Doğu Akdeniz’de Yeni Enerji Kaynaklarının Ekonomi Politiği

Afro-Avrasya’nın merkezinde yer alan, Atlas Okyanusu ile Hint Okyanusu’nu birbirine bağlayan, Süveyş Kanalı ve Cebelitarık Boğazı gibi stratejik geçiş yollarına sahip olan Akdeniz tarihin her döneminde güç mücadelesinin merkezi olagelmiştir. Bunun yanında, Ortadoğu ve Karadeniz enerji kaynaklarının küresel pazarlara ulaştırılmasında da stratejik bir konumdadır. Sicilya Adası ile Tunus’un doğusunda kalan bölgeyi kapsayan Doğu Akdeniz Havzası ise, tarihin ilk dönemlerinden günümüze kadar önemli bir ticaret merkezi olarak kabul edilmiştir. Bölge, stratejik konumu dolayısıyla insanlık tarihinin her döneminde uluslararası güç denklemlerinde medeniyetlerin mücadele alanı olmuş önemli bir coğrafyadır.

Son dönemde Doğu Akdeniz’de keşfedilen hidrokarbon rezervleri, bölgesel dinamiklerin yeniden şekillenmesine yol açmıştır. Değişen dinamikler, enerji rekabetinin ve ihtilaflı konuların giderek artmasına ve krizlerin daha da derinleşmesine sebep olmuştur. Keşfedilen hidrokarbon rezervleri ile enerji ticaretinde ihracatçı olmak isteyen bölge ülkeleri arasındaki rekabet ve deniz yetki alanlarının belirlenmesi, çıkarılacak rezervlerin hangi güzergahtan geçerek satışının yapılacağı konusundaki anlaşmazlıklar ve enerji talep piyasasında en yüksek paya sahip olan Avrupa ülkelerinin enerji ithalat bağımlılığında Rusya, Cezayir ve Nijerya’ya alternatif olarak yeni pazar arayışlarına girmesi krizi derinleştiren başlıca konular olmuştur. Yaşanan süreçte, İsrail, Mısır, Lübnan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve en önemlisi Türkiye’nin attığı adımlar, her geçen gün önem kazanmaktadır.

Bölgedeki krizlere bulunan yeni kaynakların paylaşımı sorunu da eklenmiş durumdadır. Bu yeni krizin temelinde hidrokarbon ve petrol kaynaklarının paylaşımının olması, sorunun hem ekonomik hem de güvenlik boyutları ile ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Söz konusu rezerv kaynağının miktarının büyük olması bu ölçekte bir karmaşayı açıklayacak en büyük etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Tahmini rakamlara göre 122 trilyon metreküp hidrokarbon rezervinin olduğu açıklanan bölgede; rezerv payı yüksek ve pazar avantajına sahip herhangi bir aktör için paha biçilemez bir kazanım söz konusu olacaktır. Dolayısıyla, bu büyüklükte bir kaynak, bölgede çoğunlukla enerji ithalatçısı konumunda olan aktörlerin iştahını kabartmaktadır.

Yapılan araştırmalar, önümüzdeki yıllarda enerji ihtiyacının önemli ölçüde artacağını göstermektedir. Exxon Mobil’in “2018 Outlook for Energy: A View to 2040” raporuna göre; küresel enerji ihtiyacı OECD dışı ülkelerin etkisiyle, 2040 yılına kadar %25 oranında artacaktır. Rapor aynı zamanda, küresel doğalgaz talebinin 2040 yılına kadar yaklaşık olarak %40 oranında artış göstereceğini ortaya koymaktadır. Artan talebin hali hazırda hassas olan doğalgaz ticaretini daha hassas bir noktaya getireceği açıktır. Benzer çalışmalar, 2040 yılına kadar doğalgazın küresel enerji talebinin yaklaşık dörtte birini karşılayacak noktaya geleceğini ortaya koymaktadır. Günümüzde doğalgazın dünya enerji tüketim kaynakları içerisindeki payı %20’ler civarındadır.

Türkiye, mevcut petrol ve doğalgaz rezervlerinin dörtte üçüne sahip üretici bölge ile Avrupa'daki tüketici pazarları arasında stratejik bir noktada yer almaktadır. Bunun yanında, Türkiye’nin izlediği büyümeye dayalı ekonomi politikaları sonucu artan gelir düzeyi ve üretim ihtiyacı, ülkede enerji talebini artırmaktadır. Ancak, enerji ihtiyacında %72 oranında dışa bağımlı yapısı dolayısıyla, dış ticaret açığı önemli bir sorun haline gelmiştir. Enerji kollarına ayrıldığında ise; petrolde dış kaynaklara bağımlılık %92, doğalgazda bağımlılık %98 ve son olarak kömürde bağımlılık %50 civarındadır. Türkiye aynı zamanda, OECD ülkeleri içerisinde, son 10 yılda en hızlı enerji talep artışına sahip ülke konumundadır. Türkiye’de 2005-2017 yılları arasındaki toplam enerji ithalatı 527,8 milyar dolardır. Bu dönemde toplam ithalat içinde enerjinin payı yaklaşık beşte bir seviyesindedir. TÜİK verilerine göre, Türkiye, 2017 yılında elektrik ihtiyacının %37'sini doğalgazdan, %33'ünü kömürden, %20'sini hidroelektrikten, %6'sını rüzgârdan, %2'sini jeotermalden ve %2’sini de diğer enerji kaynaklarının üretiminden karşılamıştır.

Enerjinin üretime dayalı büyüme modellerinin yapı taşı haline geldiği günümüzde, enerji ithalatçısı konumundaki Türkiye gibi ülkeler için enerjide dışa bağımlılığın azaltılması, kaynak çeşitliliğinin artırılması ve yerel kaynakların kullanımının artırılması gibi hedeflerin önem kazandığı söylenebilecektir. Bu gerçeklikten hareketle, enerji arz güvenliğinin sağlanmasının da Türkiye için öncelikli politikaların başında geldiği ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye, ülke hudutları dâhilinde petrol ve doğalgaz arama ile sondaj çalışmalarını hızlandırmıştır. Özellikle, Doğu Akdeniz’de hidrokarbon rezervlerinin ortaya çıkmasının ardından, bölgede arama faaliyetleri yapmak adına, Barbaros Hayreddin Paşa ve Oruç Reis sismik arama gemileri ile Fatih sondaj gemisi envantere dahil edilmiştir.

Türkiye, enerji kaynaklarının geçiş hatları üzerinde yer alan stratejik coğrafi avantajını kullanarak enerji güvenliği noktasında merkez haline gelebilme potansiyeline sahiptir. Yürütülecek başarılı bir enerji diplomasisi, Türkiye’nin bu konumdan istifade etmesini sağlayarak, ülkeyi enerji ve ticaret üssüne dönüştürebilecektir.  Avrupa doğalgaz piyasasının üçte birinden fazlasına sahip olan Rusya’nın tekel pozisyonunun getirdiği rahatsızlık, bölge ülkelerini belirli bir amaç doğrultusunda bir araya getirebilecektir. Ancak, şu ana kadar denklemlerin dışında tutulan Türkiye; hem enerji güvenliği noktasında stratejik konumunu hem de kıta sahanlığı bakımından uluslararası hukuk kuralları çerçevesindeki haklarını kullanarak bölgedeki en önemli aktörlerden biri olduğunu göstermelidir.

Nitekim son dönemde Türkiye, enerjide dışa bağımlılığı azaltma, bölgede enerji ticaret merkezi olma ve kaynakların transferini sağlama konusunda kendisine bir hedef belirlemiştir. Enerjide ticaret merkezi olma hedefine ulaşmak için kendi güvenliğini korurken diğer taraftan bölgedeki kaynakların arz güvenliği noktasında önemli adımlar atmaktadır. Rusya, İran, Azerbaycan ve Irak’taki enerji kaynakları Türkiye üzerinden dünya piyasalarına aktarılmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye hali hazırda, çevresinde bir enerji transit merkezi konumundadır.

Öte yandan, bölgede tek taraflı denklemlerin ortaya çıkmasının temel sebebi Türkiye’yi enerji denkleminden çıkarma isteğidir. Türkiye ise bu konuda planlanan East-Med gibi projelerin yüksek maliyetleri ve Türkiye’nin coğrafi konumunun verdiği avantajı kullanarak bölgedeki en önemli aktörlerden biri olduğunu savunmaktadır. Türkiye, Antalya ve Mersin’de Fatih Sondaj Gemisi ile başlattığı faaliyetler ile kendisinin de bu bölgede aktör olduğunu göstermektedir. Zira, bölgedeki hidrokarbon kaynaklarına ulaşabilmek Türkiye için hem enerji bağımlılığını azaltma hem de enerji transferinde bir numaralı ticaret merkezi olma hedefleri açısından önemlidir.

Türkiye hem enerji kaynaklarına sahip ülkeler hem de bu kaynaklara ihtiyaç duyan ülkeler arasında sahip olduğu coğrafi konumun avantajlarıyla ve üstlendiği önemli rollerle, bölgedeki sorunların barış ve istikrar ortamını zedelemeyecek şekilde çözüme kavuşması için çalışmaktadır. Bölge açısından enerji transferinde en ideal güzergâh olan Türkiye, mevcut uluslararası enerji projelerine ek olarak Doğu Akdeniz bölgesinde bulunan kaynakların transferi ile enerjide merkez ülke olma fırsatını somutlaştırarak önemli enerji ticaret merkezlerinden biri olma hedefine ulaşabilecektir.