Rapor

Dışa Bağımlılıktan Millîliğe Türkiye’nin Savunma Sanayii Tecrübesi

Türkiye üzerine yapılan değerlendirmelerde tartışmasız kabul gören belki de ortak tek konu “bu ülkenin, dünyanın en önemli coğrafi bölgelerinden birinde yer aldığı” gerçeğidir. Bu avantajlı “jeopolitik konum”un yanı sıra Türkiye’nin; diğer potansiyel güç unsurlarını oluşturan toplumsal, siyasal, ekonomik ve askerî açıdan ulaşmış olduğu düzey, bütüncül anlamda Türkiye’nin “millî gücü”nü ifade etmektedir. Türkiye, tabii olarak uluslararası ilişkilerini de bu güce dayalı olarak sürdürmektedir. Zira uluslararası politikaların tamamı aslında birer güç politikalarıdır ve ülkeler ancak güçleri nispetinde millî çıkarlarını koruyabilme ve muhataplarına kabul ettirebilme potansiyeline sahiptirler. Bu nedenle Türkiye, uluslararası alanda millî menfaatleri doğrultusunda attığı her adımda bir takım engelleme ve tehditlerle karşı karşıya kalmaktadır. Nitekim Son yıllarda; Irak, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’de almış olduğu inisiyatiflerin, Türkiye’ye yönelik tehditlerin hacmini nasıl boyutlandırdığı ve çeşitlendirdiği açık bir şekilde görülmektedir. Bahse konu güç kavramının can alıcı bileşenlerinden birini oluşturan “askerî güç”, bu konuda merkezî bir gösterge niteliğindedir ve tarih boyunca da bu hep böyle olmuştur. M.Ö. 500’lerde Sun Tzu; “Savaş sanatı, devlet için hayati öneme haizdir. O bir ölüm kalım meselesi, güvenliğe ulaşmanın ya da yok olmanın yoludur” derken, Sun Tzu’dan 2000 yıl sonra Machiavelli de askerî güç konusunda “Her devletin temel kurumlarının varlığı, iyi kanunlara ve güçlü ordulara sahip olmasına bağlıdır. Hükümdar, güçlü ordulara sahip olmadan iyi kanunlara sahip olamaz” demiştir.

Günümüzde de askerî gücün çağın teknolojik gelişimine uygun şekilde modernizasyonunu sağlayan, “savunma sanayii” sektöründe güçlü olan ülkelerin stratejik rekabet üstünlüğüne sahip oldukları ve sorunların üstesinden gelebilme ve sonuca etki edebilme kabiliyetlerinin oldukça yüksek olduğu gözlenmektedir. Bunun aksine savunma ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılayamayan ve bu alanda teknolojik bağımsızlığını kazanamamış ülkelerin ise bağımsızlıkları bile tartışma konusu yapılmakta, savunma sanayii adeta bağımsızlığın bir mührü olarak kabul edilmektedir. Türk savunma sanayiinin “Tam Bağımsız Türkiye” sloganıyla çalışmalarını sürdürmesi tam da bu duruma işaret etmektedir. Bu nedenle millî sanayinin, savunma ve güvenlik ihtiyaçlarını en etkin biçimde karşılayabilme kapasitesine ulaştırılması, her ülke için olduğu kadar ülkemiz açısından da hayati bir öneme haizdir. Anılan bu kapasiteye ulaşmak üzere ülkemizde kurulan “savunma sanayii sistemi”ne geçmeden önce, Türk savunma sanayiinin geçirdiği son derece “ilginç” ve bir o kadar da “dramatik” tarihsel gelişime bir göz atalım.