El-Burhan-Netanyahu Görüşmesinin Arka Planı ve Halk Tabanındaki Yansımaları

14 Mayıs 1948’de kurulan İsrail, bağımsızlık ilanının akabinde diğer ülkelerle diplomatik ilişkilerin tesisine başladı ancak bölge ülkeleri ile diplomatik ve ikili ilişkiler kolayca tesis edilemedi. Bu nedenle de “normalleşme” İsrail devletinin en önemli dış politika hedeflerinden biri olageldi ve kuruluşundan itibaren Afrika bölgesi bu hedeflenen normalleşme için önemli bir adım olarak benimsendi. 1950 yılında “İsrail dünyadan izole edildi ve BM’de dostları yok, bu sebeple Afrika’ya yönelmek bir zorunluluktur” diyen dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Golda Meir, ülkesinin Afrika politikasını özetlemekteydi. Afrika açılımı ilk olarak 1956’da Gana/Akra’da açılan İsrail konsolosluğu ile başladı.  Günümüze gelindiğinde 192 Birleşmiş Milletler üyesi devletin 160’ı İsrail’i resmi olarak tanımakta ve bu doğrultuda ikili ilişkiler sürdürmektedir. Sudan, İsrail’i tanımayan ve müzakereleri reddeden ülkelerden birisidir. Bu çerçevede Sudan’ın İsrail ile olan ilişkisini normalleşme çabaları bağlamında ele alan bu yazı, sürecin arka planını ve Abdulfettah el-Burhan ile Netanyahu arasında gerçekleşen görüşmenin halk tabanındaki yansımalarıa odaklanmaktadır.

Sudan’da 19 Aralık 2018’de hayat pahalılığının protesto edilmesi ile başlayan gösteriler Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’in görevi bırakması ile sonuçlandı. Savunma Bakanı Avad bin Avf, devlet televizyonunda yaptığı açıklamada, Sudan Yüksek Askeri Konseyi’nin yönetime el koyduğunu, Ömer el-Beşir’in tutuklandığını, anayasanın askıya alındığını, meclisin ve yerel yönetimlerin de feshedildiğini duyurdu. Halkın bu duruma isyan etmesi üzerine çıkan gösterilerin ilk gününde 13 kişi öldü ve gelen baskılar üzerine Korgeneral Avf, görevi devralması üzerinden 24 saat geçmeden, 12 Nisan günü istifasını verdi. Sonrasında ABD, İngiltere, Suudi Arabistan ve Arap dünyasının da görüşleri alınarak geçiş konseyinin teşkil edileceği açıklandı. Yemen’deki mevcut Sudan askerleri nedeniyle Suudi Arabistan ve BAE ile iyi ilişkileri bulunan Abdulfettah el-Burhan bu sürecin sonunda devlet başkanı oldu.

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında 3 Şubat Pazartesi günü Uganda’da gizli bir toplantı gerçekleştirildi. El-Burhan görüşmeyi saklamaya çalışırken, aynı gün İsrail’de başbakanlığa ait resmi twitter hesabınca görüşmenin yapıldığı doğrulandı. Yapılan görüşmeyi seçimlerde lehine kullanmak isteyen Netanyahu, iki ülke arasında iş birliği ve ilişkilerde normalleşme konusunda mutabık kalındığını ve el-Burhan’ın ülkeyi modernleştirme konusunda kararlı olduğunu belirtti.

Burhan’ın ayyuka çıkan bu gizli görüşmesinden anlaşıldığı kadarıyla, hem ekonomik kıskaçtan kurtulmak hem de ABD ile bozulan ilişkileri güçlendirmek için İsrail bir alternatif olarak değerlendirildi. Öte yandan, Sudan Milli Ümmet Partisi Başkanı Sadık el-Mehdi böyle bir görüşmenin ülke için bir kazanım sağlamayacağını, Sudan’a uygulanan yaptırımların normalleşme süreci ile aşılamayacağını ifade etti. Yüzyılın Anlaşması’nın Arap İsrail ilişkilerinin normalleşmesi için tüm kapıları sonuna kadar kapattığını dile getiren el-Mehdi, böyle bir normalleşmenin Arap ve İslam dünyasının zararına olacağını vurguladı.

Sudan – İsrail İlişkisinde Normalleşme Tartışmaları
Peki İsrail’le ilişkilerin normalleşmesi için gizli de olsa ilk adım atan kişi el-Burhan mıydı? Normalleşme tartışması iki ülke için de zaman zaman gündeme gelmektedir. Ağustos 2017’de katılmış olduğu bir televizyon programında İsrail ile ilişkilerin artık normalleşmesi gerektiğini savunan dönemin Yatırım Bakanı Mübarek Fazıl el-Mehdi, Filistinlilerin İsrail ile normal ilişkilerinin olduğunu hatta Hamas’ın bile İsrail’le görüştüğünü ifade etmişti. El-Mehdi’den bir yıl öncesinde dönemin Dışişleri Bakanı İbrahim Gandur, ABD’nin ekonomik yaptırımları kaldırması durumunda İsrail’le olan ilişkilerini normalleştirebileceklerini açıkça ifade etmişti.

Bu kadar üst düzeyde bir toplantının halktan saklanmaya çalışılması ve İsrail’e karşı halkın yıllardır beslemiş olduğu öfke, tepkilerin bir anda yükselmesine ve bazı bölgelerde sokağa taşmasına sebep oldu. Sudan Hükümet Sözcüsü ve aynı zamanda Kültür ve Enformasyon Bakanı Faysal Muhammed Salih, 6 Şubat’ta resmi bir açıklama yaparak el-Burhan’ın ikili ilişkilerin normalleşmesi konusunda söz vermediğini ifade etti. Geçiş Hükümeti’nin böyle bir yetkisinin de olmadığının altını çizen Muhammed Salih, İsrail’in açıklamış olduğu normalleşme sürecini yalanladı.

Geçen yıl Sudan’ın yaşamış olduğu ekonomik kriz, ekmek protestolarıyla dünya gündemine taşınmıştı. 2018’in sonlarında başlayan olaylarda, bir Cüneyh’e satılan ekmek fiyatlarının üç Cüneyh’e çıkarılması gösterilerin fitilini ateşlemişti. Sudan’a uygulanan ambargo kararı 1993 yılında el-Kaide’ye finansman sağladığı iddiasıyla, ülkenin ABD tarafından terörü destekleyen ülkeler listesine alınmasına kadar gitmektedir. Bu durum Sudan’ın dış yardım almasını oldukça zorlaştırdığı gibi ülkenin dolaysız dış yatırımları çekmesini de zorlaştırmaktaydı. Ciddi bir döviz sıkıntısı yaşayan ülke, Güney Sudan’la yaşanan bölünme öncesinde elde ettiği petrol gelirleriyle bu açığı telafi ediyor, hatta kalan miktarı yatırımlar için kullanabiliyordu. Ancak bölünme sonrasında petrol kaynaklarının yaklaşık olarak %70’lik kısmı Güney’de kalınca Sudan bu imkândan mahrum kaldı. ABD’yle olan ilişkileri günümüze taşıyan süreçte önemli bir kırılma, 1998’de ABD’nin Nairobi ve Darüsselam elçiliklerine gerçekleşen terör saldırıları sonucunda 224 kişinin ölmesi ile yaşandı. Saldırıların baş mimarı olan Üsame bin Ladin’in Sudan’da yaşıyor olması ABD’nin 1993’te Sudan’a karşı almış olduğu tutumda haklı olduğunu iddia etmesine ve ilişkilerin daha da kötüleşmesine sebep olmuştu. Bu olay sonrasında ABD Sudan’dan 10 milyar dolap talep etmiş, bu miktarın ölenlerin yakınlarına verilecek tazminatın ve maddi hasarın karşılanması için kullanılacağını açıklamıştı. Ancak Sudan hem bu saldırılarla olan ilişkisini kabul etmediği hem de ekonomik olarak böyle bir yükün altından kalkamayacağı için böyle bir ödeme gerçekleşmedi.

ABD uzun süre uygulamış olduğu ambargoyu 2018’de kaldırmış olsa da ekonomik ve siyasi baskı, başka formlarda devam ediyor. Bu durumdan kaçmak isteyen Sudan’ın Çin’e yaklaşması ve ülkede giderek artan Çin nüfuzu, ABD ve Batılı güçlerle ilişkilerin gerilmesine sebep oluyor. El-Burhan’ın gerçekleştirmiş olduğu görüşme analiz edilirken unutulmaması gereken önemli bir husus var: el-Beşir sonrası siyasi geçiş döneminin başarılı olması için ekonomik iyileştirilmelerin sağlanması gerekmektedir. Dolayısıyla, el-Burhan bu amaçla İsrail’le masaya oturmak da dahil olmak farklı yolları denemeye devam edecektir.

El-Burhan-Netanyahu görüşmesinin ardında, Yüzyılın Anlaşması’nın ekonomik finansörü olan BAE’nin olduğu, normalleşmenin gerçekleşmesi halinde Sudan’a da ekonomik destekte bulunacağı iddialar arasında. İsrail medyasında çıkan ve kaynak olarak Sudanlı yüksek rütbeli bir hükümet yetkilisinin gösterildiği haberde, Uganda’da gerçekleştirilen görüşmeyi bizzat BAE’nin planladığı iddia edildi. BAE’nin maddi kaynaklarını kullanarak Afrika’da etkin olmaya çalıştığı ve ülke liderlerini bu yolla kıskaca almayı amaçladığı, son yıllarda yaşanan olaylardan net olarak anlaşılmakta. Körfez Krizi sonrasında, Katar ile ilişkisini kestiğini ilan eden Çad Cumhurbaşkanı İdris Debi bu kararı öncesinde Abu Dabi’yi ziyaret etmiş ve sonrasında da çok sayıda ziyaret gerçekleşmiştir. Çad’ın Katar’la olan ilişkisini kestiğini açıklamasının ardından Fransa’da “Çad Kalkınma ve Yatırım Konferansı” düzenlenmiş, konferansta İdris Debi ile birlikte BAE Devlet Bakanı Sultan el-Cabir hazır bulunmuştur. Konferans sonrasında Çad’ın kalkınma planlarını hayata geçirebilmesi için 150 milyon dolar tutarında fon sağlanacağı duyurulmuştur. Açıktan sağlanan bu fon, bölge ülkeleri için açık bir mesaj taşımaktadır.

Görüşmenin Halk Tabanındaki Yansımaları
Halkın büyük bir kısmı, İsrail’le normalleşmenin doğru olmayacağını savunmaktadır. Dini değerler başta olmak üzere İsrail’in bölgeye vermiş olduğu zararı öne süren ve çoğunluğu oluşturan bu grubun tepkilerini ele almadan önce, normalleşme taraftarı olan ve el-Burhan Netanyahu görüşmesini destekleyenlerin dayanak noktalarını ele alalım.

Normalleşmeyi destekleyen kanat, dünya üzerindeki her makul devletin İsrail ile ilişkilerinin olduğunu, uluslararası düzenin realiteden uzak siyasi ve dini anlaşmazlıkları kabul etmeyeceğini savunmaktadır.ar. Bu çerçevede realist söylemler kullansalar da liberal/laik olarak nitelendirilebilecek olan bu grup, Arap dünyasındaki diktatör liderlerin İsrail ile anlaşmadığını, bu tutumun İsrail’i de agresifleştirdiğini ve bölgede huzursuzluklara sebep olduğunu iddia etmektedirler. Ayrıca Avrupa başta olmak üzere İsrail vatandaşlarıyla kanlı geçmişi olan milletlerin bugün bu durumu geride bırakarak İsrail’in yetkinliklerinden faydalandıklarını ve zengin Yahudi iş adamlarını cezbettiklerini dillendirmektedirler. Hamas’ı destekleyen Katar’ın bölgede istikrarsızlık yarattığını, bu problem çözüldüğü zaman bölgenin istikrar kazanacağını iddia eden bu grup, Sudan’ın bu sürece katkı sunmak için normalleşmeyi bir an önce başlatması gerektiğini vurgulamaktadır.

Protestolar ve tepkilerden anlaşıldığı kadarıyla halkın büyük bir kısmı normalleşmeye ve İsrail ile diplomatik ilişkilerin tesisine karşı çıkmaktadır. Öncelikle devlet olarak meşru kabul edilmeyen işgalci bir unsurla aynı masaya oturulamayacağı, normalleşmeye karşı çıkanların temel dayanak noktasını oluşturuyor. Diplomatik ilişkilerin iki ülkenin de çıkarına olduğunu söyleyen liberal eğilimli kesime karşın 1994’de İsrail’le anlaşmaya varan Ürdün’ün ne kazandığı sorusu yöneltilmektedir. Yine benzer şekilde Ürdün’den önce 1979’da Mısır’ın da İsrail ile anlaştığı ancak hiçbir kazanım sağlamadığı, normalleşmeye karşı çıkanlar tarafından vurgulanmaktadır.

Sonuç olarak, el-Burhan ve Netanyahu’nun gerçekleştirmiş olduğu görüşme, el-Burhan’ın selefi Ömer el-Beşir’den sadece İsrail konusunda değil, genel dış politikada daha farklı bir yol takip edeceğine işaret ediyor. El-Burhan’ın bu görüşmeyi gizli olarak gerçekleştirmesi halkın tepkisinden çekinmiş olması ve meşruiyetini korumak istemesinin bir sonucudur. Öncesinde Suudi Arabistan ve BAE yönetimi ile iyi ilişkilere sahip olduğu bilinen el-Burhan, halkın göstermiş olduğu tepkileri yetersiz bulduğu takdirde bu eksene yaklaşma sürecini hızlandırabilir. Suudi Arabistan ve BAE’nin bölgede yürütmüş olduğu faaliyetler ve el-Burhan’ın Yemen’de bu ülkeler ile geliştirmiş olduğu iyi ilişkiler düşünüldüğünde, el-Burhan’ın Türkiye ve Katar ile olan ilişkiler kapsamında da Ömer el-Beşir’den farklı bir politika takip edeceğini söylemek zor olmayacaktır.