Biden’ın Cidde Ziyareti ve Sonuçları

ABD Başkanı Joe Biden’ın oldukça geç gelen Ortadoğu ziyareti, Rusya-Ukrayna savaşının yansımalarının ve Rusya’ya karşı ciddi bir üstünlük sağlama ihtiyacının zorunlu kıldığı bir ziyaret olmuştur. Ziyaret, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasından beş ay sonra gerçekleşmiştir ve ABD ile Avrupa ülkelerinin Ukrayna'daki savaşı Rusya’ya karşı bir yıpratma savaşına dönüştürme girişimleri başarısız olmuştur. Nitekim Rusya, hâlâ iyi bir ekonomiye sahiptir ve Batı ülkelerinin uyguladığı ekonomik yaptırımlardan etkilenmemiştir. Aksine, saldırının başlamasından beş ay sonra ABD ile Avrupa ekonomileri, petrol fiyatlarındaki artışın eşlik ettiği bir durgunluğa girmiştir. Hatta Rusya'nın Avrupa'yı gaz ve petrolden mahrum etme tehditleri gelecek kış mevsimi için büyük endişelere neden olmuştur.

Tüm bu gelişmeler, Biden'ın başta Suudi Arabistan olmak üzere Ortadoğu ülkeleriyle olan ilişkilerinde eski yaklaşımından vazgeçmesine ve seçim kampanyasında seçmenlerine verdiği, Suudi Arabistan’a bir parya ve uluslararası olarak tecrit edilmiş bir devlet olarak davranma sözünü unutmasına neden olmuştur. Biden, Suudi Arabistan'a yaptığı ziyaretin gerekçesi olarak, ABD’nin ulusal güvenliği ve ekonomisi yararına elde edilecek olağanüstü faydaları ve bunların İsrail ile normalleşme sürecinde nasıl ciddi katkı sağlayacağını, İran'ın bölgedeki tehditlerine karşı bir "Arap NATO" ittifakı içerisinde İsrail ile müttefik Arap ülkelerinden oluşan bir kalkan oluşturulacağını dile getirmiştir.

Biden Ortadoğu Ziyaretinden Ne Ummuştur?
Joe Biden'ın Ortadoğu ziyaretinden önce ABD’nin birçok medya kuruluşu, bu ziyaretin amacının Riyad ile ilişkileri düzeltmek, Suudi Arabistan’ı fiyatları düşürmek için daha fazla petrol üretmeye zorlamak, Rusya'nın petrol ihracatını azaltmak, Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşmeye ilişkin daha fazla destek sağlamak ve İran meselesini masaya yatırmak olduğunu belirtmiştir. Biden, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri liderlerinin yanı sıra Mısır, Ürdün ve Irak liderleriyle gerçekleştirdiği Cidde Konferansı’nda, Obama döneminde bazı taahhütlerden vazgeçilmesinden dolayı Arap rejimlerinde oluşan korkuları gidermek amacıyla ABD'nin Ortadoğu'yu "terk etmeyeceğini" ve Çin, Rusya veya İran'ın bölgede oluşan boşluğu doldurmasına izin vermeyeceğini vurgulamıştır.

Biden ayrıca, Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a (MbS) karşı gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi konusundaki söyleminin tonunu yumuşatmıştır ancak Suudi Arabistan'ın tepkisi, güçlü ve direkt olmuştur. Bir Suudi yetkiliye göre Suudi Veliaht Prens, Biden'a Irak'taki Abu Gureyb cezaevini, eski Irak rejiminin kitle imha silahlarına sahip olduğuna dair ABD’nin iddialarını ve yine ABD’nin ABD vatandaşı Filistinli gazeteci Şirin Ebu Akile’nin öldürülmesinden dolayı İsrailli yetkilileri bu olaydan sorumlu tutmamasını hatırlatarak yanıt vermiştir.

Biden’ın ziyareti sırasında Suudi Arabistan, kendisinin bölgedeki ve dünyadaki rolünün önemi ve ABD’nin bölge güvenliğine dair taahhüdü konularında ABD’nin teyidini almayı başarmıştır. Öte yandan Biden'ın MbS ile görüşmesi, onun meşruiyetini ve tahta geçmek için uygunluğunu tanıması ve ABD’nin MbS üzerindeki "diplomatik vetosunun” kaldırılması anlamına gelmiştir.

Dört ay sonra yapılacak ara seçimler ve yaklaşan başkanlık seçimleri Biden’ı Ortadoğu ziyaretinde somut bir başarı elde etmeye itmiştir. Bu nedenle Biden, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı nedeniyle yükselen petrol fiyatlarını düşürme konusunda Riyad'ı ikna etmeye çalışmış, bu şekilde kendisinin ve partisinin popülaritesini artırmayı ve ABD’deki şiddetli enflasyonu dizginlemeyi hedeflemiş ama üretimi artırma konusunda Riyad'dan taviz alamamıştır. Ancak bu ziyarette Biden, Suudi Arabistan’dan iki önemli konuda başarı sağlamıştır. Birincisi, Suudi Arabistan’ın hava sahasının İsrail uçuşlarına açılmasıdır ve kanaatimce bu, normalleşmenin ilk aşamasını teşkil etmektedir. İkincisi ise Suudi Arabistan’ın petrol üretiminde hafif bir artış yapacağını vadetmesidir. ABD’nin Suudi Arabistan’ı petrol üretimini daha fazla artırma konusunda ikna edememesi, Cidde Konferansı’nın sona ermesinden birkaç gün sonra petrol fiyatlarının %4,5 oranında artmasına neden olmuştur. Nitekim Brent ham petrol fiyatları 105,6 dolara ulaşırken, WTI ham petrol vadeli işlemleri fiyatı varil başına 101,66 ABD dolarına yükselmiştir.

Cidde Konferansı’nda Suudi Arabistan'ın ilk kez ABD'nin petrol üretimini artırma talebine yanıt olarak çok cesur bir duruş sergilediğini görmekteyiz. Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Suudi Arabistan'ın OPEC+ kararlarına bağlı olduğunu açıklamıştır ve bu, Suudi Arabistan’ın Rusya’ya verdiği sözleri tutacağı anlamına gelmektedir. Hatta küresel petrol fiyatlarını düşürmede etkili olması düşünülmeyen petrol üretiminde günlük 650 bin varillik sembolik ve hafif artış bile, teknik zorluklar nedeniyle üretimi bir miktar etkilenen Rusya ile anlaşma çerçevesinde kararlaştırılmıştır.

Riyad ve Tel Aviv arasındaki olası yakınlaşma konusunda ise Biden, Suudi Arabistan'ın İsrail ile normalleşme konusundaki pozisyonunun, Filistin'in kendi toprakları üzerinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devlet kurma hakkı konusunda somut ilerleme elde etmekle bağlantılı olduğunu görmüştür. Konferansa katılan tüm Arap liderler, yaptıkları konuşmalarda Filistin meselesinde Suudi Arabistan ile aynı pozisyonda olduklarını belirtmişlerdir.

Yukarıdakilerden hareketle, Ortadoğu gezisinin Biden'ı zayıflattığını, MbS’yi güçlendirdiğini ve bu ziyarette en büyük kaybedenin Joe Biden olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Amerikan kamuoyu yoklamalarında Biden'ın kamuoyu desteğinin %33'e düştüğü açıkça görülmüştür.

Ortadoğu’da Siyasetin Değişen Doğası
Görünüşe göre Joe Biden, Ortadoğu ülkelerinin yıllardır ABD ile muhatap olan aynı ülkeler olduğu hayaliyle bölgeyi ziyaret etmiştir. Dolayısıyla bu eski siyasi zihniyet, son yıllarda Arap ülkelerinin politikalarında meydana gelen gelişmeler nedeniyle Biden'ın söz konusu acil ziyaretten beklentilerini elde edememesine neden olmuştur ve Biden’ı ciddi bir başarısızlığa uğratmıştır. Bugün Irak ve Suriye gibi, İran ve Rusya’ya esir düşen ülkeler başta olmak üzere Ortadoğu'daki pek çok Arap ülkesi ya başarısız devletlere dönüşmüştür ya da başarısızlığa doğru sürüklenmektedir. Mısır’ın siyasi sistemi ise Suudi Arabistan ve BAE'ye bağımlı hâle gelmiştir. Libya, Kaddafi rejimine karşı yapılan devrimin yansımalarından hâlâ kurtulamamış, bölgesel ve uluslararası taraflara bağlı silahlı milisler arasında devam eden bir iç savaşa sürüklenmiştir. Cezayir ve Fas neredeyse bitmeyen ihtilaflarla meşgulken Tunus, siyasi bocalama nedeniyle yavaş yavaş başarısız devletler kulübüne girmektedir. Ürdün ise ekonomik krizlerden ve kraliyet ailesi içindeki çekişmelerden mustariptir. Dolayısıyla başarısız olmuş ya da başarısız olma yolunda ilerleyen devletlerden oluşan bir Ortadoğu ile karşı karşıyayız. Ortadoğu’nun siyasi arenasında başta BAE ve Suudi Arabistan olmak üzere gittikçe öne çıkan Körfez ülkeleri kalmıştır ve bugün, Arap pozisyonundan bahsedildiğinde özellikle bu iki ülkenin pozisyonundan söz edilmektedir.

Bununla birlikte Washington’un son yıllarda bölgedeki politikalarını değiştirmesi, ABD’nin Ortadoğu'daki misyonunu İsrail'in devralmasının ve Körfez ülkelerinin savunmasında İsrail'in bir alternatif hâline getirilmesinin önünü açmıştır. ABD’nin bölgeden çekilmesi, Washington tarafından İsrail'in Ortadoğu ülkeleri arasında bu konumu alması için adeta planlanmış gibidir. Tüm bunlar, Körfez ülkelerinde, ABD yönetiminin önermelerine ve yönelimlerine karşı isyan etmeleri için yeni politikaların ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur ve Arap ülkelerinin bu eğilimi, Ukrayna'da savaş konusundaki pozisyonlarında zuhur etmiştir. BAE ve Suudi Arabistan'ın başını çektiği Körfez ülkeleri, Rusya’nın Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Rusya'ya yapılan ekonomik boykota davet edilmelerine rağmen, ABD'nin Rusya ve Çin ile olan çatışmasında tarafsız bir tavır almıştır. Arap ülkelerinin bu aleni tarafsızlığı, ABD ile olan ilişkileri pahasına, çeşitli açılardan Rusya ve Çin’in yanında yer almaya daha yakın görünmektedir.

Ayrıca Ortadoğu halkları, ABD’ye son zamanlardaki pozisyonlarından dolayı güçlü bir nefret beslemektedir ve yoksulluk, siyasi kargaşa ve siyasi tiranlığın artması gibi içinde bulundukları kötü durumun nedenlerini, bölgedeki otoriter rejimleri destekleyen ABD'ye bağlamaktadır.

Arap Baharı devrimlerini, güç kullanarak bastıran Arap rejimlerin çoğu, büyük ölçüde otoriter rejimlere dönüşmüştür ve Amerikan modelinden çok Çin ve Rus modeline daha yakın hâle gelmiştir. Ne de olsa Çin ve Rusya, insan hakları veya vatandaşların siyasi ve sosyal haklarıyla ilgili konularda bu ülkelere baskı yapmamaktadır. Hatta Arap rejimleri, Çin ve Rusya'nın kendi halklarını yönetme biçimlerine hayranlıkla bakmaktadır ve bu iki ülkenin konumlarına daha fazla güvenmeye başlamıştır. Sonuçta bir yandan Arap devrimleri ve diğer yandan İran tehditleri karşısında yalnız bırakarak Arap rejimlerini terk eden ve bu ülkelerden askerî güçlerini geri çeken ABD'nin aksine Çin ve Rusya, müttefiklerini terk etmeyen ülkeler olduklarını göstermiştir.

Tüm bunlar, Arap bölgesinde iki etkin ülke olan BAE ve Suudi Arabistan’ın, ABD ve Avrupa ülkelerinin petrol politikalarına veya uluslararası ittifaklarıyla ilgili taleplerine karşı isyan etme cesaretine sahip olmalarını sağlamıştır.

İsrail Açısından Arap NATO'su
Yukarıda sözü edilen tüm parametrelere dayanarak, ABD'nin Ortadoğu'ya geri döndüğüne ve onu koruyacağına dair Biden'ın açıklamaları, Körfez ülkelerine güven vermemiştir ve Körfez ülkeleri ABD'nin İsrail'i kendilerini ve bölgeyi korumak için bir alternatif olarak sunduğunu görmeye başlamıştır. Çünkü bu ülkeler, ABD’nin İran'la herhangi bir askerî çatışmadan kaçınma yönündeki mevcut yönelimlerinin devamı hâlinde, ABD’nin desteği olmadan İsrail'in tek başına İran'a karşı koyabileceğine inanmamaktadır. Bu temelde, İran'a karşı Körfez ülkeleri, ABD’nin aktif taraf olmadığı açık bir ittifak kurmaktan ve İran ile bölgede faaliyet gösteren milislerine karşı dayanamayacakları bir askerî çatışmaya girmekten kaçınmakta, İran'a karşı İsrail ile kurulacak herhangi bir askerî ittifak projesi hakkında konuşmayı reddetmektedir. Bu nedenle İran’a, gelecekte ilişkilerin düzelebileceğine dair güven mesajları gönderilmiştir. İranlı ve Suudi yetkililerin birden fazla kez açıkladıkları üzere, Irak'ta iki ülke arasında yapılan dolaylı görüşmeler ilişkilerin doğru yönde ilerlediğini göstermektedir. Bu bağlamda, Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Cidde Zirvesi’nin sonunda, İsrail ile herhangi bir askerî veya teknik iş birliğinin görüşülmediğini, Arap NATO'su gibi bir önermenin olamayacağını ve İran meselesinde tercih edilen yolun diplomatik çözüm olduğunu vurgulamıştır.

Körfez ülkeleriyle İsrail arasındaki askerî ittifak konusunu askerî ve teknik bir bakış açısıyla tartışacak olursak, bunu başarmanın önünde pek çok engelin bulunduğunu görebiliriz. Nitekim İsrail Savunma Bakanı, İsrail'in İran’ın füze ve insansız hava araçları saldırılarına karşı koymak için bölge ülkelerinin hava savunma sistemlerini İsrail’in hava savunma sistemine bağlamak istediğini söylemiştir. Ancak İsrail uçaklarının dost uçaklar olarak kabul edilmesi, bunların bölge ülkelerin hava sahasına girmesi engeliyle karşılaşmaktadır. Bu, Arap ülkelerinin savunma şifreleme sistemini askerî bakımdan açıkta bırakmaktadır ve Arap ülkeleri, İsrail ile normalleşme anlaşmalarıyla bağlı olmalarına rağmen böylesi bir sonucu reddetmektedir.

Askerî uzmanlara göre, bölge ülkelerinin savunma sistemleri arasında böylesi bir bütünleşmenin son derece karmaşık ve zor olduğunu, kurulması için uzun zaman gerektiğini söylemeye bile gerek yoktur. Hava savunma sistemlerinde böylesi bir koordinasyon ancak çok uzun zaman önce kurulan NATO ülkeleri düzeyinde bulunmaktadır. Sadece hava savunma düzeyinde bu denli zorluklar bulunurken, nasıl bir kara ve deniz askerî ittifakı kurulabilecektir? Elbette bu, daha zor ve karmaşık olacaktır. Bu nedenle Tel Aviv, ABD Başkanı Joe Biden'ın Suudi Arabistan ziyaretinden ve Cidde Zirvesi’nin sonuçlarından dolayı hayal kırıklığına uğramıştır. Nihayetinde ne İsrail liderliğinde bir Arap NATO'su ne İran'a karşı bölgesel bir ittifak ne de Suudi Arabistan ile İsrail arasında yakın zamanda bir normalleşme olmayacaktır.

Bölge Ülkeleri Cidde Konferansı’ndan Ne Kazanmıştır?
Cidde Konferansı’nın sonuçları ABD için çok tatmin edici olmamıştır ve İsrail bundan dolayı hayal kırıklığına uğramıştır. İsrail’in Filistin meselesinde bedel ödemeden bölge ülkeleriyle askerî normalleşme planları suya düşmüştür. Burada Arap ülkeleri ve özellikle Körfez ülkeleri, ABD ile stratejik ilişki kurmanın ehemmiyetinin farkında olmasına rağmen, Washington'a iradeden yoksun tebaa mantığıyla değil, "dost ve hasım" mantığıyla yaklaşmışlar; ABD ile İsrail'e bedelsiz taviz verilmeyeceği konusunda net mesajlarda bulunmuşlardır. Böylece, uzun zamandır ABD’ye uluslararası konularda mutlak bağımlılığın ardından ilk kez, ABD'nin artık dünyayı kontrol eden tek kutup olmadığını, ABD ile bir hasımlık ilişkisi kurma hakkına sahip olduklarını ve çıkarları doğrultusunda hizalanabileceklerini göstermişlerdir. Nitekim bugün, Çin ve Rusya gibi dünyanın iki farklı kutbu daha bulunmaktadır ve bölge ülkeleri, pozisyonlarını kendileriyle ittifak kurulması karşılığında birçok bedel ve taviz talep eden ABD yerine bu iki ülkeyle koordine edebilmektedir.

Mısır konusunda ise Biden, her fırsatta gündemde tuttuğu insan hakları konusunu, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile görüştüğünde dile getirmekten kaçınmıştır. Dolayısıyla Arap ve Körfez ülkelerindeki rejimler, Biden'ın önceki tehditlerinin içi boş sloganlardan ibaret olduğunu ve Cidde Konferansı’ndan galip çıktıklarını düşünmektedir.

Hâlen İran'ın pozisyonlarına tutsak olan Irak konusunda ise “uzatmalı” Başbakan Mustafa el-Kazımi liderliğindeki hükûmet, Arap dünyasına yönelerek bu tutsaklıktan kurtulmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda el-Kazımi, Suudi Arabistan ile İran arasındaki sürüncemede kalan sorunları çözmek için kendisini bir aracı olarak sunmayı başarmış ve bu yönde somut başarılar elde etmekten sorumlu olduğunu ifade etmiştir. Aynı zamanda önceki başbakanlardan farklı olarak Arap dünyasına açık olan ilk başbakan olduğundan Arapların desteğini alabilmiştir. Öte yandan Cidde Konferansı’nda, konferansa katılan ülkelerin İsrail ile normalleşme ve İran'a karşı askerî bir ittifak oluşturma konularını tartışamamasından yararlanmıştır. Bu yönelim, Irak'ın içinden geçmekte olduğu derin siyasi kriz nedeniyle el-Kazımi’nin görev süresini yenileme ihtimalini artırmaktadır.

İran'ın Irak'la sık sık pazarlık konusu ettiği İran'dan ithal edilen elektriğe bağımlılıktan kurtulma yolunda ilerleyen el-Kazımi’nin çabaları, Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinden elektrik ithalatının onaylanmasıyla başarıya ulaşmıştır. Böylece el-Kazımi, Irak'ta güçlü bir nüfuza sahip olan İran ile Irak'a cömert mali destekler veren ve yatırım vadeden Arap ülkeleri arasında denge kurmaya çalışmaktadır.

Cidde Konferansı’nın sonuçları çerçevesinde, ABD'yi dünyanın en güçlü kutbu olmaktan çıkaran uluslararası dönüşümlerden yararlanan daha bağımsız bir Arap pozisyonunun şekillenmeye başladığı konusunda iyimser olabilir miyiz? ABD, Ortadoğu'da Çin ve Rusya'ya karşı mevcut aşamada kaybetmiş midir? Arap ülkeleri ABD ile olan göbek bağını kesme aşamasına gelebilmiş midir? Arapların önümüzdeki birkaç ay içinde atacakları adımları görmeden bu soruların yanıtlanması zordur. Kendi halklarını demir yumrukla yönetmeye devam ettikleri sürece bu ülkelerin Amerikan bağımlılığından çıkabileceklerine şüpheyle yaklaşmaktayız. İyimser açıdan bakıldığındaysa Arap ülkeleri, yeni politikalarıyla bölgedeki sorunların çözümüne hizmet etmek için büyük uluslararası çatışmalardan yararlanmaya başlamışlardır ve bu, gelecekte daha da yararlanılabilecek olumlu bir gelişme niteliği taşımaktadır.