Erbil’de İsrail Destekli Konferansın Yansımaları ​

24 Eylül 2021 tarihinde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) kontrolü altındaki Erbil vilayetinde, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) New York merkezli Barış İletişimi Merkezi (Center for Peace Communications) sponsorluğunda, Musul, Anbar, Selahaddin, Bağdat, Diyala ve Babil’den Sünni ve Şii Arap aşiret mensuplarının katıldığı “Barış ve Yeniden Kazanmak” başlıklı bir konferans düzenlenmiştir. Konferans, İsrail ile Araplar arasındaki normalleşmeyi gündeme getirmesinin yanı sıra yeri ve zamanlanması nedeniyle de Irak’ta önemli bir gündem olmuştur. Konferansta, Irak’ın da Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn gibi Arap ülkelerini takip ederek İsrail ile ilişki kurması gerektiğinin altı çizilmiştir. Bunun yanında BAE’ye yakınlığı ve Arap milliyetçisi kimliğiyle bilinen Şeyh Vissam el-Hardan, konferansta yaptığı konuşmasında bir tür Sünni Arap Federasyonu kurulmasına yönelik bir teklifte de bulunmuştur. El-Hardan aynı zamanda İsrail ile diplomatik ilişkilerin tesis edilmesi ve yeni bir normalleşme politikasının Araplar ve İsraillilerin barış içinde ve güvenli yaşaması için gerekli olduğunu ifade etmiştir.

Irak Başbakanlığından konferansa ilişkin yapılan açıklamada, “Irak hükûmeti olarak, Erbil'de bazı aşiret temsilcilerinin İsrail ile normalleşme şiarıyla yaptığı yasa dışı toplantıları kesinlikle reddediyoruz” ifadeleri kullanılmıştır. İlaveten, “yapılan çağrının Irak Anayasası’na aykırı olduğu” ileri sürülmüş ve “Irak hükûmetinin adil Filistin davasına ve Filistin halkının haklarının savunulmasına verdiği desteğin devam ettiği, Filistin devletinin başkentinin Kudüs olması ve Siyonist saldırıların son bulması gerektiği” duyurulmuştur. Irak Cumhurbaşkanlığı da benzer şekilde konferansın çıktılarını kınarken, konferansı “durumu alevlendirmeye ve ülkedeki barış ortamını tehlikeye atmaya yönelik bir girişim” olarak nitelendirmiştir.

Öte yandan, IKBY Hükûmet Sözcüsü Cotyar Adil, Barış İletişimi Merkezi tarafından düzenlenen konferansın IKBY’nin haberi, onayı ve katılımı olmadan gerçekleştiğini açıklamış ve konferansta dile getirilen görüşlerin IKBY’nin politika ve görüşlerini yansıtmadığını ifade etmiştir.

IKBY Başkanlığından gelen bir diğer açıklamadaysa dış politika ile ilgili konularda tutumun anayasaya uygun olarak federal hükûmetin ayrıcalığı olduğu ve IKBY’nin Irak dış politikasına bağlı olduğu teyit edilmiştir.

Konferanstaki beyanların sert bir dille kınanmasının ardından Vissam el-Hardan dâhil olmak üzere birçok konuşmacı sözlerini geri çekmiş ve konferansla ilişiklerini kesmeye çalışmıştır. Hatta bazı konuşmacılar, konferansın içeriğinden haberdar olmadıklarını ve maaşlarına zam yapılacağı vaadi üzerine konferansa katıldıklarını öne sürmüş ve özellikle Vissam el-Hardan tarafından yanlış yönlendirildiklerini iddia etmişlerdir.

Katılımcılar beyanlarını geri çektikleri için konferansın içeriği ile ilgili çıkarımlarda bulunurken temkinli olmak gerekse de konferans sonrasında ortaya çıkan karmaşık görüntü Irak’taki güncel siyasi gelişmeler ve dış aktörlerin ülke üzerindeki etkisi açısından bazı işaretler barındırmaktadır.

Öncelikle konferansın ne ölçüde ABD desteğiyle gerçekleştirildiği belirsizdir. Toplantıyı organize eden Barış İletişimi Merkezi isimli kurum ABD menşeli olsa da ABD resmî kanallarından konferansa yönelik destek gelmemiştir. Tam tersine ABD önderliğindeki IŞİD’e Karşı Küresel Koalisyon Sözcüsü Wayne Marotto, söz konusu toplantıdan koalisyonun haberi olmadığını ifade etmiş ve katılımcılarla koalisyon arasında bir ilişkinin olmadığını duyurmuştur. Ancak İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid’in, “İsrail, isteyen herkesle barışı sağlamak için elini uzatır. Erbil Konferansı hiç aklımıza gelmeyen yerlerde umutları yeşerten bir olay. Irak'la aramızda ortak bir tarih ve Yahudi toplumuyla ortak kökler var. Ne zaman bize ulaşırlarsa normale dönmek için elimizden geleni yapacağız” şeklinde bir açıklama yapması İsrail’in konferansa olan açık desteğini göstermiştir.

Zira ABD’de Donald Trump’ın başkanlığı döneminde başlayan ve ABD’nin de güçlü desteğini alan Arap ülkelerinin İsrail ile normalleşme girişimleri BAE’den Fas’a kadar birçok Arap ülkenin İsrail ile diplomatik ilişkiler tesis etmesiyle sonuçlanmıştır. Ancak bu girişimlerin Biden yönetimi döneminde sürdürülüp sürdürülmeyeceği muğlaklığını korumaktadır. Yine de Joe Biden’ın Mayıs 2021’de yaptığı bir açıklamada, İsrail'e verdikleri güvenlik taahhütlerinde bir değişiklik olmayacağını vurgulayarak, "Bölge ülkeleri İsrail’in bağımsız Yahudi bir devlet olarak var olma hakkını tanıyana kadar barış olmayacak" ifadesini kullanması, bölge ülkelerinin İsrail ile geliştireceği ilişkilerin ABD tarafından da desteklenebileceği anlamını taşımaktadır. Nitekim Demokrat gelenekten olan Biden’ın dış politikada yumuşak güç unsurlarını tercih etmesi muhtemeldir.

Diğer taraftan, ABD’deki güçlü İsrail lobisi etkisini korurken Erbil’de yapılan toplantının sponsoru Barış İletişim Merkezinin İsrail yanlısı duruşu göz ardı edilmemelidir. Söz konusu kuruluş ile ABD hükûmeti arasında vuku bulan Erbil’deki konferansa yönelik uyuşmazlık bu açıdan anlaşılabilir. Yani ilk bakışta konferansı, ABD, Iraklı Sünniler ve İsrail arasında İran ve İran destekli gruplara karşı bir uzlaşının deklarasyonu olarak görmek mümkün olmakla birlikte söz konusu meselenin daha karmaşık bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Zira her ne kadar bazı Sünni Arap aşiretler Erbil’de yapılan toplantıya destek vermiş olsa bile Irak’taki Sünni Arapların büyük çoğunluğunun Arap milliyetçisi olduğu düşünüldüğünde, Filistin meselesi çözülemeden Sünni Arapların İsrail ile anlaşma yönünde bir tavır benimsemesini beklemek yanlış olacaktır. Nitekim Irak hükûmeti ve siyasilerinin vermiş olduğu tepkiden de anlaşılacağı gibi konferansa ve dolayısıyla İsrail ile normalleşmeye karşı ortak ve doğal bir tepki olduğunu söylemek gerekir. Zira Ağustos 2021’in son günlerinde Bağdat’ta gerçekleşen bir konferansta Anbarlı bir Sünni Arap olan Irak Parlamento Başkanı Muhammed Halbusi’nin “İsrail ile normalleşme asla olmayacak” sözleri hâlen sıcaklığını korumaktadır.

Bu noktada konferansın Irak erken seçimlerinden yaklaşık üç hafta önce gerçekleştirilmesi, zamanlama açısından soru işaretleri ortaya çıkarmıştır. Öyle ki 2003 ABD işgalinden sonra her geçen seçimde temsil kapasitesi azalan Sünni partilerin 10 Ekim seçimlerinde kazanımlarının daha da azalacağı öngörülmektedir. Bu konferansın, Sünni siyasi hareketleri daha da baskı altına almak ve etkisizleştirmek uğruna bir araç olarak kullanılabileceği anlaşılmaktadır. Nitekim İran destekli Şii siyasi ve silahlı oluşumlar şimdiden konferansa katılanları hedef göstermeye ve İsrail ile normalleşme üzerinden Sünni grupları hedef alan söylemler oluşturmaya başlamıştır. Bu noktada söz konusu Şii grupların Arap milliyetçiliği ve Filistin meselesi üzerinden kendi tabanlarını konsolide etmeye ve taraftar toplamaya çalışması söz konusu olabilir.

Buna ek olarak İran destekli milis gruplardan Ashab el-Kehf, Barzani ailesini tehdit etmiştir. Irak Parlamentosundaki en güçlü İran destekli siyasi blok olan Fetih Koalisyonu ise katılımcıları hedef göstererek, “Erbil’deki yolunu kaybetmiş” olarak nitelendirdiği katılımcı grubu güçlü bir şekilde kınamış ve Filistin davasına desteklerini ve “Siyonist varlığa karşı” duruşlarını yinelemiştir. Haşdi Şaabi'ye yakınlığıyla bilinen Milletvekili Ahmed Esad ise tüm katılımcıların "hukukun gözünde hain" olduğunu belirtmiştir. Katılımcıların sert tepkiler karşısında söylemlerini geri çekmesi de göz önünde bulundurulduğunda, konferansın dolaylı olarak Sünnileri daha kırılgan bir pozisyona sürüklediği görülmektedir. Öyle ki Irak Yüksek Yargı Konseyi, Erbil’de konferansa katılanlar hakkında tutuklama kararı aldığını duyurmuştur.

Diğer taraftan bu gibi gelişmeler, özellikle İran destekli Şii grupların siyasi alanda aktifleşmesine neden olmaktadır. Bir başka deyişle İran destekli gruplar, İsrail-Filistin konusu gibi toplumsal karşılığı olan konular aracılığıyla muhaliflere baskı rejimini yoğunlaştırmaktadır. Benzer örnekler Ekim 2019 protestolarına katılan eylemcilerin ABD destekli ajanlar olarak nitelendirilmesinde görülmüştür. Silahlı milis gruplar, protestolar süresince göstericileri hedef almalarını çoğu zaman bu anlatı üzerinden meşrulaştırmaya çalışmıştır. Erbil’deki konferans, bu vesileyle İran destekli milislerin Sünni ağırlıklı bölgelerde nüfuzunu arttırmak için bir kanal açmış olacaktır.

Bununla birlikte söz konusu toplantının Irak’taki istikrarsızlığı derinleştirmesi mümkündür. Zira her ne kadar IKBY, toplantıyla bir ilgisi olmadığını açıklamış olsa da İsrail ve Iraklı Kürtler arasında sıcak ilişkiler olduğu bilinmektedir. Nitekim IKBY’nin 2017’de düzenlediği bağımsızlık referandumunun en büyük destekçisi Hollanda ile birlikte İsrail olmuş ve İsrail açık bir biçimde IKBY’nin bağımsızlığını desteklediğini açıklamıştır. Öte yandan, zaman zaman özellikle Anbarlı Sünni Arapların bir kısmının federal bölge oluşturma taleplerine IKBY’nin destek verdiği düşünüldüğünde, İsrail’in Irak’taki ayrışmayı besleyebileceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Zira Irak’ın güçlü bir merkezî otoriteye kavuşması, başta bağımsızlık isteyen Kürtler olmak üzere, İsrail’in müttefiklerinin işine gelmeyecektir. Nitekim, Irak merkezî otoritesinin güçlenmesi ve bu güçlü otoritede İran’ın etkisinin kırılmaması ihtimali, Ortadoğu’daki İran – İsrail rekabetinde İran’ın elini güçlendirebilecek niteliktedir.

Meseleye başka bir açıdan bakıldığında son dönemde Irak merkezî hükûmetinin, Bağdat Konferansı ile de görüldüğü gibi dengeleyici ve bölgesel sorunların çözümünde kolaylaştırıcı rol oynamaya başlamış olması da İsrail’i rahatsız etmiş olabilir. Nitekim son dönemde Irak’ın Suudi Arabistan ve İran arasındaki müzakerelere ev sahipliği yapmış olması, Katar ve BAE arasında diyaloğa zemin hazırlaması gibi gelişmeler ve bu gelişmelerin sonunda Ortadoğu’da iş birliği ve ortaklığın artması, İsrail’i Filistin’e karşı atacağı adımlarda zora sokabilir. Başka bir ifadeyle Ortadoğu ülkeleri arasındaki sorunların çözümsüzlüğü ve ülkeler arasındaki problemler, İsrail’i bölgede rahatlatmakta ve diplomatik manevra alanını genişletmektedir. Ancak Ortadoğu ülkeleri arasındaki sorunların azalması ya da çözüme kavuşması, bölge ülkelerini İsrail – Filistin meselesi gibi Ortadoğu’nun kilit sorununa yönlendirebilir ve bu durum tüm dikkatleri İsrail üzerine çekebilir. Bu nedenle İsrail’in Ortadoğu’da potansiyel karşıtlık oluşturabilecek aktörlerin istikrarını istemeyeceğini öngörmek yanlış olmayacaktır.