Bahreyn’in Geçmişi ve Şu Anki Hali: Nabeel Rajab ile Bir Mülakat

Çeviren: Esma Dalp
Yazan: Rosie Bsheer ve Ziad Abu-Rish   1940 ile 1960 dönemi boyunca, rejim güçleri ve petrol şirketi özel güvenlik müteahhitleri, Londra ve Washington D.C.‘nin açık onayı ve maddi yardımları ile şiddetli bir şekilde Suudi Arabistan ve Bahreyn gibi yerlerdeki sömürge  ve emperyalist karşıtı protesto hareketlerini bastırdı. Suudi Arabistan’da, devrim karşıtı güçler, bu yirminci yüzyıl halkçı sol ve milliyetçi hareketlerin çoğunu önemli ölçüde azalttı. Ayrıca, bu güçler, rejim karşıtı darbelerin planlanması ya da meşruti bir monarşinin uygulanması girişimlerini önledi. Fakat Bahreyn’deki iktidardaki aile, Suudi Arabistan, İngiltere ve Amerika’nın desteğine rağmen çok da başarılı değildi. Sonuç olarak, Bahreyn, yüzyıllar boyunca, 14 Şubat Ayaklanması’nda doruğa ulaşarak, demokratik özgürlük ve anayasal hareketlere şahit olmaya devam etti. Bu tarihsel bağ, Bahreyn tarihindeki şimdiki ayaklanmayı çoğu kez bir istisna olarak varsayan ve onu saf mezhep ve suikastla ilgili hatlarla ilişkilendiren genel batı ve Arap medyasında sık sık koptu.
  3 Aralık 2011 tarihinde yapılan ilerideki mülakatta, Bahreyli insan hakları aktivist Nabeel Rajab bu tarihsel bağları açıklamakta. Rajab, hem şimdiki halk ayaklanmasının hem de beraberinde eşlik eden karşı devrimci gayretlerin geçmiş yüzyıllarla paralel olduğu ve ayrıldığı yolları açıklamakta. Ayrıca, Rajab, karşı devrimcilerin siyasal, sosyoekonomik ve mezhepsel çeşitliliği sonucu şubatta ortaya çıkan hareketin içindeki uçsuz bucaksız sözünü de vurgulamakta. İşte bu söz,  uluslararası diplomasi, iç ve uluslararası medya, hukuki sistem ve ekstra-meşru güvenlik işlemleri ve zorlaması gibi farklı cephelerde yürütülen Bahreynli ve Suudi karşı devrimci kampanyaları hayal kırıklığına uğrattı. Sonuç olarak, Nabeel Rajab, Bahreyn halkının esnekliğini ve Bahreynlilerin meşru haklarını garanti eden demokratik, sorumlu ve adil bir siyasal sistem kurulması sözünü ve arzularını vurgulamakta.    Rosie Bsheer ve Ziad Abu-Rish (RB&ZA): 14 Şubat hareketi, geçen yüzyıllarda Bahreyn’in şahit olduğu çoğu demokratik hareketlerden nasıl ayrılmakta?   Nabeel Rajab (NB): 14 Şubat Hareketi’nin, geçmişte Bahreyn’de ortaya çıkmış demokratik hareketlerinin uzantısı olduğunu düşünmekteyim. Bahreyn’in geçmiş demokratik hareketlerinden beri, uzunca bir süredir ilk defa mezhepsel, siyasal, ekonomik, kültürel ve sosyal zeminleri aşarak pek çok insanı içeren 14 Şubat gibi yeni bir hareket oluyor. Bazıları komünist, diğerleri Şii ve Sünni, entellektüeller ve okumamışlar, yöneticiler ve işçiler. Böyle farklı zeminlerden ve kültürlerden bunca insanı, ilk kez bir hareket, bir amaç ve bir ayaklanma altında bir araya getirebiliyoruz. Yıllardan beri aktivizmin bu seviyesini görmedik ve bunca yıldır ilk kez 14 Şubat  2011’de Bahreyn’deki geçmiş demokratik deneyimlerin demokratik hareketlerinin tekrarına şahit oluyoruz.   RB&ZA: Duyduğumuza göre, 14 Şubat Ayaklanması’nı bastırmak için kullanılan şiddetin seviyesi Bahreyn tarihinde benzerine rastlanmamış bir şekildeymiş. Bahreyn rejiminin halk ayaklanmalarını ve geçmiş yüzyıllardaki sömürge karşıtı ve anayasal hareketlerini bastırmak için girişimleri bu kadar şiddetli değil miydi?   NR: Bahreyn’in geçmiş demokratik hareketlerinin hepsi sistematik baskı, şiddet, öldürme, hapsetme ve işkencenin yüksek seviyesiyle karşı konuldu. Şu anki olanların da bir farkı yok. Ama barışçıl protestoculara karşı şiddetin bu seviyesi ve uygulanan baskının yöntemleri yükseltildi. Tahminen geçmiş yıllarda bu kadar kayıp ve ölü feda etmedik. 14 Şubattan beri 45’in üzerinde şehit var. Binlerce insana sistematik olarak işkence edilmekte. Güvenlik güçleri de sistemli olarak evlere dalıp insanlara ait eşyaları çalmakta. Ayrıca, bu güvenlik güçleri insanları mesleklerinden kovarak onların iş yerlerini de hedef almakta. Ve de insanları okullarından ve üniversitelerinden çıkararak da eğitimlerini hedeflemekte. Bu güvenlik güçleri camileri nişan alarak ve onları yıkarak insanların ibadet yerlerini de hedef almakta. Yaşananlar tüm seviye ve tüm hatların üzerindeki insanların sistematik bir şekilde hedeflenmesi ve belki de bu tarihimizde ilk kez yaşanmakta. Fakat 1970, 90, 50, 40, 20’leri de göz önüne almamız gerekir, bu demokratik hareketler de şiddetli bir şekilde bastırıldı. Bilmeniz gereken Bahreyn’deki güvenlik güçleri İngiliz güvenlik güçleri temelli planlı ve Bahreynli istihbarat servisleri, böylece güvenlik güçleri İngiliz danışmanlarla dolu. Şu ana kadar, Bahreyn’deki bizler hala İngiliz sömürgesinin ve onun Bahreyn’deki güvenlik yapılarının kalıntılarına dayanmak zorundaydık.    RB&ZA: Suudi birlikleri ya da Yarımada Koruma Güçleri (Peninsula Shield Forces) 14 Şubat 2011’de Bahreyn’i işgal ettiler. Zeminde nasıl bir rol oynadılar? Nasıl halk ayaklanmasını bastırmada Bahreyn güvenlik güçleriyle gizlice anlaştılar?   NR: Maalesef, Bahreyn’de demokrasi, sosyal adalet ve insan hakları isteyen ayaklanma (Suriye, Mısır ve Yemen’deki olaylar gibi) yalnızca Bahreyn ordusu tarafından karşı konulmadı. Aksine, Bahreyn’de rejim, ayaklanmayı bastırmak, Bahreyn vatandaşlarını sistematik olarak öldürmek, ezmek için baskıcı devletlerin, diğer otoriter rejimlerin müdahalesini istedi. Talihsiz bir şekilde, uluslararası topluluk hayal kırıklığına uğratacak kadar sessiz kaldı. Suudi güçleri ulaştı ve Bahreyn nüfusunun çoğunluğu bu Suudi işgaline karşıyken Bahreyn’i işgal etti. Suudi güçleri ayaklanmaya katılan insanları ve Bahreyn vatandaşlarını sistematik olarak hedef almaya ve bastırmaya katıldı. Ortada uluslararası görünür bir sessizlik vardı.   Belirgin bir Amerikan sessizliğiydi bu. Bir zamanlar Afganistan yönetimi gerçekten Sovyet işgalini isterken, Afganistan’daki Sovyet işgalini “işgal” diye nitelendiren Amerikalı ve Avrupalı yönetimler. Bahreyn’de rejim Suudi işgalini kabul etti ve onu “makul bir işgal” ya da “meşru bir işgal” şeklinde adlandırdı. Bu Avrupa ölçüleri ve Avrupa medyasında en bariz çifte standart. Bu Arap medyasında da, hatta bir zamanlar bizim saygı duyduğumuz ve dürüst ve bağımsız olduğunu düşündüğümüz, çeşitli ayaklanmalara farklı dil ve söylemlerle yaklaşan al-Jazeera gibi medyalarda da en bariz çifte standarttı. Gerçekten, Bahreyn’deki bizler bu çifte standartların, bunların karmaşalarının, yabancı çıkarlarının ve Bahreyn’in yakın müttefiklerinden bazılarının kurbanları olduk.   RB&ZA: Hepimizin bildiğine göre 14 Mart 2011 Suudi işgali sonrası barışçıl protestoculara karşı uygulanan baskı ve şiddetin seviyesi büyük ölçüde arttı. Aslında barışçıl protestoculara baskı yapmaya, işkencelere ve öldürmelere katılmış (bölgede sık sık duyduğumuza göre belki Bahreyn askeri kıyafetine giydirilmiş) Suudi birliklerinin onaylanan hesapları var mı?   NR: Seviyeyi bilmek zor. Aynı dili konuşan, benzer diyalektler veren ve benzer resmi üniformaları giyen Bahreyn ve Suudi güçlerini ayırt etmek zor. Fakat bazı insanlar kimin Suudi güçlerine ait olduğunu ayırt edebilmişler, büyük olasılıkla diyalektlerindeki farklılıklarından. Diğerleri Bahreyn hastanesinde, Salmaniya Tıbbi Sitesi’nde Birleşik Arap Emirliklerinin güvenlik güçlerine ait olanları belirleyebilmişler. Ama bunlar hepsi aynı formayı giydikleri, aynı arabaları sürdükleri ve benzer malzemeleri ve makineleri kullandıkları için kesin olarak belli değil.    RB&ZA: Bize 14 Şubat Hareketi’nin başlangıcından itibaren olan insan hakları çalışmalarınızdan bahsedebilir misin?   NR: Merkezi Lübnan’da olan İnsan Hakları Körfez Merkezi’ni yönetmekteyim ve İnsan Hakları Bahreyn Merkezi’nin de kurucusuyum. Bunlar, danışman, müdür ya da yöneticiler kurulundaki bir üye olarak iş birliği yaptığım birkaç organizasyondan ikisi. Ama Bahreyn’in halk ayaklanmasına şahit olduğu son bir kaç aydır çalışmalarım ilk olarak Bahreyn’e odaklandı. Maalesef, başbakanı eleştirdiğimiz ya da (şu anda hapishanede olan)Merkezin müdürü başbakanı eleştirdiği ve (ülkeyi kırk yılı aşkın süredir başbakan olarak yönettiğini bilerek) Başbakanı son bir kaç yüzyıldır Bahreyn’de olan tüm ihlallerden sorumlu tuttuğunu belirttiği için ve onu ülkedeki sistematik bozulmadan sorumlu olmakla suçladığı için, 2004 yılında İnsan Hakları Bahreyn Merkezi, Bahreyn rejimi tarafından kapatıldığından beri iktidarla aramız iyi değil. Merkez bu nedenlerden dolayı kapatıldı ve müdürü de o zamanlarda hapsedildi.   Ama biz bu karara meydan okuduk ve insan hakları sahasında çalışmanın bizim haklarımızdan biri olduğunu gördük ve biz insan hakları çalışmalarının bir binaya, bir banka hesabına ya da bir ofise bağlı olmadığına inandık. İnsan hakları konularına her yerden çalışabiliriz ve bu bizim ne yaptığımız, ve biz Merkezi ve üyelerini hedef alan tüm baskı kampanyalarına karşı direndik. Bugün muazzam meşruluğa sahibiz ve uluslararası kurumlar tarafından daha fazla tanınmaktayız. İnsan Hakları Bahreyn Merkezi’ndeki çalışmalarımız ve mücademizden ötürü uluslararası organizasyonlarda çeşitli pozisyonlarda olduğumuzu varsaymaktayız ve Bahreyn’de (belki de hatta tüm tüm Körfez bölgesinde) en etkili ve yeterli organizasyonlardan biri olduk. Merkezimiz, en fazla sayıda insan hakları raporları yayınladı. Ayrıca, Merkezimiz, Birleşik Devletler ve diğer insan hakları organizasyonları, medya kuruluşları ve Bahreyn’deki insan hakları hakkında haberdarlığı artıran kampanyalar üzerinde çalışan Avrupa Birliği, Fransa, Büyük Britanya ve şimdi Washington D.C.’deki  organizasyonlarla iletişime geçmekte. Sokaklarda ve Bahreyn halkı genelinde en fazla meşruluğa sahibiz. Bu bizi bizim sahip olduğumuz kadar meşruluğa, iletişime ya da  popülerliğe sahip olamayan diğer organizasyonlardan ayıran durum. Biz uluslararası insan hakları ve kampanyalarla birlikte çalışan kökleşmiş bir organizasyonuz ve aynı zamanda Merkezimiz insanlarla çok iyi bir şekilde iletişim halinde ve onlar arasında büyük bir meşrutiyete ve güvenilirliğe sahip.    RB&ZA: Amerika Birleşik Devletleri’ne şu anki ziyaretin boyunca hükümet temsilcileriyle buluşmayı planlıyor musun? Amerika Birleşik Devletleri’nin Bahreyn için politikasını etkilemeyi umuyor musun?   NR: Ben Amerika Birleşik Devletleri’nde henüz bana verilen, Woodrow Wilson Uluslararası Bilim AdamlarıMerkezi (Woodrow Wilson International Center for Scholars) tarafından takdim edilen 2011 Ion Ratiu Demokrasi Ödülü’nü kabul etmek için bulunmaktayım. Ayrıca, bu ödülü alıkonan ve hapsedilen Bahreynli akademisyenler adına almak için de buradayım. Washington D.C.’deki vaktimi Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı’ndeki memurlarla görüşerek, onların politikalarının bölgenin uzun vadedeki çıkarlarına hizmet etmeyeceği, baskıcı rejimlere devam eden destekleri ve ilişkilerinin bu rejimler ve halklar için büyük kayıplara neden olacağı ve onlara bölgede  yeni düşmanlar ortaya çıkaracağına dair bir mesaj ulaştırmaya çalışarak kullanacağım. Washington’un farklı üniversiteleri ve kurumlarında dört ya da beş konferans verdim ve bu toplantı ve konferanslarda mesajım çok açıktı: Amerika dış politikası Amerika’nın uzun vadedeki çıkarlarına hizmet etmemekte, ama Amerika’nın güvenilirliği ve popülerliği ve de bölgedeki insanlarla ilişkisi pahasına baskıcı rejimlere hizmet etmekte.    Ben daima Birleşik Devletler’in nasıl Tunus ve Mısır rejimini savundukları ve devrim sonrası onların yeni durumlarla, yeni devrimlerle uğraşmakta nasıl bocaladıkları ve bölge insanlarını nasıl kaybettikleri konularını açtım. Onların baskıcı rejimleri savundukları belirgindi ve şimdi onlar aynı hatalarını Bahreyn’de, Suudi Arabistan Krallığı’nda ve diğer yerlerde tekrar ediyorlar. Körfez devletlerinde yaşayan bizlerin demokratik ülkelerde yaşamayı, haklarımıza saygı duyulmasını, adalet içinde yaşamayı hak ettiğimizi hep söyledim. Bu rejimler bizim talip olduğumuz özgürlükleri ya da haklarımızı genişletmezler. Amerika’daki memurlara hem kendi insanları hem de kendileri için, onların baskı rejimlerine desteğinin uzun sürmeyecek bu rejimleri kaybetmelerine neden olacağını söyledim. 
  Biz bu rejimleri yenilemeye ve onları değiştirmeye çalışıyoruz, ama eğer bu rejimler değişmeye istekli değilse, sonunda halk kendi eline kontrolü alacak ve Amerika, rejimlerin desteğini kaybettiği gibi halkın da desteğini kaybedecek. Bu benim belirgin mesajımdı. Özgürlük isteyen ayaklanmalara karşı, karşı-devrimi yöneten Suudi Arabistan Krallığı’nın liderliği altındaki Körfez Arap devletlerinde baskıcı, otoriter rejimler mevcut. Bölgedeki insanların talepleri ve hayalleri pahasına baskıcı rejimlerle Amerikan hükümetinin devam eden ilişkisinin tehlikeleri hakkında Amerika’daki sivil toplum organizasyonlarını ve insanları uyardım.   RB&ZA: Bahreyn ve Suudi Arabistan’ın petrol üreten devletler olduğundan yola çıkarak, Birleşik Devletler’in sizin açıklamalarınıza ve isteklerinize duyarlı olacağını ve böylece Körfez Devletlerine karşı dış politikasını değiştireceğini umuyor musunuz?   NR:  Bahreyn’de ve diğer Arap dünyasında aktivitelerimize başladığımız zaman Birleşik Devletler’in ve diğer Körfez ülkelerinin hükümetlerinin siyasal duruşlarını çok fazla önemsemedik. Evet, eğer onların siyasal desteklerini alabilirsek onlara müteşekkir olacaktık, ama biz her şeyin üzerinde demokrasi ve sosyal adalet istemekte esnek ve ısrarcı kalan kızlarımızı, oğlanlarımızı ve insanlarımızı hesaba katıyoruz. Umudum ve İddiam, zeminde ne olduğuna göre değişmek zorunda kalacak bu rejimlerin siyasal duruşları üzerine değil,  insanların aktiviteleri üzerine. Bu rejimler kim güçlü olursa olsun, hakları için ısrar eden, kanıtlayan ve mücadele eden tarafa saygı duyacaklar. Bu durum, Mısır ve Tunus için Amerika’nın duruşunun tam olarak aynısı olacak ve Arap bölgesinde de aynısı yaşanacak. Biz, kendi sebebinin doğruluğuna inanan bir halkız, adaletsizliğe ve yüzleştiğimiz baskıya karşı isyan etmeye hakkımız olduğuna inanıyoruz ve böylece Amerika Birleşik Devletleri’nin bakış açısını ve şu anki durumu değiştireceğimize hiç bir kuşkumuz yok.    RB&ZA: 14 Şubat Ayaklanması öncesi anlaşılan silah anlaşmasının Bahreyn rejiminin baskı kampanyasının ardından sonlandırılması gerçeğine ne diyorsunuz?   NR:  Silahlar anlaşmanın büyük bir boyutu değil. Bahreyn silahlarını başka yerlerden de sağlayabileceği için bu çok ciddi bir durum değil. Ama bu durum, Bahreyn konusunu tekrar ve tekrar vurgulamak için bizim için bir fırsat. Avantajını kullanmaya çalıştığımız bir fırsat: Her konuyu pozitif, üretken bir hale ve bir fırsata çevirmeye çalışacağız. Silah anlaşması Amerikan ve Washington D.C.’deki uluslararası medyanın ilgisini çeken bir konu. Bahreyn’de devam eden baskı hakkında konuşmak, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na ve Beyaz Saray’a buraya ve oraya yorum yapması için baskı yapmak için kullanacağız. Açıkçası, pozitif bir konu bu. Ortada bu boyutta tartışma ve ilgi olduğu müddetçe, bu durumu mümkün olduğunca avantajlı kullanmaya çalışacağız. Aynı zamanda, bu bizim Washington D.C.’de ve Amerika’da ilettiğimiz bir mesajdı: İnsanlarına baskı yaparken, neden Suriye’yi, Libya rejimini savunmadıklarını, Bahreynlileri bastırırken neden gerçekte Bahreyn’e silah sattıklarını Rusya’ya ve diğer Batı güçlerine nasıl sorarsın? Bu Amerika Birleşik Devletleri için çok fazla sıkıntıya neden oldu. Şimdi biz Birleşik Devletler Kongresi’ne, sivil topluma ve Birleşik Devletler basınına günlük temellerde yeni arkadaşlıklar kuruyoruz. Benim Bahreyn’e silah satışına bir nimet, bir fırsat, pozitif bir avantaj olarak bakma nedenim de bu.   RB&ZA: 23 Kasım 2011’de yayınlanan Bahreyn Bağımsız Araştırma Komisyonu’nun raporu hakkındaki görüşünüz nedir?   NR: Her şey uygun içeriğine göre yerleştirilmeli. Şerif Bassiouni’nin raporu iktidarin ve Bahreynli Kral’ın atadığı bir komisyon tarafından yayınlandı. Ama Bahreyn’de olan ihlallerden hem iktidari hem de Bahreynli Kral’ı sorumlu tuttuk. Zemindeki bu ihlaller ve suçların arkasında kralın yayınladığı olağanüstü hal yasası var. Dediğimiz gibi, gerçekçi olmamız gerekir. Raporun pek çok pozitif konuya değindiğini düşünüyoruz ve iktidarın kendi kendine raporu yayınlayan komiteyi atadığından beri Bahreyn rejiminin raporun tavsiyelerini uygulamasını istiyoruz. Biz uzun yıllar siyasal kriz içinde yaşarken, rapor yalnızca şubat, mart ve nisan 2011 arasında yer alan ihlalleri ele aldığı için, bu tavsiyelerin uygulanması Bahreyn’deki siyasal krizi çözemese bile, pozitif bir durum. Ama komite tavsiyeleri iktidarın, Bahreyn insanıyla yeni bir başlangıç denemesi için gerçek bir reform girişim fırsatı olacak. Eğer rejim akıllıysa, beklediğimiz gibi bunu bir fırsat olarak kullanır.   RB&ZA: Ama Bahreyn rejiminin Bassiouni Raporu’na cevabı çok da pozitif değildi, değil mi?   NR: Şu ana kadar, göstergeler pek de pozitif değildi. Komitenin çoğu üyesi problemin bir parçası ve ayaklanmayı olumsuz olarak görmekteler. Üyeler ayaklanmaya ve meşru haklarını dileyen protestoculara karşı. Aynı zamanda, Ulusal Güvenlik Ajansı’nın müdürünü soyutlamaları ve acilen onu daha yüksek hükümet pozisyonuna atmaları da diğer bir olumsuz mesajdı. Şimdi, Bahreyn güvenlik aygıtlarını reform etmek için Miami polisi ve güvenlik danışmanından-Miami’deki halk hareketlenmelerini bastıran bir tarihi ve kötü bir ünü olan bir adam- profesyonel yardım istemek de diğer bir uyarıcı mesaj. Yine de, karar vermek için erken bir zaman, rejimi bir ya da iki ay kuşkuyla baş başa bırakalım ve sonra da kendi pozisyonumuzu yeniden gözden geçirelim.


*Bu makalenin İngilizcesi ilk olarak “the Arab Reform Bulletin”, sonra da “al-Jadaliyya” de yayınlanmıştır.