Biden Dönemi ABD-İran İlişkilerinin Geleceği

Koranavirüs salgının ortasında, kitlesel işsizlik ve hızla daralan bir ekonominin olağanüstü şartlarında gerçekleşen 3 Kasım ABD başkanlık yarışında Donald Trump karşısında başarı elde eden Joe Biden, resmî olmayan sonuçlara göre ABD’nin 46. başkanı seçildi. Trump, Soğuk Savaş sonrası dönemde ikinci dönem için yarışırken seçimi kazanamayarak koltuğunu kaybeden ikinci başkan oldu. Bu durumdaki son başkan George Bush’du. O da Trump gibi Cumhuriyetçiydi. “America First” mottosuyla hiyerarşik bir “tek kutuplu sistem” arayışı ile hareket eden, müttefiklik anlayışına zarar veren ve güç politikasını ABD’nin uluslararası ilişkilerinde daha belirgin unsur hâline getiren Trump, Demokrat çevrelerce sadece dış politika yaklaşımı ile değil içerde de karar alma mekanizmalarındaki geleneksel teamülleri yıkan ve kurumlar arasında çatışmalara neden olan lider merkezli yönetim anlayışı (The Administrative Presidency) ile de sürekli eleştirildi. “Cumhuriyetçi” ve “Demokrat” partilerin dış politika vizyonlarındaki farklılıkla beraber yeni başkanların dış politikada kendisini selefinden kalın çizgilerle ayırmaya ve fark yaratmaya yönelik kaygısı da hesaba katıldığında, Biden döneminde ABD dış politikasında İran ile ilişkiler de dâhil olmak üzere önemli değişimler olacağı düşünülebilir. Ayrıca Biden’ın, Trump’ın başkanlık modelinden farklı bir model (The Institutional Presidency) benimseyeceği de tahmin edilmektedir.

Dış politika açısından Biden'ın “restorasyonist” yaklaşımını nasıl uygulayacağı belirsizliğini korumakla birlikte, Biden seçim kampanyası sürecinde uygulayacağı dış politikanın temel ilkelerini ana hatlarıyla ortaya koydu; uluslararası anlaşmalara geri dönme, uzun süredir devam eden ittifakları canlandırma, ABD'nin Ortadoğu'daki askerî varlığını azaltma ve demokrasinin teşvik edilmesine ve savunulmasına öncelik verilmesi. Ayrıca, Biden deneyimli danışmanlardan oluşan bir dış politika ekibine sahip. Bu da “ortak aklın” işletileceği yorumlarını beraberinde getirmektedir. Eski Başkan Obama döneminde Dışişleri Bakanlığında politika ve planlamadan sorumlu direktör olarak görev yapan Jack Sullivan’ın yanı sıra hem Cumhuriyetçi George W. Bush hem de Demokrat Bill Clinton döneminde üst düzey dış politika görevlerinde bulunan Nicholas Burns bu ekipte yer alıyor. Obama döneminde dışişleri bakan yardımcısı ve ulusal güvenlik danışmanı yardımcısı olarak görev yapan Antony Blinken da ekipte yer alan deneyimli isimlerden. Çalıştığı ekip de dikkate alındığında, Biden için “İkinci Obama” yakıştırmaları yapılsa da Biden’ın Obama’nın tüm politikalarını aynı şekilde benimseyeceğini varsaymak doğru değil ve geçen dört yılda da çok şey değişti. Bu durum ABD-İran ilişkileri için de geçerli.

Biden Dönemi “Détente” Beklentisi
8 Mayıs 2018’de JCPOA (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) olarak bilinen Nükleer Anlaşma’dan ABD’yi tek taraflı olarak çeken Trump, İran'dan tüm nükleer silah çalışmalarını Uluslararası Atom Enerjisi Ajansına (IAEA) bildirmesini ve ağır su reaktörleri dâhil olmak üzere uranyum zenginleştirme çalışmalarını sonlandırmasını, balistik füze üretmeye son vererek nükleer başlık taşıma kapasitesindeki füzelerini denemeyi ve geliştirmeyi durdurmasını istemekteydi. Ayrıca İran’dan Lübnan Hizbullahı, Hamas ve Filistin İslami Cihat da dâhil olmak üzere “terör gruplarına” yardımı kesmesini isteyen Trump; Yemen'deki isyancıları desteklemekten vazgeçmesi, İsrail'i tehdit etmeyi durdurması ve Suriye'den bütün güçlerini çekmesi gerektiğini de söylemekte, İsrail ve Körfez’i rahatsız eden bölgesel yayılmacılığını da hedef almaktaydı.

Cumhuriyetçiler ile Demokratların ender ortak noktalarından biri olan İran rejimi karşıtlığına rağmen Cumhuriyetçi Ronald Reagan'dan Demokrat Barack Obama'ya kadar her iki partiden ABD Başkanlarının Tahran yönetimi ile bazı noktalarda uzlaşı ya da ilişkilerde bir yumuşama (détente) arayışında olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla diplomaside güvenirliğin gerekliliğine vurgu yapan Biden da pek çok defa Nükleer Anlaşma’ya geri döneceğini ifade etmiş ve İran ile bir yumuşama arayışı içinde olacağının sinyallerini vermiştir. Ancak bunun belli koşullara bağlı olduğu düşünülmektedir. Biden’ın Dışişleri Danışmanı Antony Blinken, Joe Biden’ın İran ile yeni ve iyileştirilmiş bir anlaşma arayacağını söylerken “İran, mevcut anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerine tam olarak uymak zorunda kalacak. Eğer bunu yaparsa sonrasında Biden yönetimi de yeniden uyum içinde anlaşmaya dönecek. Fakat bunu daha uzun vadeli bir anlaşma yapmak için bir platform olarak kullanacağız.” dedi. Böylece Blinken açık bir şekilde mevcut anlaşmanın Biden yönetimi tarafından da yeterli görülmediğini ortaya koydu. Dolayısıyla Walter Russell Mead’in ifadesiyle Biden “İkinci Obama” olmayacağını İran konusunda da gösterecektir.

Ayrıca, ABD'nin İran özel temsilcisi Elliot Abrams’ın da ifade ettiği gibi Tahran önemli tavizler vermediği sürece Biden yönetiminin Nükleer Anlaşma’ya yeniden dönmesi mümkün değil. Bu, ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’ne yeniden katılmasından farklı biri durum. Dolayısıyla Biden yönetimi İran ile herhangi bir müzakerede yeni tavizler elde etmek için Trump yönetiminin yaptırımlarını kullanmaya devam edecektir. Ayrıca bazı yaptırımlar insan hakları, terörle mücadele yaptırımları ile ilgili. Bunlar doğrudan İran’ın nükleer faaliyetleri ile ilgili olmadıkları için İran tarafında bazı davranış değişiklikleri olmadan kaldırılmaları da zor.

Demokratlar tarafından Trump’ın İran politikasına yönelik “maksimum baskı” stratejisinin istenen sonuçları vermediği, İran'ın nükleer programını ve balistik füze programını durdurmadığı ve bölgesel saldırganlığını engelleyemediği, İran'ın Nükleer Anlaşma’dan ve Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması'ndan (NPT) çekilebileceği ve böylece nükleer silah kapasitesini daha özgürce arttırabileceği, bunun da ABD’yi İran’a yönelik askerî bir müdahaleye zorlayabileceği yönünde eleştiriler getiriliyorduysa da görünen o ki İran bazı politika değişikliklerine gitmeden, tavizler vermeden Biden döneminde de ABD ile ilişkilerini birdenbire yumuşatamayacaktır. Biden’ın gelişi ile bir “détente” beklentisi olsa da bunun için hâlâ ABD-İran ilişkilerinde bazı zorlu süreçlerin aşılması gerekmektedir. Dolayısıyla İran açısından, Trump seçimi kaybetmiş olsa da Washington ile “müzakere” her koşulda kaçınılmaz görünmektedir.

İran İç Siyasetinde Dönüşüm
ABD başkanlık seçimlerinin döngüsü ve yönetimin değişmesi Tahran üzerinde de etkilere neden olmakta. Görünen o ki İran da yeni Washington yönetimi ile başa çıkabilmek için “ılımlı” veya “sert” bir yönetim işbaşına gelmektedir. Hatırlanacağı gibi Bush döneminde Washington'daki ideolojik güdümlü şahinler, defalarca İran'a karşı askerî eylem çağrısı yaparak Muhammed Hatemi’nin sertlik yanlısı rakiplerine bir zafer kazandırmıştı. 2005 yılında Tahran'ın muhafazakâr belediye başkanı ve eski bir Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) üyesi olan Mahmud Ahmedinejad, cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanarak Hatemi’nin reform dönemini sona erdirdi. Geriye dönüp bakıldığında Hatemi yönetiminin vaatlerini yerine getirememesi, ABD’nin yaklaşmakta olan tehdidi ile birleştiğinde İran'daki güvenlikçi çevrelerinin etkisinin artmasına ve muhafazakârların yükselişine zemin hazırlamıştı.

Benzer şekilde Trump’ın “maksimum baskı” kampanyası da İran siyasetini bir kez daha muhafazakârlar lehine şekillendirmiş, ılımlı Ruhani hükûmetini zayıflatmış; sertlik yanlılarını ve Devrim Muhafazları Ordusunu güçlendirmiştir. 2004 Parlamento Seçimlerinde olduğu gibi, reformcu eğilimli pek çok aday 21 Şubat 2020 Parlamento Seçimlerinde veto edilmiştir. Bu seçimlerde meclisin %79’unu muhafazakârlar oluştururken, eski bir DMO komutanı olan Muhammed Bakır Kalibaf meclis başkanı seçilmiştir. Parlamentonun İran’ın dış politika karar alma mekanizmasında büyük bir rolü olmamakla beraber, İran siyasetinde muhafazakârların/radikallerin yükselişi, Nükleer Anlaşma’nın geleceği açısından önemlidir.

Tahran yönetimi açısından her ne kadar Biden, Trump’a göre tercih edilir bir başkan olsa ve   Nükleer Anlaşma’ya döneceğine dair ifadeler kullansa da İran, Biden’ın uygulayacağı politikalara da temkinli yaklaşmaktadır. Devrim Rehberi Ali Hamaney Twitter hesabından yaptığı açıklamada “ABD'deki durum ve seçimlerle ilgili söyledikleri bir gösteri! Bu, ABD'deki liberal demokrasinin çirkin yüzünün bir örneğidir. Sonuç ne olursa olsun, bir şey kesinlikle açıktır; ABD rejiminin siyasi, medeni ve ahlaki düşüşü.” diyerek ABD yönetimlerine güvenmediğini ortaya koymuştur. Cumhurbaşkanı Ruhani ise ABD yönetiminin rotayı değiştirmeyi seçmesi durumunda bunun sahadaki gerçekleri değiştirebileceğini ancak İran'ın en kötüye hazırlanacağını söyleyerek daha ılımlı bir tavır takınsa da henüz rahat bir nefes almak için koşulların oluşmadığının farkındadırlar.

Sonuç olarak İran, Biden dönemi ile birlikte pozisyonunu yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaktır. Bu da Nükleer Anlaşma’yı ihlal etmeye devam etmek ya da taahhütlerine geri dönerek ABD ile müzakere masasına oturarak anlaşmanın yenilenmesini kabul etmek anlamına geliyor. Bu karar nükleer dosya ya da diğer önemli ulusal güvenlik konularında olduğu gibi sistemin (establishment) ortak kararı ile verilecektir. Dolayısıyla İran’ın 2021 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerini de etkileyecek olan bu zorlu süreç, yeni İran cumhurbaşkanının da “muhafazakâr” ya da “reformist/ılımlı” olmasında belirleyici olacaktır.