Filistin’in UNESCO Üyeliği ve Anlamı

Prof. Dr. Mehmet Emin ÇAĞIRAN, Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Tam adı Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı olan UNESCO İkinci Dünya Savaşından hemen sonra kurulan (1946)[1] hükümetlerarası bir kuruluştur. Merkezi Fransa’nın başkenti Paris’te bulunmaktadır. UNESCO kendine mahsus anayasası (kuruluş sözleşmesi), kurumsal yapısı ve karar alma mekanizmalarıyla ayrı bir birim olmakla birlikte, adındaki BM ifadesininin işaret ettiği gibi BM Ailesi[2] içerisinde yer almaktadır. 194 devletin yer aldığı bu evrensel kuruluşun temel amacı kuruluş sözleşmesinde ifade edildiği şekilde, uluslar arasında eğitim, kültür ve bilim alanlarında işbirliği yoluyla dünyada herkes için adalet, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve temel hürriyetleri gerçekleştirmek ve bu suretle dünya barışına katkıda bulunmaktır.[3] Üye sayısı Filistin’in katılımıyla 195 olmuştur. Filistin’in UNESCO’ya üye olarak kabul edilmesi siyasi ve hukuki sonuçları olan bir olaydır. Bu sonuçları değerlendirmek için önce UNESCO üyeliğinin ne anlama geldiğine ve ne gibi formalitelerin gerçekleşmesine bağlı olduğuna bakmak gerekir.
 
UNESCO’ya sadece devletler “tam üye” olabilir. Uluslararası ilişkilerini bağımsız şekilde yürütemeyen, devlet niteliğini kazanamamış ülkeler ancak “ortak üyelik” denilen özel bir statüde kuruluşun çalışmalarına iştirak edebilebilir. Ortak üyelerin ilke olarak oy kullanma hakkı bulunmamaktadır. UNESCO’ya üye olabilmek için, ayrıca, önceden BM üyesi olmak gerekir. BM üyeliğine kabul edilen devletler diledikleri takdirde ilave formalitelere tabi olmadan UNESCO üyeliğini de kazanabilir. Bununla birlikte, üyelik diğer devletlere tamamen kapalı değildir; BM üyesi olmayan devletler UNESCO İcra Kurulunun tavsiyesi ve Genel Kurulunun üçte iki olumlu oyuyla üyeliğe kabul edilir.[4] Yeni üyelerin kabulüyle ilgili karar alma yetkisine sahip olan Genel Kurul mevcut üyelerin tamamının katılımıyla oluşmaktadır.
 
Yeni kurulan veya devlet niteliği tartışmalı olan devletler için tanınmak, uluslararası toplum tarafından kabul edilmek diğer devletlerle eşit şartlarda ve engellerle karşılaşmadan ilişkiler kurmanın ilk adımını oluşturur. Filistin örneğinde olduğu gibi genellikle bu durumdaki devletlerin etnik, kültürel vb yakınlıklar dolayısıyla belirli bir grup devletin desteğini sağlaması nispeten kolaydır. Bu destek sayesinde bölgesel örgütlere ve işbirliği mekanizmalarına kolaylıkla kabul edilirler. Böylece yeni devlet belirli bir meşruiyet kazanmış olsa da, bunun etkileri kendisini destekleyen yakın çevresiyle sınırlıdır. İçlerinde dünyada söz sahibi olan büyük ve güçlü devletlerin bulunduğu çok sayıda devletle normal ilişkiler kuramamak, hatta bunlar tarafından varlığı ve meşruiyeti sürekli sorgulanmak bir devletin varlığını devam ettirmesi ve halkına karşı sorumluluklarını yerine getirmesinin önünde çok büyük engelldir. Filistin Devleti kuruluşundan beri bu sıkıntıları çekmektedir. Hatta öyle ki 1988’de resmen ilan edilmesine rağmen – ve de İslam dünyasının tamamı, Üçüncü Dünya devletlerinin bir kısmı tarafından tanınmasına rağmen – Filistin Devleti kağıt üzerinde kalmış, bir türlü oluşum sürecini tamamlayamamıştır. İsrail’le yaptıkları görüşmeler bu gerçeğin Filistinli yetkililer tarafından da zımnen kabul edildiğini göstermektedir.
 
Filistin bu handikapı aşmak – dolayısıyla İsrail’le yaptığı görüşmelerde elini güçlendirmek – için bir süredir bölgesel/sınırlı tanınmışlığını evrensel konuma taşıma arayışları içerisindedir. Geçtiğimiz eylül ayında BM üyelik müracaatında bulunması bu amaçla yapılmış bir hamledir. BM üyeliği ABD’nin menfi tavrından dolayı zor görünmektedir.
 
Yukarıda kısaca değinildiği üzere sınırlı sayıda işlevleri olan UNESCO BM gibi siyasi bir platform değildir. Bununla birlikte hemen bütün devletlerin içinde yer aldığı evrensel bir kuruluştur. Dolayısıyla burada üye olarak yer almak Filistin açısından mücadelesinin meşruiyetinin kabul edilmesi ve tanınması için önemlidir. Nitekim Filistin Ulusal Konseyi 1988 yılında Filistin Devletinin kuruluşunu ilan ettikten hemen sonra da aynı siyaseti izlemiş ve hepsi de BM uzmanlık kuruluşu olan Dünya Sağlık Teşkilatı, Gıda ve Tarım Teşkilatı, Uluslararası Çalışma Teşkilatı, Uluslararası Telekomünikasyon Birliği ve UNESCO’ya üyelik müracaatında bulunmuştur. Fakat gerekli siyasi desteği bulamadığından dolayı o zaman bu teşebbüsünden sonuç elde edememişti.
 
31 Ekim 2011 günü yapılan oylamada toplam 173 devlet hazır bulunmuş ve oy kullanmıştır. Kullanılan oyların 107’si Filistin’in üyeliğini desteklerken, 14 karşı oy çıkmıştır. 52 devlet de çekimser kalmayı tercih etmiştir. Oyların devletlere göre dağılımı Filistin meselesine bakış açılarını yansıtması bakımından önemlidir. Bu hususa değinmeden önce genel bir değerlendirme olarak belirtelim ki çekimser kalanları da katacak olursak yaklaşık 160 devletin, diğer deyişle uluslararası toplumun çok büyük çoğunluğunun gizli veya açık desteğinin alınması Filistin davasının uluslararası meşruiyet kazandığının bir ifadesidir. Oylama sonuçlarının Filistin’in tam manasıyla devlet olabilmesi mücadelesinde psikolojik ve siyasi açıdan etkilerinin olacağı şüphesizdir. Oylama öncesi ve sonrası İsrail ve ABD’nin tepkilerini evvela bu genel çerçeve içerisinde değerlendirmek gerekir.
 
Tabii bir de işin realpolitik yönü vardır. Buna göre çoğunluğun tasvibi ne kadar önemli olursa olsun, bunun Filistin meselesinin adil ve kalıcı bir çözüme kavuşabilmesinde ne ölçüde etkili olabileceğine bakmak gerekir. Meselenin diğer tarafları bilindiği üzere İsrail ve onu bu konuda kayıtsız şartsız destekleyen ABD’dir. Siyasi, askeri, iktisadi güç dağılımı bakımından Filistin tarafıyla karşısında olanlar arasında – uluslararası toplumun desteğine rağmen – ikinciler lehine büyük bir dengesizlik bulunmaktadır. Uluslararası destek elbette ki önemlidir, fakat etkisi daha ziyade dolaylı olarak ortaya çıkar. Dolaylı etkinin gücü duruma göre değişiklik arz edebilir. Çoğunluğun etkisiz kaldığı veya çok az etkili olduğu örnek olarak BM ve uluslararası kuruluşlarda 1960 ve 70’li yıllarda üçüncü dünya devletlerinin uluslararası iktisadi düzeni değiştirmek, silahsızlanma ve güvenlik konularında ezici çoğunlukta aldıkları kararların, kabul ettikleri beyannamelerin akıbeti verilebilir. Keza Filistin meselesiyle ilgili başta BM olmak üzere uluslararası kuruluşlarda alınmış ancak temennilerin ifadesi olmaktan öte geçememiş sayısız karar bulunmaktadır. Öte yandan, bazı durumlarda da uluslararası kamuoyunun tepkisi büyük devletlerin dahi politikalarını değiştirmesine sebep olabilmektedir. Geçmişteki tecrübeler bakımından Filistin’in başarılı örnek oluşturmadığı açık bir şekilde ortadayken, UNESCO üyeliğinin bu kez müspet etkileri olacağını söyleyebilir miyiz? Buna sağlıklı cevap verebilmek için mevcut uluslararası şartları da dikkate alarak, verilen oyların devletler ve devlet gruplarına göre dağılımına bakmak gerekir.
 
Oylamanın teferruatlı sonuçları henüz resmen açıklanmamıştır. Dolayısıyla tek tek devletler bazında oy dağılımı belli değildir. Fakat devletlerin tavırları ve sonradan yapılan açıklamalar oylamanın anlamı ve muhtemel etkilerini değerlendirmemize imkan verecek bilgi sunmaktadır. İsrail ve ABD’nin olumsuz oy verdiğinden bahsetmiştik. Bunun ötesinde bu iki devletin tepkileri oldukça sert olmuştur. İsrail sonucu Filistin’in bir manevrası olarak yorumlarken, bunun sahada hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini fakat bir barış anlaşması ihtimalini daha da zayıflattığını belirtmiştir. ABD’ye gelince bu devletin UNESCO ile ilişkileri geçmişte hep sorunlu olmuştur. UNESCO’nun Sovyet ve Üçüncü Dünya tezlerine destek vererek taraflı hareket ettiği gerekçesiyle 1984 yılında üyelikten çekilmiş, 20 yıl sonra 2003 yılında geri dönmüştür. Kuruluşun bütçe gelirlerinin yaklaşık beşte birini karşılayan ABD’nin çekilmesi mali açıdan büyük sıkıntılara sebep olmuştur. Filistin’in üyeliğini barışa hizmet etmeyen prematüre bir teşebbüs olarak niteleyen ABD bu oylamada asıl kaybedenin UNESCO olduğunu söyleyerek katkı payını keseceğini açıklamıştır. ABD’nin bu tepkisinin uygulamaya konulması halinde Filistin’in üyeliğini etkileyen bir sonuç ortaya çıkmaz, ancak UNESCO’yu hayli zor günlerin beklediği kesindir. ABD’nin tepkisi ayrıca gelecek haftalarda BM Güvenlik Konseyinde yapılacak Filistin oylamasında gerekirse veto yetkisini kullanmaktan çekinmeyeceğinin de işaretidir.
 
Bu iki devletin yanında Batı bloğu içerisinde Almanya ve Kanada’da olumsuz oy kullanmışlardır. Buna karşılık aynı blok içerisinde yer alan ve silahlı kuvvet kullanılmasını ihtiva eden uluslararası operasyonlarda bile kayıtsız şartsız ABD ile birlikte hareket eden İngiltere’nin çekimser kalması önemli bir göstergedir. İtalya’nın da çekimser kaldığı, özellikle Sarkozy dönemiyle birlikte ABD’ye yakın duran Fransa’nın Filistin üyeliğini desteklemesi de göz önüne alındığında, ABD’nin taviz vermez bir kararlılıkla sürdürdüğü Filistin politikasının haklılığı konusunda ikna gücünü yitirmeye başladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Fransa bu tavrıyla De Gaulle zamanında izlediği bağımsız hareket etme ve Ortadoğu meselelerinde Araplara yakın durma siyasetine dönüş sinyalleri vermiştir.
 
Oylamada İslam dünyasının, Afrika ve Latin Amerika devletlerinin tamamına yakınının Filistin’in yanında olması şaşırtıcı değildir. Bu devletler öteden beri benimsedikleri tutumlarını sürdürmüşlerdir.
 
Bu değerlendirmelerden hareketle yukarıdaki soruya şöyle bir cevap verebiliriz: uluslararası şartların değişmekte olduğu, başta ABD olmak üzere Filistin davasına menfi bakan devletlerin iktisadi bunalım yaşadıkları, bir devletin tek taraflı ve keyfi uygulamalarını bütün uluslararası topluma kabul ettirmesinin artık zor olduğu dikkate alınırsa, UNESCO üyeliği gibi ilk bakışta sınırlı etkisi olacağı düşünülen bir hususun sürpriz gelişmelerin başlangıcı olabilecektir.
 


Kaynaklar

[1] UNESCO’yu kuran sözleşme 1945 yılında yapıldı, 1946’da yürürlüğe girdi. Türkiye UNESCO’nun kurucu üyeleri arasında yer almaktadır.
  [2] BM Ailesi BM’ye özel anlaşmalarla bağlı olan, aralarında “tabiyet” ilişkisi bulunmamakla beraber birçok konuda birlikte hareket eden, merkezinde BM’nin bulunduğu kuruluşlar topluluğudur.
  [3] Madde I (Amaçlar ve Görevler).
  [4] Madde II (Üyelik). Üçte iki çoğunluk oylamaya katılan üyelerin sayısından çekimser kalanlar çıkarıldıktan sonra kalan toplam oyların üzerinden hesaplanmaktadır.