Irak’ta Abadi Hükümeti Nereye Gidiyor?

Irak’ta neredeyse 2015’in Ağustos ayından bu yana devam eden hükümet krizi ve gösteriler,30 Nisan 2016 Cumartesi günüyaşananlarla birlikte yeni bir aşamaya girmiştir. Mukteda El-Sadr’ın çağrısıyla başlayan, yaklaşık 2 aydır devam eden ve hükümette reform talep eden gösteriler,cumartesi günü, göstericilerin Irak’taki devlet binaları, büyükelçilikler, yetkililerin evleri gibi kritik binaların bulunduğu, özel izinle girilen, yüksek güvenlikli “Yeşil Bölge” olarak anılan bölgeye girmesi sonuçlanmıştır. Yeşil Bölge’ye giren göstericiler Irak Parlamentosu’na girmiş ve Başbakanlık Ofisi’ne de girmeye çalışmıştır. Birkaç saat süreyle “Yeşil Bölge”de kalan göstericiler, daha sonra Irak güvenlik güçlerinin de kısa süreli müdahalesiyle “Yeşil Bölge”nin dışarısına çıkmıştır. Bu olay, Irak hükümetinin zayıflığını net bir biçimde ortaya koyarken, ciddi bir güvenlik boşluğunun yaşandığı Irak’ta kolay ve şiddetten uzak bir biçimde atlatılması, Irak’ta ortaya çıkabilecek çok daha büyük bir kaosun önüne geçmiştir. Bu gösteriler, her ne kadar hükümette reform yapılması talebi nedeniyle siyasi temele sahip olsa da Irak’taki güvenlik ve siyaset dengesinin iç içe geçmiş yapısı, siyasi ve askeri aktörlerin çeşitliliği ve IŞİD’le savaş göz önünde bulundurulduğunda, siyasi sonuçların ötesinde etkileri olacağını söylemek mümkündür.

Bu noktada yaşanan krizin sonuçlarını analiz etmeden önce, hükümet krizine ilişkin süreci detaylarını incelemek yerinde olacaktır. Nitekim Irak Başbakanı Haydar El-Abadi’nin Ağustos 2014’te hükümeti kurmasına rağmen hükümetin kurulmasından bu yana hükümete yönelik eleştirilerin ardı arkası kesilmemiş, özellikle üçüncü dönem başbakanlığı isteyen Nuri El-Maliki’nin baskısıyla karşı karşıya kalmıştır. Bununla birlikte Abadi’nin hükümeti kurumasının üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, ülke içindeki yolsuzlukların ve ekonomik sıkıntıların devam etmesi,ülkedeki kamu hizmetlerinin iyileştirilememesi gibi konular hükümet üzerinde baskı oluşturmuştur. Bununla birlikte IŞİD’le mücadelede önemli bir yol kat edilememesi, hükümetin milis grupları kontrol altında tutmakta zorlanması, ABD, Rusya ve İran gibi ülkelerin oluşturduğu baskı gibi konular da hükümet üzerindeki baskıyı arttırmıştır.Bu nedenle Ağustos2015’ten itibaren, Irak’taki en büyük dini merci Ayetullah Ali El-Sistani’nin de reform açıklamasıyla, Abadi hükümette reform yapacağını ilan etmiştir. Ancak hem IŞİD’le mücadele hem Erbil-Bağdat arasındaki problemler hem de ekonomik sıkıntılar nedeniyle Abadi’nin reformları gerçekleştirmesi mümkün olmamıştır. Bu süreçte Mukteda El-Sadr hükümetin tıkandığını öne sürerek reform yapılması konusundaki baskısı arttırmış ve taraftarlarını barışçıl protesto gösterilerine çağırmıştır. Yaklaşık 2 ay süre protesto gösterilerinin ardından Mukteda El-Sadr’ın çağrısına uyarak, 22 kişilik kabineyi 16 kişiye düşürerek, 31 Mart’ta Irak Parlamentosu’na aday listesini sunmuş, ancak parlamentodaki neredeyse tüm gruplar tarafından, kendilerine danışılmadığı gerekçesiyle Abadi tarafından sunulan liste kabul edilmemiştir. Birinci listenin kabul edilmemesinin ardından, kontrolü ve süreci elinde tutmak isteyen Abadi, siyasi gruplardan isim isteyerek yeni bir liste oluşturmuş olsa da Mukteda El-Sadr hükümetin particilikten kurtarılması gerektiğini söyleyerek, gösterileri devam ettirmiştir. Gösteriler devam etmesine ve parlamentodaki ayrışmaya rağmen, Abadi, sınırlı bir milletvekili sayısıyla oluşturmuş olduğu ikinci listedeki 5 bakanın parlamentoda onaylanmasını sağlamıştır. Listenin geri kalan kısmının 30 Nisan 2016 Cumartesi günü onaylanması beklenirken, Abadi’nin parlamentoda yeter sayıya ulaşamaması nedeniyle parlamento toplantısının iptal edilmesi üzerine, göstericiler önce “Yeşil Bölge”ye sonra da Irak Parlamentosu’na girmiş ve sivil itaatsizlik eylemi başlatmıştır.Ancak eylemciler kısa sürede “Yeşil Bölge”den çekilmiştir.

Her ne kadar göstericilerin Irak Parlamentosu’na girmeleri Irak’taki kaosu ve hükümetin zayıflığını net olarak gösterse de olayların kansız bir biçimde ve kısa sürede sonlandırılması, Abadi’nin süreci iyi yönettiğinin bir göstergesi olarak ifade edilebilir. Nitekim göstericiler üzerinde güvenlik güçlerinin zorlayıcı tedbirler uygulaması, göstericilerde infial yaratabileceği gibi, hem Bağdat’ın hem de Irak’ın tamamında geri dönülmez bir çatışma sürecine girilmesine yol açabilecektir. Bu nedenle göstericilerin de uyarılara riayet ederek geri çekilmesi, Irak’ı daha büyük kaostan kurtarmış görünmektedir. Ancak ülkedeki siyasi kriz bitirilebilmiş değildir. Özellikle Irak’taki Şii gruplar arasında ciddi bir ayrışma yaşandığını söylemek yerinde olacaktır. Zaten Irak hükümetinin sağlam temeller üzerine kurulmadığı dikkate alındığında kısa vadede bu krizin bitmesini beklemek doğru olmayacaktır. Irak’ta neredeyse bütün siyasi grupların ülkenin yönetilmesi yerine kendi siyasi pozisyonlarını yükseltmeye çalışmaktadır. Örneğin Abadi hükümet kurmadan önce iki dönem başbakanlık yapmış Nuri El-Maliki üçüncü dönem de başbakanlığı almak için uzun süre direnmiş, ama baskıların karşısında duramayarak vazgeçmiştir. Ancak Nuri El-Maliki siyasetten elini çekmeyerek, özellikle kendisine yakın AsaibEhlul Hak, Ketaib Hizbullah, Bedir Örgütü gibi milis grupların da desteğiyle, hükümet üzerinde baskı yaratmış ve eski siyasi gücüne kavuşmak için çaba harcamıştır. Ammar El-Hekim önderliğindeki Irak İslam Yüksek Konseyi (SCIRI) ise daha uzlaşmacı bir çizgi ve denge politikası izleyerek, risk almadan, diğer taraflar arasındaki çekişmeden fayda sağlamaya çalışmıştır. Hem silahlı hem de siyasi bir yapıya sahip olan Bedir Örgütü lideri Hadi El-Amiri ise Irak’ta IŞİD’le mücadele sürecinin ana aktörü konumuna gelen HaşdiŞaabi üzerinden etkinlik sağlayarak, Irak’ta yürütücü güç olma konusunda çaba harcamaktadır. İç İşleri Bakanlığı’nı elinde bulunduran Hadi El-Amiri’nin, HaşdiŞaabi üzerinde Haydar El-Abadi’den daha etkili olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle Iraklı Şiilerin HaşdiŞaabi’yi Irak güvenlik güçlerine nazaran kurtarıcı olarak görmesi, Şiiler açısından Abadi’ye taban kaybettirmektedir.

Öte yandan HaşdiŞaabi’nin güçlenmesi, Abadi’nin iyi bir diyalog kuramadığı, en azından Nuri El-Maliki kadar, İran’a alan açmaktadır. Bilindiği gibi İran, Irak’taki HaşdiŞaabi’ye açık bir biçimde destek vermektedir. Mevcut durum itibariyle her ne kadar İran ve ABD arasında, nükleer anlaşma sonrasında, bir yakınlaşma söz konusu olsa da ABD, Irak’ta İran’a karşı taban kaybetmek istememektedir. Bu nedenle Abadi’nin ABD için kritik bir önem arz ettiğini söylemek yerinde olacaktır. Bu nedenle Abadi’nin Irak Parlamentosu’na sunduğu ikinci listedeki 5 bakanın onaylanmasının ardından, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in  “ulusal bütünlüğün korunması ve IŞİD’le mücadele sürecini” konuşmak üzere Irak’ı ziyaret etmesi, ABD’nin Abadi’ye verdiği desteği gösterir niteliktedir. Bununla birlikte ABD’nin, Maliki döneminde olduğu gibi, Abadi’nin çok güçlü bir başbakan olmasını da desteklemeyeceği söylenebilir. Zira Maliki, ABD’nin de desteğiyle, elde ettiği güçle ülkede tekil bir yönetim kurmaya çalışmış ve ülkeyi kaosa sürüklemiştir. Bu nedenle katılımcı bir yönetim ve zayıf bir başbakan herkes tarafından kabul edilebilir olmuştur. Mevcut durum itibariyle de zayıf bir başbakan bütün tarafların işine gelmektedir. Bütün kesimler süreç içerisinde etkili bir pozisyon alırken, siyasi arenada hareket imkânı ortaya çıkmaktadır.

Ancak güçsüz bir başbakan ve hükümet, Irak’taki her grubun kendi hakimiyet alanı ve coğrafyasındaki gücünü pekiştirmesine imkan tanımaktadır. Bu nedenle bütün taraflar hükümeti eleştirirken, hiçbir kesim güçlü bir hükümetin oluşmasını da istememektedir. Bu durum Irak’taki kaos ortamını derinleştirebileceği gibi ayrışmaları da pekiştirebilecektir. Örneğin “bağımsızlık” peşinde koşan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY), Irak’tan daha fazla kopması mümkün görünürken, Irak’taki kaos ve ayrışmaların, IKBY’ninuluslararası kamuoyundan daha fazla destek isteyerek, “bakın, Irak’taki ortamda yaşamak mümkün değil” tezini güçlendirmesine imkan verebilecektir.

Bu noktada en büyük problemin Sünniler açısından yaşandığını söylemek yerinde olacaktır. Sünniler halen Irak’ta bütüncül bir hareket tarzı benimseyebilmiş değildir. IŞİD’in halen büyük oranda Sünnilerin yaşadıkları bölgelerde hâkim olduğu düşünüldüğünde, Irak’ta herkesten daha fazla Sünniler için siyasi ve güvenlik tehdidi oluşturmaktadır. Kürtler, uluslararası güçlerin desteğiyle kendi bölgelerini koruma altına alırken, Şiiler, hem milis gruplar hem de Irak’taki güvenlik güçleri üzerindeki hâkimiyetleri nedeniyle koruma sağlamış görünmektedir. Türkmenler ise artık neredeyse Irak’ta yok sayılmakta, siyasi hesapların dışında tutulurken, Türkmenlerin korunması konusunda önemli bir gelişmenin sağlanabildiğini söylemek zordur.

Buradan hareketle, siyasi ortamı şekillendirecek olana ana faktörün Şiiler arasındaki ittifak ve ayrışmalar olacağını söylemek yerinde olacaktır. Mevcut durumda Abadi’nin oluşturduğu ikinci teknokrat hükümeti isim listesinin onaylanması süreci devam edecek gibi görünse de başta Nuri El-Maliki ve Hadi Amiri olmak üzere Abadi karşıtlarının alternatif bir koalisyon hazırlığı içerisinde olduğu söylenmektedir. Hatta bu kişi ve grupların HaşdiŞaabi vasıtasıyla bir “darbe hükümeti” kuracağına yönelik spekülasyonlar yüksek sesle dile getirilmektedir. Yine de göstericilerin Irak Parlamentosu’na girmesinin ardından Horasani isimli milis grubun büyük bir konvoyla Bağdat’ı korumak için şehre girmesi, diğer milis grupların da takviye yaparak Bağdat caddelerinde dolaşması, altı çizilmesi gereken bir not olarak ifade edilmelidir. Nitekim Abadi’nin, Bağdat’ın korunmasının yetkisini, bu şehri korumakla görevli Bağdat Operasyonlar Komutanlığı’ndan alarak, bir ay önce içerisinde ABD’nin de yer aldığı Ortak Operasyonlar Komutanlığı’na devretmesi manidardır. Bu noktada ABD’nin böyle bir darbe girişimine izin vermeyeceğini söylenebilir. Ayrıca Irak’ta erken seçim senaryoları da gündeme getirilmektedir. Ancak ülkedeki ekonomik krizle birlikte IŞİD’in halen ülkede kontrol alanlarına sahip olması ve mevcut güvenlik boşluğu, Irak’ta sağlık bir seçim yapılmasına imkân vermeyecektir. Bu nedenle her şeye rağmen, ABD’nin de halen arkasında durduğu düşünüldüğünde, ibrenin halen Abadi’den yana olduğu görülmektedir. Abadi’nin, hükümetteki ufak değişikliklerle, en azında bir sonraki seçim tarihi olan 2018’e kadar başbakan olarak kalması en olası ihtimal olarak görünmektedir.