Doğu Akdeniz’de Potansiyel İş Birlikleri ve Ortaklıklar

Tarihin her döneminde dünya ticaretinin en önemli güzergahlarından biri olan Akdeniz, 21. yüzyılın başından itibaren enerji kaynaklarının taşıma alanı olmasının yanında yeni enerji kaynaklarına sahip bir bölge konumuna gelmiştir. Doğu Akdeniz bölgesinde keşfedilen hidrokarbon rezervleri ile uluslararası dinamikler yeniden şekillenmeye başlamıştır.

Öyle ki; Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Araştırmaları Merkezinin 2010 yılında yayınlamış olduğu iki ayrı raporda Filistin, İsrail, Lübnan, Suriye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni kapsayan Levant Havzası’nda yaklaşık olarak çıkarılabilir 1.7 milyar varil petrol rezervi ve yaklaşık 3.45 trilyon metreküp doğal gaz rezervi bulunduğu belirtilmiştir. Aynı raporda; Nil Havzası’nda ise 1.8 milyar varil çıkarılabilir petrol rezervi ve 6 milyar metreküp sıvılaştırılabilir doğal gaz olmak üzere toplamda çıkarılabilir 6.3 trilyon metreküp doğal gaz rezervinin olduğuna yer verilmiştir. Yeni keşfedilen rezervler ile birlikte bölge, enerji nakil rotası olmasının yanında, enerji kaynağı olma özelliği kazanmıştır.

Mevcut iş birlikleri
Keşfedilen rezervlerin büyüklüğü bölgesel dinamiklerin yeniden şekillenmesine yol açmıştır. Değişen dinamikler, enerji rekabetinin ve ihtilaflı konuların giderek artmasına ve krizlerin derinleşmesine sebep olmuştur. Keşfedilen hidrokarbon rezervleri ile enerji bağımlılığını sona erdirmek isteyen bölge ülkeleri arasındaki rekabet, deniz yetki alanlarının belirlenmesi, çıkarılacak rezervlerin hangi güzergahtan geçerek satışının yapılacağı konusundaki anlaşmazlıklar ve enerji talebi yüksek olan Avrupa ülkelerinin enerjide bağımlı durumda oldukları Rusya’ya alternatif olarak yeni pazar arayışlarına girmesi krizi derinleştiren başlıca konular olmuştur.

Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre Doğu Akdeniz bölgesindeki hidrokarbon enerji kaynakları üzerinde hak sahibi olan devletler; İsrail, Mısır, Lübnan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Türkiye’dir. Bölgede hukuki olarak söz sahibi ülkeler arasındaki en önemli anlaşmazlıklardan biri deniz yetki alanlarının ve münhasır ekonomik bölgelerin (MEB) belirlenmesidir. Böylece, bölgedeki mevcut krizlere, bulunan yeni kaynakların paylaşımı sorunu da eklenmiş durumdadır. Bu yeni krizin temelinde hidrokarbon ve petrol kaynaklarının paylaşımının olması, sorunun hem ekonomik hem de güvenlik boyutları ile ele alınmasını gerekli kılmaktadır.

Söz konusu krizler çeşitli ittifaklar doğurmuş, bu ittifaklar neticesinde, Türkiye’yi dışarıda bırakan, East-Med ve Vasilikos gibi projeler gündeme gelmiştir. Bu projelerden en büyük ve en kapsamlısı olan East-Med, İsrail’in mevcut rezervlerini küresel piyasalara ulaştırılması üzerine inşaa edilmiştir. Çıkardığı yeni rezervleri sadece Mısır ve Lübnan’a ihraç edebilen İsrail, Avrupa pazarına ve küresel piyasalara ulaşmak istemektedir. Bunun için üç yol mevcuttur; en ucuz ve en makul seçenek, İsrail–Haifa–Ceyhan güzergahı kullanılarak mevcut rezervlerin boru hattı ile Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınmasıdır. Bir diğer seçenek, doğal gazın Mısır’daki LNG tesisleri üzerinden Avrupa’ya taşınmasıdır. Son seçenek ise East-Med projesi ile Yunanistan üzerinden Avrupa’ya ulaşma planıdır. Ancak, daha önce de bahsedildiği üzere yüksek maliyeti ve MEB tartışmaları planı zora sokmaktadır. ABD ve AB’nin projeyi desteklemesi İsrail, Yunanistan ve GKRY tarafının umutlarını yeşertmektedir.

GKRY, ABD ve AB’nin destekleri ile bir LNG tesisi kurup enerjide ticaret merkezi olmak istemektedir. Bu minvalde Vasilikos planı ile Afrodit ve Leviathan sahalarındaki doğal gazın kurulması planlanan bu yeni tesise taşınıp burada işlenmesi hedeflenmektedir. İşlenen gaz Yunanistan üzerinden Avrupa’ya ve küresel pazarlara taşınacaktır. GKRY bu plan doğrultusunda, yapılmış tüm anlaşmaları güvence altına almak adına ABD ve Fransa’ya askeri üs kurma yetkisi vermiştir.

Temiz enerji
Bölge ülkeleri, hem elini güçlendirmek hem de bölgedeki faaliyetlerini daha rahat gerçekleştirebilmek için ABD ve Fransa gibi ülkeler ile tek taraflı anlaşmalar yapmışlardır. Yapılan bu tarz iş birlikleri ile; ABD firmaları Noble ve Exxon Mobil, İngiliz firması BP, Fransız firması Total, İtalyan firması Eni, Kore firması Kogas, Hollanda firması Shell,  Rus firmaları Rosneft ve Novatek gibi şirketleri aracılığı ile bölge dışı ülkeler de bulunan rezervlerde söz sahibi konuma gelmişlerdir. Bölgedeki aktörlerin çok uluslu şirketler ve örgütlerle yaptıkları ruhsatlandırma anlaşmaları olayı daha karmaşık birçok uluslu satranç oyununa çevirmiş durumdadır. Bölge dışı aktörlerin bulunan kaynaklara ilgisinin çeşitli nedenleri mevcuttur. Avrupa ülkelerinin en büyük motivasyonu, enerji talep yoğunluklu yapılarını azaltmanın yanında Rusya’ya olan enerji bağımlılıklarını minimuma indirgemektir. Böylece siyaseten de Rus baskısını kırmış olmayı planlamaktadırlar.

ABD tarafına bakıldığında; son dönemde enerji sektöründe yaptığı teknoloji hamleleri ile enerji ihracatçısı konumuna gelmiş bir ülke olarak, bölgeye ilgisi büyük oranda siyasi gözükmektedir. Rusya ve Çin’in bölgedeki faaliyetlerini kısıtlamak başlıca hedefleri olarak gösterilebilecektir. Enerji yoğunluklu üretim yapısı gereği enerjide büyük oranda bağımlı durumda olan Çin’in ise enerji güvenliğini teminat altına almak için bölgeye ilgisi olduğu görülmektedir. Ayrıca, enerji yapısını temiz enerjiye dönüştürme planı kapsamında bölgedeki hidrokarbon kaynağına ilgi göstermektedir.

Bölgenin Türkiye için önemi
GKRY’nin 2003 yılında Mısır ile imzaladığı münhasır ekonomik bölge anlaşması ile başlayan süreçte, tek taraflı atılan bu tür adımlar bölgede tansiyonu oldukça yükseltmiştir. Ancak, Rum kesimi bu tavrını sürdürerek 2007 yılında Lübnan ile münhasır ekonomik bölge anlaşması yapmış ancak Lübnan parlamentosu bu anlaşmayı onaylamamıştır. Aynı yıl içerisinde 3. ve 13. blokları hariç tutarak 46 bin kilometrekare alandan oluşan toplam 11 blok için ilk ruhsatlandırma ihalesini de duyurmuştur. İhale sonucunda 12. bloğun arama ve sondaj hakları 12 Ekim 2008 tarihinde Amerikan Noble Enerji firmasına verilmiştir. 2010 yılında ise Rum kesimi ile İsrail münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalamıştır.

Türkiye’nin tanımadığı bu anlaşma ile Rum kesimi güneydeki 13 bloğun tamamını ruhsat bölgesi ilan etmiştir. 12 numaralı blokta yapılan çalışmalar sonucunda; 28 Aralık 2011 tarihinde Afrodit doğalgaz sahasının keşfi duyurulmuştur Rum kesimi buna istinaden 11 Şubat 2012 tarihinde ikinci ihalesine çıkmıştır. Bu ihale ile;  İtalyan ENI şirketi 2,3,6,8,9,11 numaralı bloklarda; Amerikan ExxonMobil ve Katar Petrolleri şirketleri 10 numaralı blokta ve  Fransız Total firması 11 numaralı blokta arama ve sondaj faaliyetleri için yetkilendirilmiştir. ABD ve AB’nin desteğini alan GKRY, 2013 yılında, Türk kıta sahanlığını yok sayan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını ihlal eden sözde münhasır ekonomik bölgesini ilan etmiştir.

Türkiye, enerji kaynaklarının geçiş hatları üzerinde yer alan stratejik coğrafi avantajını kullanarak enerji güvenliği noktasında merkez haline gelebilme potansiyeline sahiptir. Yürütülecek başarılı bir enerji diplomasisi, Türkiye’nin bu konumdan istifade etmesini sağlayarak, ülkeyi enerji ve ticaret üssüne dönüştürebilecektir.  Avrupa doğal gaz piyasasının üçte birinden fazlasına sahip olan Rusya’nın tekel pozisyonunun getirdiği rahatsızlık, bölge ülkelerini belirli bir amaç doğrultusunda bir araya getirebilecektir. Ancak, şu ana kadar denklemlerin dışında tutulan Türkiye; hem enerji güvenliği noktasında stratejik konumunu hem de kıta sahanlığı bakımından uluslararası hukuk kuralları çerçevesindeki haklarını kullanarak bölgedeki en önemli aktörlerden biri olduğunu göstermelidir.

Nitekim son dönemde Türkiye, enerjide dışa bağımlılığı azaltma, bölgede enerji ticaret merkezi olma ve kaynakların transferini sağlama konusunda kendisine bir hedef belirlemiştir. Enerjide ticaret merkezi olma hedefine ulaşmak için kendi güvenliğini korurken diğer taraftan bölgedeki kaynakların arz güvenliği noktasında önemli adımlar atmaktadır. Rusya, İran, Azerbaycan ve Irak’taki enerji kaynakları Türkiye üzerinden dünya piyasalarına aktarılmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye hali hazırda, bölgesinde bir enerji transit merkezi konumundadır.

Öte yandan, bölgede tek taraflı hamlelerin ortaya çıkmasının temel sebebi Türkiye’yi enerji denkleminde saf dışı bırakma isteğidir. Türkiye ise bu konuda planlanan East-Med gibi projelerin yüksek maliyetleri ön plana çıkarıp; coğrafi konumunun verdiği avantajı da kullanarak bölgedeki en önemli aktörlerden biri olduğunu savunmaktadır. Türkiye, Antalya ve Mersin’de Fatih Sondaj Gemisi ile başlattığı faaliyetlerin ardından Baybaros Hayrettin Paşa ve Oruç Reis sismik arama gemilerini de bölgede arama faaliyetlerine dahil ederek, kendisinin de bölgede aktör olduğunu göstermektedir. Bölgedeki hidrokarbon kaynaklarına ulaşabilmek Türkiye için hem enerji bağımlılığını azaltma hem de enerji transferinde bir numaralı ticaret merkezi olma hedefleri açısından önemlidir.

Bölgedeki gelişmelerden görüldüğü üzere, sadece Türkiye değil aynı zamanda Rusya da bölgedeki denklemlerde yalnız kalmış durumdadır. Özellikle, AB ülkelerinin en büyük motivasyonlarının, Rusya’ya olan enerji bağımlılıklarından kurtulmak olduğu düşünüldüğünde; bölgede denklem dışı bırakılmış aktörlerin birlikte hareket etmeye yönelmesi yeni bir stratejik hamle olarak görülmektedir. Son dönemde, AB’nin Türkiye’ye karşı açıkladığı yaptırım kararlarının ardından, Rusya ve Çin’in, AB’nin tek taraflı kısıtlı yaptırımlarını desteklemediklerini açıklamaları bu düzlemde ele alınabilecektir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki mücadelesinin Rusya ve Çin tarafından desteklenmesi, oldukça önemlidir. Türkiye bu alanda başarılı bir diplomasi gerçekleştirmiş ve iki önemli BMGK üyesini yanına almayı başarmıştır. Bu durum Rusya açısından da bir karşı hamle olarak okunabilecektir. Bölgede, Suriye meselesinde olduğu gibi, Türkiye ile hareket etmek, Rusya açısından doğru bir strateji olarak okunmaktadır.

Hibrid mücadele
Türkiye, şimdiye kadar, tek taraflı olarak çeşitli şirketlere ruhsatlandırma anlaşmaları yapan bölge ülkelerine karşı tek başına yaptığı hamleler ile karşılık vermişti. Yeni dönemde, farklı stratejik hamleler geliştirerek; hak iddia ettiği alanlarda, belirlediği uluslararası şirketler ile bölgede tespit edilen doğalgazın çıkarılması, altyapı çalışmaları, işlenmesi, dağıtılması ve piyasa oluşturulması gibi konularda anlaşmalar yapma kararı almıştır. Bu yeni strateji ile Türkiye, mevcut kapasitesini artırıp, bölgede rezerv arama bakımından daha avantajlı konuma gelecektir. Bu doğrultuda, hali hazırda Doğu Akdeniz’de faaliyet görsen Rus enerji şirketi Rosneft öne çıkmaktadır.

Türkiye ve Rusya Enerji Bakanlarının yaptıkları açıklamalar, bu anlaşmaların kısa sürede hayata geçeceğini göstermektedir. Türkiye–Rusya işbirliğinin kurulması bölgede süregelen çok uluslu hibrid mücadelenin yeni bir boyuta taşınacağı anlamına da gelmektedir. Türkiye, bu yeni strateji doğrultusunda, yalnızca Rusya ile yetinmeyip; Çin gibi bölgede çıkarlarının kesiştiği ülkeler ile anlaşmalar yapma yoluna gitmeyi denemelidir. GKRY ile yapılan mevcut anlaşmalarla, bölgede ABD’nin Exxon Mobil şirketi ile ortak çalışmalar yapan Katar’ın bu stratejiye dahil edilmesi de düşünülebilecektir. Her ne kadar, siyaseten, ABD’ye karşı Katar’ın böyle bir anlaşmaya nasıl yaklaşacağı kestirilemese de; Katar Petrolleri ile bölge bazında yapılacak olası anlaşmalar Türkiye açısından kazanım olacaktır.

Bu yazı 4 Ağustos 2019 tarihinde “Doğu Akdeniz’de Potansiyel İş Birlikleri ve Ortaklıklar” başlığı ile Star Açık Görüş sitesinde yayınlanmıştır.