yeni bir yıkımı da beraberinde getirebilir. Nitekim İran’da 13 Mart itibariyle resmi rakamlara göre Koronavirüs sebebiyle 514 kişi ölmüş, 11.364 vakanın tespit edildiği bildirilmiştir. İran, IMF’den Koronavirüs ile mücadele kapsamında 5 milyar dolarlık fon yardımı talep etmek zorunda kalmıştır. Ekonomik yıkımın yanı sıra diğer ülkelerle kıyaslandığında Koronavirüs’ün İran devlet kademesine de ciddi boyutlarda yayıldığı gözlemlenmektedir. Bu nedenle İran’daki Koronavirüs ölüm oranlarının artması ve İran ekonomisini mevcut durumdan daha kötüye taşıması doğrudan İran’ın dış politikada askeri karar alma sürecine de yansıyacaktır. CENTCOM Komutanı McKenzie bu bağlamda yaptığı açıklamada, İran’daki Koronavirüs ölümlerinin İran’ın ‘askeri maceraperestliğine’ etki edebileceğinin altını çizmiştir.

Tüm bu istatistiklerden yola çıkarak, İran’ın böylesi bir ekonomik darboğaz içerisindeyken Irak’ta ABD’yi karşına alıp alamayacağı önemli bir soru işaretidir. Dolayısıyla bu kırılganlıktan faydalanan ABD’nin, askeri caydırıcılık noktasında İran üzerindeki etkisi ve sürdürülebilirliği de önemli ölçüde artacaktır. İran’ın Ortadoğu’daki vekil unsurlarını finansal anlamda ne kadar destekleyebileceği bir tarafa, her geçen gün daha kötüye giden ekonomisi ile balistik füze gücünü bölgede ABD kuvvetlerine karşı kullanıp kullanamayacağı da ciddi bir soru işaretidir. Bu kapsamda değerlendirildiğinde, İran’ın ABD’yi gerek vekil savaşçılar vasıtasıyla gerekse balistik füzeler ile doğrudan karşısına alması İran yönetiminin intiharı anlamına gelebilir. ABD tarafından bakıldığında ise, İran’ın içerisinde bulunduğu durum, ABD’nin Irak’ta uygulayacağı gücün İran üzerindeki yıkım boyutunu arttırabilir.

Sonuç bağlamında ABD, doğrudan devlet başkanı ve güvenlik bürokrasisi düzeyinde İran’ın Irak’taki varlığına yönelik net bir kararlılık ortaya koyarken, bu kararlılığı Süleymani suikasti ile tüm dünyaya ilan etmiştir. Suikast ile birlikte bölgedeki istihbarat kabiliyetini de sergileyen ABD, diğer yandan insansız hava araçları ile Süleymani’yi Şam’dan Bağdat’a dek adım adım izleyerek Bağdat’ta öldürmüş ve Irak’taki operasyonel gücünün de hangi boyutlarda olduğunu göstermiştir. Diğer yandan ABD, İran yanlısı Şii milis gruplarının özellikle katyuşa roketlerine karşılık bilhassa Irak-Suriye sınırındaki karargahlarına etkili hava harekatları düzenlemiş olsa da İran’ın sahip olduğu balistik füze kapasitesine karşı bölgede önemli tehdit altındadır. Bu kapsamda gerek bölgedeki Amerikan kuvvetlerinin korunması gerekse de askeri caydırıcılığının güçlendirilmesi için Pentagon’un ana gündem maddelerinden biri Irak’a Patriot konuşlandırmak olmuştur. ABD’nin askeri caydırıcılığının etki boyutunu arttıracak diğer önemli husus İran’ın içerisinden geçtiği ekonomik yıkımdır. Böylesi zorlu bir süreç içerisinde İran’ın Irak’ta ABD’yi karşısına alarak uzun soluklu bir çatışmaya girişmesinin mümkün gözükmediği söylenebilir.

İran yanlısı Şii milis grupların Irak’taki Amerikan varlığına yönelik yarattığı tehdidin ortadan kaldırılması veya tehdidin ABD çıkarlarına zarar veremeyecek ölçüde kısıtlanması, ABD’nin askeri caydırıcılığının nihai hedefine ulaşması anlamında gelecektir. Dolayısıyla Pentagon, uygulamaya çalıştığı askeri caydırıcılığı, Şii milis gruplarını Irak’ta kendilerine yönelik tehdit oluşturmayacak düzeye çekene dek uygulayacaktır.

Mevcut durumda İran’ın içerisinde bulunduğu siyasi krizler ve ekonomik darboğaz, ABD’nin söz konusu nihai hedefine ulaşana dek askeri caydırıcılığını sürdürebilmesini mümkün kılmaktadır. Nitekim Süleymani’nin öldürülmesinin ardından İran tarafından verilen karşılığın füze saldırısı haricinde yalnızca söylem düzeyinde kalması da ABD’nin askeri caydırıcılığının İran üzerinde ne kadar etkili ve sürdürülebilir olduğunun önemli bir göstergesidir.