Irak’ta Siyasal ve Mezhepsel Gerginlik: Yönetim Paylaşımı Sorunu

Bilgay Duman, ORSAM Ortadoğu Uzmanı, A.İ.B.Ü. Uluslararası İlişkiler Doktora Programı
Son dönemde Irak’ta yönetim kademesinde yaşanan krizin altında yönetimsel güç paylaşımı olduğu gittikçe belirginleşmeye başladı gibi görünmektedir. Bugün itibariyle özellikle federal bölgeler ya da yerel yönetim taraftarları ile güçlü bir merkezi yönetim isteyen ve bu yapılanmadaki gücünü korumak ve arttırmak isteyen taraflar arasında bir gerginlik yaşandığı görülmektedir. Irak Anayasası’nın çıkarıldığı 2005 yılından sonra yaşanan gelişmeler, Irak’taki yönetim paylaşımının taraflarını farklılaştırmıştır.
 
2004 ve 2005 yıllarında özellikle Şii gruplar, federal bölgeler projeleri ortaya koyarken, Sünni gruplar federal bölgelere karşı çıkmış ve bunun Irak’ı parçalayacağı yönünde görüş belirtmişlerdir.[1] Ancak zamanla hem ABD’nin İran’ın etkisini kırmak hem de İran’a karşı bölgede bir mezhebi güç dengesi yaratmak amacıyla Irak Şiiliğine destek vermesi, merkez üzerindeki kontrolün sağlanmasına yönelik çabaları da beraberinde getirmiştir. Irak’ın nüfus olarak çoğunluğunu oluşturan Şiilerin desteği olmaksızın Irak’ın dengeye oturmasını sağlamanın da zor olduğu anlaşıldığından merkezi yapılanmada güçlenen Şii grupların siyasal etkinlikleri de artmıştır.
 
2009’da Irak’ta yapılan yerel seçim sonuçları ise Irak’taki tabloyu ortaya çıkarmıştır. Bağdat’ın kuzeyindeki Diyala, Selahattin, Anbar ve Musul’da yerel yönetimlerde çoğunluğu elde eden Sünniler, güçlü yerel yönetimler oluşturarak, merkezi hükümete karşı bir yapılanmaya doğru gitmiştir. Öte yandan Bağdat ve güneyindeki dokuz vilayette tamamen Şii grupların hakimiyetinin yanı sıra bu vilayetlerde Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’nin kurduğu Kanun Devleti Koalisyonu’nun birinci çıkması, merkezi hükümetin güçlenmesinde destekleyici bir faktör olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemden sonra Sünnilerin daha çok bir vilayetin ya da birden fazla vilayetin bir araya gelerek oluşturacağı federal bölgeleri savunmaya başlamıştır. Bu noktada Sünni grupların merkezi hükümet içerisinde yer alsalar bile etkinliğinin düşük seviyede olması, bunun yanında Şii grupların giderek güç kazanması da Sünni grupların siyasal tehdit algılamalarında birinci sıraya Şii grupları koymalarında belirleyici faktör olarak değerlendirmelerini mümkün kılmıştır.
 
Burada en istikrarlı politikayı yürüten ve özellikle 2003 sonrası süreçte siyasal çatışmaları kilidi ve en kazançlı çıkan tarafın olan Kürt grupların elinde bulundurdukları bölgesel yönetimi korumak, geliştirmek ve sınırlarını geliştirme yönünde çaba harcadıkları görülmektedir. Bu açıdan federal yönetimleri savunan Sünni ve Kürt grupların yakınlaştıkları gözlemlenmektedir. Özellikle Musul’da bu yakınlaşmanın hissedilir derecede arttığı söylenebilir. Nitekim Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El-Haşimi’ye yapılan suçlamaların ardından Haşimi’nin Bölgesel Kürt Yönetimi’nde “misafir” edilmesi, dikkat çekmektedir. Dahası Haşimi burada yaptığı basın toplantılar ve medyaya verdiği röportajlarda Sünni grupların da otonom/özerk bölge taleplerini yüksek sesle dile getirmiştir.[2] Bu noktada Sünni grupları merkezi hükümeti en zayıf noktasından vurduğu söylenebilir. Zira Maliki hükümeti tarafından yapılan açıklamalarda, sürekli olarak Anayasa vurgusu yapılmakta ve devletin “hukuk devleti” olması yönündeki istek belirtilmektedir. Nitekim Nuri El-Maliki de 2009’daki yerel seçimlerden önce kurduğu koalisyonun adını “Kanun/Hukuk Devleti” olarak belirlemiştir. Şimdi Sünni gruplar otonom/özerk bölge oluşturma isteklerini Anayasa’ya dayandırmaktadır. Burada temel meselenin Anayasa’da yer alan maddelere göre, otonom/özerk bölgelere geniş yetkiler tanımasıyla da yakından ilgili olduğunu söylemek mümkündür.
 
Bu noktada Irak Anayasasında federal bölgelerle ilgili maddelere değinmek yerinde olacaktır. Irak Anayasası’nın 117. Maddesinde, bu anayasa, hükümleri uyarınca kurulacak yeni bölgeleri tanır” ibaresine yer verilmiştir. Böylece hükümetin kurulacak olan otonom/özerk bölgeleri tanımaması gibi bir durum ortadan kaldırılmış ve bölgelerin oluşturulması güvence altına alınmıştır. Bu sürecin başlaması bile otonom/özerk yönetim karşıtlarının kaybı olarak algılanabilir. Süreç başladığı takdir tamamlanması olağandır. Bu nedenle süreç başlamadan engellenmeye çalışılmaktadır. Öte yandan 115. Maddesinde, “Federal otoritenin görev alanı içerisinde sayılmayan bütün yetkiler Bölgelere ve bir bölgeye dahil olmayan vilayetlere verilmiştir. Federal otorite ile Bölgesel ve Vilayet Yönetimleri arasında diğer yetkilerin kullanımı konusunda anlaşmazlık ortaya çıktığı takdirde, Bölge ve Vilayet yasaları geçerlidir.” İfadesi yer almaktadır. Burada özerk yönetimlere avantaj sağlanmaktadır. Bu durum özerk yönetimler ile merkezi hükümet arasında yetki paylaşımı açısından sıkıntılar ortaya çıkabilir. Bölge anayasalarında yapılacak çalışmalarda, hukukun geniş yorumlanması sebebiyle, yetki çatışması yaşanması muhtemeldir. Irak Anayasası’nın 119. Maddesi ise bir bölgenin nasıl oluşturulabileceğini ortaya koymaktadır. Bir veya daha fazla sayıda vilayetin, bölge oluşturmak isteyen vilayet meclislerinden her birinin üyelerinin 1/3’ünün ve/veya bölge oluşturmak isteyen vilayetlerdeki seçmenlerin 1/10’unun talebi üzerine, talep gelmesi durumunda referandumla bir bölge oluşturulmasının mümkün olduğu belirtilmektedir. 2006 yılında çıkarılan ve 2008’de uygulamaya konulan 21 Numaralı Federal Bölgeler Yasası da referandumun düzenlenmesi Irak Yüksek Seçim Komisyonuna bırakmıştır.
 
Bu kapsamda en dikkat çekici örneği Selahattin vilayeti oluşturmaktadır. Selahattin vilayetinden önce Irak’ın güneyindeki Basra, Meysan ve Zikar vilayet meclisleri otonom/özerk bölge taleplerini Irak hükümetine bildirmişlerse de, Maliki’nin vilayet yönetimlerindeki ağırlığı nedeniyle, bu taleplerini askıya almışlardır. Daha sonra Irak Parlamentosu Başkanı Usame Nuceyfi 2011’in yaz aylarında “Merkezi hükümetin dışladığını iddia ettiği Sünniler için bir otonom bölge oluşturulması gerektiği” yönünde yaptığı açıklama, Sünnilerin ağırlıkta olduğu vilayetlerde otonom/özerk bölge taleplerinin açığa çıkmasına sebep olmuştur. Selahattin vilayet meclisinde 27 Ekim 2011 günü yapılan ve Kanun Devleti Koalisyonu üyeleri hariç, 20 vilayet meclisi üyesinin katılımıyla yapılan oylamada, Selahattin’in özerk bölge olarak ilan edilmesi konusunda karar alınmıştır.[3] Bu karardan hemen sonra Anbar ve Diyala vilayet meclisleri de özerk bölge oluşturulması yönünde karar almıştır. Alınan bu kararlar Irak’taki gerilimi arttırmıştır. Önce siyasal gerginliğe yol açan bu durum, son 1-2 haftalık periyotta yaşanan şiddet eylemleriyle farklı bir boyut kazanmıştır. Özellikle Bağdat’ta Şiileri yoğun olarak yaşadığı mahallelerde yaşanan şiddet eylemleri ve bu eylemleri El-Kaide’nin üstlenmesi, yeni bir mezhepsel çatışmanın başlayıp başlamadığını akıllara getirmektedir. Ancak Irak’ın siyasi ve güvenlik durumunda yaşanan mevcut güç boşluğunun, istikrar yerine çatışmalar tarafından doldurulması, Irak’ı bir daha birleşemeyecek kadar ayrıştırabilir. Bu ayrışmanın etkilerinin, Ortadoğu’daki değişim dalgasıyla birlikte, 2005-2007 arasında yaşananlardan daha büyük bir boyuta ulaşması işten bile değildir. Bu nedenle Irak’taki sorumluluğun iç politik aktörlerde olduğu kadar, bölgedeki  ülkelerinde sorumluluğu olduğu düşünülmektedir. Buradan hareketle bölgedeki bütün ülkelerin çatışmalar üzerinden değil, işbirliği algısı üzerinden hareket etmesinin yerinde olacağı değerlendirilmektedir.
 
 
Kaynaklar [1] Örnek olarak bkz. Sunnis Reject Calls for Federalism in Iraq, http://www.jihadwatch.org/2005/08/sun
nis-reject-calls-for-federalism-in-iraq.html, Erişim: 28 Aralık 2011.
  [2] Bunun için bkz. Aslı Aydıntaşbaş, “Irak’ta Adım Adım Özerkliğe Doğru”, http://siyaset.milliyet.com.tr/irak-ta-adim-adi
m-ozerklige-dogru/siyaset/siyasetyazardet
ay/26.12.2011/1480439/default.htm, Erişim: 26 Aralık 2011.
  [3] Iraq Salahuddin Province Declares Autonomy, http://www.alsumaria.tv/en/Iraq-News/1
-70068-Iraq-Salahuddin-Provin
ce-declares-autonomy.html, Erişim: 28 Aralık 2011.