Cezayir-Fas Rekabetinin Jeopolitik Motivasyonları

Cezayir yönetimi, komşu ülke Fas ile 24 Ağustos 2021’den itibaren diplomatik ilişkilerini kestiğini açıkladı. Cezayir Dışişleri Bakanı Ramtan Lamamra, karara ilişkin detay vermeyip “Fas Krallığı’nın Cezayir’e karşı düşmanca faaliyetlerinden hiçbir zaman vazgeçmediğini” söylemekle yetindi. Bu bakış açısı, iki ülke arasında son dönemde artan ihtilafların ötesinde, köklü bir bölgesel jeopolitik rekabete işaret etmektedir. Söz konusu rekabet temel olarak iki güçlü komşu ülkenin Batı Akdeniz, Mağrip ve Sahel jeopolitiğindeki nüfuz mücadelelerinden kaynaklanmaktadır. İki ülke arasındaki mücadelenin Ortadoğu’daki ve dünya siyasetindeki siyasi bloklaşmaların bir iz düşümü olduğu da belirtilmelidir.

Tarihî Arka Plan

Mevcut Cezayir-Fas rekabetinin kökenleri, 13. yüzyılda Fas’taki Merinî Hanedanı ile Cezayir’deki Abdulvâdî/Zeyyânî Hanedanı arasındaki rekabete kadar uzanmaktadır. Bu rekabete o dönemde, Tunus’taki Hafsî Hanedanı da dâhildi. Bölgedeki tarihsel rekabeti bugüne taşıyan en temel faktör ise Fas’ın “Büyük Fas” (Mağrib el-Kebir) idealini canlı tutmasıdır. Tarihsel ve doğal sınırlarının Senegal ve Nijer’e kadar uzandığını iddia eden Fas, söz konusu sınırların kolonyalist güçlerce ihlal edildiğini öne sürüyordu. Cezayir’in güneybatısında yer alan Beşar ile Tinduf arasındaki bölge de Büyük Fas ideali kapsamında Rabat’ın egemenlik iddia ettiği topraklardı. Fas Kralı ile Cezayir Ulusal Kurtuluş Hareketi liderleri Temmuz 1961’de bir araya gelerek iki ülke arasındaki sınır anlaşmazlıklarının çözümünü Cezayir bağımsız olana dek erteleme konusunda anlaştılar. Cezayir böylece ihtilaflı sınırların varlığını zımnen kabul etse de 1962 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından toprak bütünlüğünden taviz verilmeyeceğini açıkladı. Fas yönetimi mevzubahis bölgenin tarihsel olarak kendi sınırları içerisinde kaldığını savunmaya devam ederken Cezayir yönetimi, Afrika Birliği Teşkilatının yeni çatışmalara mahal vermeme ilkesinden hareketle alınan “kolonyal dönemde çizilen sınırlara riayet edilmesi” yönündeki kararına dayanıyordu. Karşılıklı ithamlarla gerilen ilişkiler, 1963’te iki ülke arasında Kum Savaşı’na (Harb er-Rimâl) yol açacak noktaya geldi. Her iki taraftan yüzlerce askerin hayatını kaybetmesiyle neticelenen çatışmaların ardından Etiyopya İmparatoru Haile Selassie ve Mali Cumhurbaşkanı Modibo Keita’nın ara buluculuğunda barış müzakereleri tertip edildi ve nihayet 30 Ekim 1963’te ateşkes ilan edildi. Genel olarak sınırdaki statüko korundu ve çiçeği burnunda Afrika Birliği Teşkilatı ilk çok uluslu barış gücünü burada oluşturan askersiz bölgeye sevk etti.

Cezayir Cumhurbaşkanı Huari Bumedyen’in 1969’da Fas’ı ziyaret etmesi, ilişkilerin normalleşmesi açısından önemli bir adımdır. Nitekim 1972’de imzalanan İfran Anlaşması ile Kral İkinci Hasan, Fas’ın Cezayir toprakları üzerindeki egemenlik iddialarından feragat ettiğini açıkladı. Tabii, Fas’ın bu anlaşmayı resmen onaylaması 1989’u buldu. Fas’ın yıllarca egemenlik iddiasında bulunduğu ve uğruna savaştığı topraklardan neden vazgeçtiği sorusunun cevabı ise Rabat yönetiminin egemenlik iddia ettiği bir başka bölgede, Batı Sahra’da gizliydi. Kral İkinci Hasan, Beşar ve Tinduf’la ilgili iddialarından vazgeçerek hem komşu Cezayir ile daha iyi ilişkiler kurabileceğini hem de Cezayir’in Batı Sahra konusunda Rabat’ın yanında olabileceğini varsaymaktaydı. Ne var ki Cezayir’in Batı Sahra politikası Kral’ın beklediği gibi olmayacaktı.

İspanya’nın Batı Sahra’dan çekilmeden önce burada self-determinasyon referandumu tertip edilmesini bekleyen Cezayir, 1975’te bölgenin Fas tarafından ilhak edilmesini onaylamadı ve Batı Sahra’nın bağımsızlığı için mücadele eden Polisario Cephesi’ni desteklemeye başladı. Böylece Fas’ın artan gücünü dengelemek isteyen Cezayir, ilk iş olarak Batı Sahralı mültecileri kabul etti ve Polisario Cephesi’nin Cezayir topraklarında örgütlenip Fas’a karşı faaliyet yürütmesini sağladı. Daha da önemlisi, Polisario Cephesi tarafından ilan edilen Sahra Arap Demokratik Cumhuriyeti’nin (SADC) 1982’de Afrika Birliği Teşkilatına üye olarak kabul edilmesine ön ayak oldu. Fas, bu karara tepki olarak 2017’ye kadar Afrika Birliği üyeliğinden çekildi.

SADC, Cezayir’den aldığı desteği karşılıksız bırakmayarak bu ülke ile “organik bağını” sürdürdü. 2016’da Polisario Cephesi genel sekreteri ve SADC devlet başkanı seçilen İbrahim Gali’nin, selefleri gibi ilk resmî ziyaretini Cezayir’e gerçekleştireceğini açıklaması, Fas medyasında Polisario Cephesi’nin “patronuna koşulsuz sadakati” şeklinde yorumlandı. Gali’nin bu ziyaret sırasında Cezayir Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı tarafından karşılanması ise Cezayir hükûmetinin Fas’a yönelik siyasi ve askerî mesajının açık bir işareti olarak değerlendirildi.

Polisario Cephesi’nin ve onun ilan ettiği devletin uluslararası alandaki ana hamisi olduğunu gizlemeyen Cezayir, Batı Sahra’da Cezayir yanlısı bağımsız bir devletin egemenlik sağlaması durumunda hem bölgede Fas’a nispetle gücünü artırmış olacak hem buradaki kaynaklardan (bilhassa fosfat) istifade edebilecek hem de Atlas Okyanusu’na açılım sağlayabilecektir.

1989 yılında beş Mağrip devletinin (Cezayir, Fas, Libya, Moritanya ve Tunus) Marakeş Anlaşması’nı imzalamasıyla kurulan Arap Mağrip Birliği, bölgesel istikrar ve iş birliğini artırma yönünde kritik bir adım olmasına rağmen yine Cezayir-Fas rekabetinin etkisiyle işlevsiz bir örgütlenme olarak kaldı. Cezayir’de rejimle çatışan Cemaat el-İslamiye el-Müsellaha’yı desteklediği yönündeki ithamları reddeden Fas, tam tersine bu örgütle beraber Cezayir istihbaratının Marakeş’teki terör saldırısında parmağının olduğunu iddia etti. Karşılıklı ithamların akabinde iki ülke arasındaki sınırlar 1994’te kapatıldı ve o tarihten bu yana bir daha açılmadı. İki ülke, birbirlerinin terör örgütlerini destekleme ve uyuşturucu kaçakçılığına izin verme gibi karşılıklı ithamlarını 2000’li yıllarda da sürdürdü.

Son Durum

Fas’ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimî Temsilcisi Ömer Hilali’nin Temmuz 2021’de Cezayir’deki Kabîliye Emaziğleri’nin self-determinasyon hakkını savunan açıklamalar yapması, ikili ilişkilerdeki olağan gerilimi yeni bir aşamaya taşırken aynı dönemde Fas’ın İsrail ile diplomatik ilişkilerini normalleştirme kararı ve İsrail’in Afrika Birliğine gözlemci olarak kabul edilmesi Cezayir-Fas restleşmesinin bir diğer turnusolü oldu. Fas, İsrail’in gözlemci üye olarak kabulünü onaylarken Cezayir, tam aksine bu karara şiddetle itiraz etti ve diğer Afrika devletlerinin de aynı şekilde karara muhalefet etmesi için lobi faaliyeti yürüttü. Son olarak Cezayir yönetimi, Ağustos 2021’de ülkenin batısındaki Kabîliye bölgesinde yoğunlaşan orman yangınlarından Fas ve İsrail bağlantılı grupları sorumlu tuttu. Cezayir hükûmetine göre muhalif Reşad Hareketi ve Emaziğ milliyetçisi Kabîliye Self-Determinasyon Hareketi (Mouvement pour l’autodétermination de la Kabylie), “dış unsurlardan, bilhassa Fas ve İsrail’den (orijinal ifade ile ‘Siyonist oluşumdan’) destek alarak” orman yangınları çıkarmışlardı. Bu ithamlar, Cezayir-Fas ilişkilerindeki kopmanın sinyallerini veriyordu. Zira orman yangınlarıyla ilgili olarak 19 Ağustos’ta Cezayir Cumhurbaşkanlığından yapılan mevzubahis açıklamada, “Fas tarafından Cezayir’e karşı kesintisiz biçimde devam eden düşmanca eylemler, iki ülke arasındaki ilişkilerin gözden geçirilmesini gerektiriyor.” ifadesi yer almaktaydı. Bu açıklamadan beş gün sonra Cezayir Dışişleri Bakanı Ramtan Lamamra bir basın toplantısı düzenleyerek Fas ile diplomatik ilişkileri nihayete erdirme yönünde bir karar aldıklarını resmen açıkladı.

Her iki ülke de mevcut durumun sorumlusu olarak diğerini itham etmeyi sürdürüyor. Faslı yetkililere göre Fransa’ya karşı Cezayir’in bağımsızlığını destekledikleri hâlde Cezayir bu desteğe “minnettarlık” göstermeyip tam tersine Batı Sahra meselesinde Fas’a karşı cephe aldı ve antlaşmalara sadık kalmayarak Batı Sahra’da “kukla devlet” kurmaya kalktı. Rabat’a göre Cezayir öncelikle Fas’ın toprak bütünlüğüne yönelik bu tarz tehditlerden ve Fas’ı izole etmeye yönelik “bölgesel hegemonya” çabalarından vazgeçmelidir. Cezayirli yetkililere göre ise Fas, öncelikle Batı Sahra’nın self-determinasyon hakkını tanımalıdır. Ayrıca 1994’teki Marakeş saldırılarında olduğu gibi asılsız biçimde Cezayir’i sorumlu tutma alışkanlığından vazgeçmeli ve resmen özür dilemese dahi geçmişteki bu tür asılsız ithamlardan nedamet duyduğunu bir şekilde ifade etmelidir. 1970’li yıllardan beri her iki ülkeden karşılıklı olarak sınır dışı edilen insanlar için sorumluluk alınmalı ve gerekirse tazminat ödenmelidir. Cezayir’in rahatsız olduğu bir diğer husus, Fas’ın Sahel bölgesini “arka bahçesi” gibi görmesidir. Fas’ın Malili imamları eğitmesi, Tuareg hiziplerine ara buluculuk yapması, Moritanya ve Nijer’e silah tedarik etmesi, bölgeye yönelik Fransız müdahalesini desteklemesi gibi eylemler Cezayir’in bölgedeki nüfuzunu olumsuz etkileyen faktörler olarak görülmektedir. Bu bakımdan Cezayir-Fas rekabeti yalnızca Mağrip bölgesini değil, Sahel bölgesini de yakından ilgilendirmektedir. İki bölgesel güç arasındaki muhtemel bir uzlaşı, Mağrip ve Sahel’in istikrarı için bir katalizör olacaktır.

Cezayir-Fas rekabetinin elbette Mağrip ve Sahel’i aşan bölgesel ve küresel iz düşümleri vardır. Cezayir, ulusal kurtuluş mücadelesinden itibaren Mısır liderliğindeki “devrimci” bloktan destek alırken Fas daha ziyade Körfez monarşilerinin temsil ettiği “muhafazakâr” blokla anılmaktadır. Buna paralel olarak Cezayir, siyasi düzlemde nispeten Moskova’ya daha yakın durup ordusunu Rus silahlarıyla teçhiz ederken Fas başta ABD ve Fransa olmak üzere Batılı güçleri tercih etti. Fas’ın Batı Sahra meselesinde elini güçlendirmek umuduyla İsrail ile normalleşmeyi kabul etmesi de bu tercihin bir neticesidir. Cezayir ile Fas arasında diplomatik ilişkilerin kopmasına dair henüz ABD veya Rusya’dan bir tepki gelmemesi, bölgedeki siyasi-askerî rekabetin kanıksandığına veya büyük ölçekli bir çatışmaya dönüşmedikçe bekle-gör politikasının izleneceğine işaret ediyor.