​Babülhava Sınır Kapısının Kaderi İdlib Krizini Yeniden Şekillendirir mi?

Suriye muhalefetinin son kalesi konumundaki İdlib’in düşmesi ve direnişin tamamen kırılması için bu bölgeye yönelik Rus ve rejim saldırıları sistematik şekilde devam etmiştir. Moskova mutabakatına giden süreçte İdlib’in büyük bir bölümü rejimin kontrolüne geçmesine rağmen buradaki muhalif direniş ekseni kırılamamıştır. Gelinen noktada İdlib’de yaşayan 3 milyondan fazla insan Cebel Zaviye bölgesi ile Halep-Lazkiye otoyolunun kuzey kısmındaki dar bir alana sıkışmıştır. Bu durum, rejimin saldırılarını durdurmadığı gibi özellikle son aylarda kesin sonuca ulaşmak için saldırıların daha fazla artmasını beraberinde getirmiştir. Saldırılar dolayısıyla can ve mal kaybının arttığı İdlib’de çok büyük insani trajediler yaşanırken, bu krizi daha fazla derinleştirebilecek bir hamlenin sinyaliyse Rusya’dan gelmiştir. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 23 Haziran 2021’de yaptığı açıklamada Suriye’ye BM tarafından yapılan insani yardımların ulaştırılması için Türkiye sınırının alternatifleri olduğunu belirterek bu yardımların rejim kontrolündeki bölgelerden giriş yapması gerektiğini savunmuştur. Görev süresi 10 Temmuz’da dolacak olan Cilvegözü-Babülhava sınır kapısının bu tarihten sonra açık kalmaya devam edebilmesi için BMGK üyelerinden herhangi birinin veto yetkisini kullanmaması gerekmektedir. Fakat bu kapının kapanması için Rusya’nın yürüttüğü diplomasi trafiği ve Çin’in bu konuda Rusya’ya olan desteği sınır kapısının geleceği ile ilgili iyimser bir tablo ortaya koymamaktadır. Lavrov’un konuyla ilgili açıklamaları ve 2014’ten itibaren muhaliflerin kontrolündeki sınır geçişlerine yönelik Rusya’nın olumsuz yaklaşımları dikkate alındığında İdlib’in yeni bir krizle karşı karşıya kaldığı söylenebilir.

Suriye’ye giren uluslararası insani yardımlara muhalif bölgelerde yaşayan sivillerin erişimini kısıtlamak ve bu yardımların rejimin kontrolünde olmasını sağlamak için Rusya, BMGK üzerinde baskı oluşturmaya çalışmıştır. Rusya’nın bu noktadaki ısrarının şimdiye kadar önemli ölçüde sonuç verdiği söylenebilir. Öyle ki gıda, ilaç, tıbbi destek ve hijyen malzemelerinden oluşan BM’nin gönderdiği insani yardım malzemeleri geçen yıla kadar dört sınır kapısından Suriye’ye giriş yaparken Rusya’nın itirazları üzerine bu sayı önce ikiye, ardından da bugün faal durumda olan Cilvegözü-Babülhava sınır kapısı ile sınırlı kalmak üzere bire indirilmiştir. 10 Temmuz’da ise söz konusu bu sınır kapısı da kapanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu kapının kapanma ihtimali en fazla İdlib’deki sivillerin yaşamını tehdit etmektedir. Barınak sıkıntısı, salgın hastalık ve sistematik rejim saldırılarına maruz kalan İdlibli siviller, şimdi de bütün bu felaketleri daha da derinleştirecek olan açlık tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Mayıs 2019’dan itibaren İdlib’in en büyük yerleşim birimleri arasında yer alan Maret El Numan, Han Şeyhun ve Serakib gibi bölgelerin, rejimin kara ve Rusya’nın hava saldırıları nedeniyle muhaliflerin kontrolünden çıkması sonucunda buralarda yaşayan binlerce sivil Türkiye sınırına doğru göç etmek zorunda kalmıştır. Bu insanların büyük bir çoğunluğu İdlib’in yerlisi olmadığı için herhangi bir toprağı veya barınağı bulunmamaktadır. Önemli bir kısmı kamplarda yaşayan İdlib’deki sivillerin, kayda değer bir ticari faaliyet veya üretim faaliyetine girmesi bu koşullarda mümkün değildir. Dolayısıyla, BM’nin bölgeye ulaştırdığı insani yardımların buradaki siviller açısından hayati bir önem taşıdığı açık bir şekilde ifade edilebilir. Yardımların ulaştığı tek kapının da kapatılması senaryosu gerçekleşirse burada yaşayan insanların şimdiye kadar yaşadıklarından daha büyük bir insani trajediyle karşı karşıya kalması muhtemeldir.

Rejim üzerinden gelecek BM yardımlarının muhalif bölgelere ulaşmasını beklemek gerçekçi olmayacağı için bu durum İdlib’deki sivillerin açık bir şekilde açlığa veya yeni bir göçe zorlanması anlamına gelmektedir. Yardımlar olmadan açlık krizini aşmanın mümkün olmadığı bölgede sivillerin göç yoluna düşeceği ve önlerindeki belki de tek seçenek olan Türkiye’ye yönelmeleri muhtemeldir. 3,6 milyon Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye’nin ise 3 milyondan fazla nüfusun yaşadığı bir bölgeden gelecek yeni bir göç dalgasını karşılayamayacağı açıktır. Bu yöndeki muhtemel bir gelişmeden ilk etkilenecek ülke Türkiye olmakla birlikte AB ülkelerinde de göç krizi kısa süre içerisinde kendisini hissettirecektir. Dolayısıyla Babülhava sınır kapısının insani yardımlara kapatılması, bölgesel dinamiklerin altüst olduğu bir süreci başlatabilir. Oluşacak kaos ortamını sadece göç olgusu ve sosyal dinamikler üzerinden açıklamak yetersiz kalacaktır. Öyle ki yeni ekonomik ve siyasi krizlere ek olarak bölgedeki güvenlik endişelerinin alarm verici seviyelere ulaşacağı söylenebilir. SMO birliklerinden oluşan ılımlı silahlı muhaliflerin yanı sıra, cihatçı ve El-Kaide bağlantılı bazı grupların İdlib’deki konuşlanmalarıyla İdlib sınırlarında varlık gösteren İran destekli milisler ve rejim unsurları da dikkate alındığında İdlib’de kitleler hâlinde oluşacak sosyal mobilizasyonların çok kısa süre içinde büyük çaplı sıcak çatışmaları beraberinde getirmesi güçlü bir ihtimaldir.  İdlib’de bulunan TSK varlığı ve yine İdlib’e yönelik hava saldırıları düzenleyen Rusya’nın da buradaki varlığı göz önünde bulundurulduğunda kriz bölgesindeki dengelerin hassas ve kırılgan bir temel üzerine inşa edildiği görülebilir. Dolayısıyla, Babülhava sınır kapısını kapatarak İdlib halkını açlık kriziyle karşı karşıya bırakmak sadece sivil halkı değil bölgedeki bütün siyasi ve askerî bileşenleri etkileyebilir.

Babülhava sınır kapısının kapanması için Rusya’nın ortaya sürdüğü gerekçelerin birçoğu İdlib krizinde uzun süredir devam eden paradoksal denklemin uluslararası kamuoyuna tek taraflı olarak aktarılmasıyla sınırlıdır. Babülhava sınır kapısı üzerindeki kontrolün Heyet Tahrir uş-Şam (HTŞ) tarafından sağlanıyor olması Rusya’nın bu geçişin kapatılması gerektiği tezinin en önemli noktasıdır. HTŞ ile birlikte İdlib’de bulunan bütün aşırıcı unsurlara karşı mücadele edilmesi gerektiği, Türkiye ve Rusya başta olmak üzere bölgedeki uluslararası aktörler tarafından mutabık kalınmış bir konudur. Nitekim bu konu, Moskova mutabakatının maddeleri arasına da girmiştir. Özellikle Moskova mutabakatından sonra HTŞ’ye ve diğer aşırıcı unsurlara yönelik Türkiye’nin sert ve somut adımlar attığı görülmüş ve bu örgütlerin İdlib’in geleceğinde yeri olmadığı Türk makamlarınca defalarca dile getirilmiştir. Bölgedeki tüm terör örgütleri ile beraber İdlib’deki bu örgütlere yönelik de Türkiye’nin mücadelesi devam ederken Rusya’nın sürekli olarak HTŞ gerekçesini ileri sürüyor olması iyi niyetli bir yaklaşımdan uzaktır. Öyle ki rejim saldırıları sonucu İdlib’de her ay onlarca sivil hayatını kaybederken ve binlercesi de yerlerini terk etmek zorunda kalırken Rusya’nın bu konuda sessiz kalması ve yardımların rejimin kontrolündeki bölgelerden İdlib’e ulaşmasını talep etmesi krizin çözümüne değil, derinleşmesine sebep olmaktadır. İdlib’de günlük yaşamın normalleşebilmesi için HTŞ ve benzeri aşırıcı unsurların etkisizleştirilmesi gerektiği gerçeğiyle birlikte rejimin sivillere yönelik saldırgan tutumunun da son bulması gerekmektedir. Rejimin saldırgan tutumu ve siyasi süreçlerde uzlaşmaz tavırları devam ederken Rusya’nın Babülhava sınır kapısının kapatılması talebi İdlib’de yaşayan üç milyondan fazla sivilin rejimin inisiyatifine terk edilmesi anlamına gelmektedir.

BMGK’nın yapacağı oylama basit bir şekilde bir sınır kapısın kapatılıp kapatılmaması oylaması olmayacaktır. Yapılacak oylama İdlib’de yaşayan üç milyondan fazla sivilin kaderinde belirleyici olacağı gibi bölgedeki denklemin yeniden şekillenmesini de beraberinde getirebilir. Türkiye’nin çabaları ile bölgede kurulan kısmi istikrar ortamının bozulacağı ve sıcak çatışmaların artacağı bir sürece girilebilir. Suriye’de siyasi çözüme odaklanılması gereken bir dönemde İdlib’de yeni bir krizin patlak vermesi 11 yıldır devam eden iç savaşın daha da uzamasına ve savaşla birlikte göçlerin de tetikleyeceği yeni insani trajedilerin yaşanmasına sebep olabilir. Dolayısıyla, Rusya başta olmak üzere oylamaya katılacak bütün tarafların sağduyulu bir yaklaşımla göz önünde bulundurmaları gereken temel nokta kendi ulusal çıkarlarından çok İdlib’de yaşayan milyonlarca sivilin geleceği olmalıdır. Yapılacak oylamada sınır kapısının 6 veya 12 ay şeklinde açık kalması gibi bir kararın çıkması da İdlib’deki halkın endişelerini tamamen ortadan kaldırmayacaktır. Savaş ve göç sebebiyle çok zor şartlarda hayatlarını devam ettiren sivillerin sürekli olarak aynı endişeyle karşı karşıya kalmaları onlar için son derece yıpratıcı olmaktadır. Sonuç olarak, Suriye’de siyasi çözüme ulaşıncaya kadar Babülhava sınır kapısının açık kalması yönünde bir kararın alınması, burada yaşayan sivillerin endişelerini gidermek ve bölgedeki kısmi istikrarın güçlenerek devam etmesini sağlamak için kritik önemdedir.