Irak’ta Hükümet Kurma Süreci Nereye Gidiyor?

Irak’ta 12 Mayıs 2018 tarihinde yapılan tartışmalı parlamento seçimlerinin ardından hükümet kurma çalışmalarının yanı sıra Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde de (IKBY) 30 Eylül 2018’de düzenleneceği açıklanan bölge parlamentosu seçimlerinin yapılıp yapılmayacağı konusundaki tartışmalar da devam etmektedir. Bununla birlikte Basra merkezli olarak Haziran 2018’de başlayan ve kamu hizmetlerinin yetersizliği nedeniyle halkın sokağa döküldüğü protestolar da yeniden hız kazanmış durumdadır. Bu üç gündem maddesi Irak siyasetinin yönünü belirler hale gelmiştir. Temelde bakıldığında birbirinden ayrı konular gibi görünse de Irak siyasetinin doğası nedeniyle iç içe geçmiş ve birbirini etkileyen konular olmuştur. Bu noktada en azından kısa vadede söz konusu gündem maddelerinin Irak siyasetinin temel tartışma konuları olacağını söylemek mümkündür.
Öncelikle 12 Mayıs 2018’de yapılan seçimlerin ardından hükümet kurulma sürecine bakılacak olursa; bu sürecin son derece karmaşık bir hal aldığı görülmektedir. Seçimlerin yapılmasının ardından, yaklaşık 4 ay sonra, Irak Parlamentosu yeni milletvekilleri ile ilk oturumunu 3 Eylül 2018’de gerçekleştirebilmiştir. Parlamento toplantısından hemen önce “en büyük grup kim” tartışmaları ortaya çıkmıştır. Bunun en büyük sebebi Irak Anayasası’na göre hükümet kurma yetkisinin parlamentodaki en büyük gruba verilecek olmasıdır. Bu anlamıyla Mukteda El-Sadr’ın liderliğindeki Sairun Koalisyonu’nun tek başına 54 milletvekili kazanarak seçimleri kazanması anlamını yitirmektedir. Nitekim 2010’da yapılan seçimlerde Iyad Allavi liderliğindeki Irakiye Listesi 91 milletvekili kazanarak seçimlerden birinci çıkmasına rağmen, 89 milletvekili elde eden Nuri El-Maliki öncülüğündeki Kanun Devleti Koalisyonu, diğer Şii gruplarla bir araya gelerek “Ulusal İttifakı” oluşturarak parlamentodaki en büyük grup haline gelmiş ve hükümeti kurmuştur. Bu nedenle parlamentodaki en büyük grubu oluşturabilmek için siyasi pazarlıklar devam etmektedir. Bir tarafta mevcut Başbakan Haydar El-Abadi, Mukteda El-Sadr ve Ammar El-Hekim öncülüğünde kurulan Islah ve Bina Koalisyonu, diğer tarafta eski Başbakan Nuri El-Maliki ve Bedir Örgütü lideri Hadi El-Amiri öncülüğünde oluşturulan Bina Koalisyonu parlamentodaki “en büyük grup” olduğunu ilan etmiştir. Islah ve Bina Koalisyonu içerisinde 177 milletvekili olduğu açıklanırken, Nuri El-Maliki bu sayının doğru olmadığını ifade etmekle birlikte söz konusu koalisyondan bazı grupların kendilerinin kurduğu Bina Koalisyonu’na geçtiğini ve 145 milletvekili ile en büyük koalisyon olduklarını iddia etmiştir. Bu noktada her iki koalisyon açısından da çelişki olduğunu söylemek mümkündür. Zira iki koalisyonun açıkladığı milletvekili sayıları toplandığında 322 milletvekili etmektedir. Bu sayı içerisinde Kürt milletvekilleri (58) yoktur. Kürt gruplar halen hangi grupla bir koalisyon içerisine girecekleri konusunda karar vermemiştir. Maliki ve Abadi’nin açıkladıkları koalisyonlarda yer alan milletvekili sayılarına Kürt milletvekilleri eklendiğinde parlamentodaki 329 olan toplam milletvekili sayısını fazlasıyla geçmektedir. Irak medyasında yer alan haberlere göre hem Maliki’nin hem de Abadi’nin açıkladığı koalisyonlara ilişkin olarak 30’dan fazla milletvekilinin her iki koalisyon içerisinde sayıldığı ifade edilmektedir. Özellikle Sünni milletvekillerinin hangi tarafta olduğu konusunda bir netlik yoktur. Bu konuya dair şimdiye kadar Sünni milletvekilleri tarafından da bir açıklık getirilmemiştir. Ayrıca Abadi’nin liderliğinde seçimlere katılan Nasr Koalisyonu içerisinden büyük kopmalar yaşanmış ve Maliki’nin seçim sonrası oluşturduğu Bina Koalisyonu’na geçişler olmuştur. Nitekim bu belirsizlik nedeniyle 3 Eylül’de ilk oturumu açılan parlamentonun oturumu açık bırakılarak, parlamento başkanlığı tarafından siyasi gruplara 15 Eylül’e tekrar toplanmak üzere kadar vakit tanınmıştır. Ancak Basra merkezli yaşanan gelişmeler hükümet kurma sürecini de önemli ölçüde etkilemiştir. Basra’da kamu hizmetlerinin sağlanamaması nedeniyle başlayan gösteriler, hükümetin sert cevabıyla karşılaşmış ve gösteriler sırasında hayatını kaybeden ve yaralanan göstericiler olmuştur. Bunun üzerine gösteriler daha da alevlenmiş, doğrudan hükümet ve siyaset karşıtı protestolara dönmüştür. Basra’daki devlet binaları ve siyasi parti ofisleri ateşe verilirken, İran’ın Basra’daki Başkonsolosluğu da göstericiler tarafından basılmış ve yakılmıştır. Bunun üzerine Başbakan Haydar El-Abadi, Basra’daki güvenlik yetkililerini görevden almış ve acil eylem planı yapılması için kabineyi toplamıştır. Bu süreçte özellikle Şii dini merci ve Mukteda El-Sadr gösterilere destek vermiştir. Hatta Mukteda El-Sadr parlamentonun Basra acil gündemiyle toplanması için çağrıda bulunmuş ve Abadi ile hükümeti istifaya davet etmiştir. Irak’taki en büyük Şii dini merci Ayetullah Sistani’nin son Cuma fetvasından gösterilere destek verildiği net bir dille ifade edilerek, hem göstericilerin hem de devletin şiddetten uzak durulması için çağrıda bulunulmuştur. Ayrıca fetvada Irak’ın bu duruma gelmesindeki en büyük sebep olarak son 15 yıldaki siyasetçiler olarak gösterilmiştir. Bu noktada Basra olaylarının hükümet kurma sürecinde ciddi bir kırılmaya yol açtığını söylemek mümkündür. Zaten hükümet kurma sürecinde ciddi bir ayrışma yaşayan siyasetin yürütücü gücü olan Şiiler arasında Basra olayları ile daha keskin bir ayrışma ortaya çıkmıştır. Özellikle Şii dini merci ve aşiretlerin mevcut siyasi yapıya karşı çıktığını net olarak görülmektedir. Bu durum Şii partiler açısından oldukça zorlayıcı bir durumdur. Zira Şii siyaseti açısından bakıldığında aşiret merkezli destek önemli bir  taban oluştururken, dini mercinin desteğinin sağlanması da siyasi etkinlik açısından tamamlayıcı ve hatta fark yaratıcı olmaktadır. Bu nedenle aşiretlerin ve daha da önemlisi Şii dini mercinin desteğini almadan atılacak siyasi adımların kalıcı ya da etki sağlayıcı olmayacağını ifade etmek mümkündür. Bu nedenle özellikle ikinci dönem başbakanlık için adı geçen Haydar El-Abadi'nin avantajını kaybettiğini söylemek yerinde olacaktır. Nitekim Basra olayları sonrası hükümet kurulması için yeni bir çaba ortaya çıkmış, Mukteda El-Sadr, Ayetullah Sistani'nin temsilcileri ve Hadi El-Amiri ile görüşerek yeni bir süreci başlatmış ve hükümet kurmak için ortak adımların atılması kararlaştırılmıştır. Seçimlerden birinci (Mukteda El-Sadr – Sairun) ve ikinci (Hadi El-Amiri – Fetih) olarak çıkan iki siyasi gücün hükümet kurma konusunda önemli bir ilerleme kaydetmiştir. Sadr'ın Sistani'nin temsilcileri ile görüşmesinin ardından Hadi El-Amiri ile görüşmesi, hükümet kurma konusunda Şii dini mercinin onayını aldığı ve süreci koordineli olarak yürüteceğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bu anlamıyla Şii dini mercinin Hadi El-Amiri'ye de onay verdiğini söylemek yerinde olacaktır. Sistani'nin son cuma fetvasında hükümetin “yeni standartlar” üzerinden kurulmasını talep ederek hükümetin yeni bir format içerisinde olabileceği sinyalini vermiştir. Bu noktada hükümetin 2003'ten sonraki hükümetlerden farklı olarak parlamentoya giren bütün siyasi grupların yer aldığı ulusal birlik hükümeti yerine bir çoğunluk hükümetinin kurulabilme ihtimali ortaya çıkmaktadır. Zira Mukteda El-Sadr'ın, Nuri El-Maliki'nin başbakanlığı döneminde yaşadığı sorunlar nedeniyle Nuri El-Maliki'yi dışarıda bırakmak istediği bilinmektedir. Aynı şekilde, özellikle IŞİD'le mücadele sürecinde Haşdi Şaabi üzerinden Haydar El-Abadi ve Hadi El-Amiri arasında da bir çekişme yaşanmıştır. Bu nedenle Amiri'nin de Abadi'yi dışarıda bırakmak isteyeceğini öngörmek mümkündür. Ancak Sairun (54) ve Fetih'in (49) kuracağı ortaklık, sayısal olarak tek başına hükümeti kurmaya yeterli olmayacaktır. Ayrıca toplamda 53 milletvekiline sahip Sünni grupların ya da 58 milletvekiline sahip Kürt grupların da tamamının yer alacağı düşünülse bile hükümet kurmak için 329 sandalyeli parlamentonun yarısından bir fazlasına ulaşılması mümkün olmamaktadır. Bu nedenle Sadr-Amiri ikilisinin farklı grupların desteğine ihtiyaç duyacağı açıktır.
Bu noktada Sünni grupların yanı sıra Kürtler ve Türkmenlerin nasıl pozisyon alacağı, hükümet nasıl oluşturulacağı açısından kritik olacaktır. Burada Sünnilerin pozisyonundaki belirsizlik hem Sünniler hem de Sadr ve Amiri açısından önemli bir zorluğu ortaya çıkarmaktadır. Farklı Sünni gruplar seçim sonrasında 53 milletvekili ile birliktelik oluşturarak “Ulusal Akım” adı altında bir oluşuma gitmesine rağmen, hükümet pazarlıkları sürecinde yeniden bir dağılma yaşamış ve farklı oluşumlarda yer almışlardır. Mevcut durum itbariyle de Sünnilerin farklı yönlerde hareket etmesi beklenmektedir. Ayrıca Mukteda El-Sadr ve Hadi El-Amiri'nin de bazı Sünni gruplarla işbirliği yapmak istemeyeceğini de söylemek mümkündür. Örneğin Sadr ve Amiri'nin bir koalsiyon kurması durumunda Usame El-Nuceyfi ile ittifak kuran Hamis Hancar'a karşı çıkmaları ihtimal dahilidindedir. Zira daha önce Hamis Hancar, Şii liderlerle tarafından pekçok kez radikal gruplara destek vermekle suçlanmıştır. Bu anlamıyla bütün Sünni gruplar hükümet kurma sürecinde yer alması mümkün görünmememektedir.
Bu noktada özellikle Kürtlerin pozisyonu önemli olacaktır. Ancak Kürt grupların kendi iç çekişmeleri ve IKBY’deki politik süreç, Kürtlerin de pozisyon almasını zorlaştırmaktadır. Zira IKBY’de 30 Eylül’de yapılacağı açıklanan seçimlere ilişkin tartışmalar devam etmektedir. Bağdat’ta KDP ile ortak hareket etme kararı alan KYB, IKBY Parlamento seçimlerinin ertelenmesini istemekte, bu konuda KDP ile karşı karşıya gelmektedir. Ayrıca KDP dışındaki partilerin büyük bölümünün de erteleme yanlısı pozisyon aldıkları bilinmektedir. Ayrıca partiler arasında Bağdat'tan talep edilecek makamlar konusunda da bir uzlaşının sağlanabildiğini söylemek zordur. Özellikle bugüne kadar Cumhurbaşkanlığı makamı Kürtlere verilmiş ve bu pozisyonu KYB'nin almıştır. Mevcut durum itibariyle  KYB'nin bu pozisyonu korumak istediği görülmektedir. Hatta uzun süre KYB ve IKBY'nin yurtdışı temsilciliğini yapan ve daha sonra Irak'ın Birleşmiş Milletler Nezdindeki Daimi Temsilciliği görevini yürüten Muhammed Sabir İsmail KYB tarafından Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmiştir. Ancak KDP'nin de bu görevi istediğine yönelik haberler medyada yer alırken, Irak'ta Dışişleri ve Maliye Bakanlığı görevlerini yürüten Hoşyar Zebari'nin KDP tarafından cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilebileceği iddia edilmiştir. Bununla birlikte hükümet kurma görüşmeleri için ortak bir heyet kuran KDP ve KYB'nin Bağdat'tan, bütçeden yüzde 17'lik payın verilmesi, peşmergelerin Kerkük'e geri dönüşü ve yeniden bir Kürt valinin seçilmesi, Cumhurbaşkanlığı'nın yeniden Kürtlere verilmesi konusunda talepler ortaya koyduğu bilinmektedir. Bu taleplerin hükümet kurma sürecinde tamamen karşılanabilir talep olmayacağı aşikardır. Kürtlerin bu taleplerden geri adım atması hükümette yer alma durumlarını kolaylaştıracağı açıktır. Nitekim Kürtler hükümetin dışında kalmak istemeyecekleri gibi, ABD'nin Kürtlerin hükümette yer alması konusunda tercihte bulunacağını söylemek mümkündür. Zira hükümet kurulma sürecindeki ABD-İran dengesi önemli bir farktördür. Daha önceki süreçte de görüldüğü gibi ABD-İran dengesi sağlanmadan bir hükümetin kurulmasının mümkün olmadığı görülmektedir. Özellikle başbakan adayının her iki tarafından reddetmeyeceği bir kişinin olması, hükümet kurulması konusundaki en önemli köşe taşlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Öte yandan seçim sonrasında parlamentoda farklı gruplardan 9 milletvekili ile temsil edilen Türkmenlerin de parlamentoda bir grup oluşturmuş olmaları, Türkmenlerin hükümetteki temsili açısından önemlidir. Söz konusu milletvekilleri farklı gruplar içerisinde yer alsalar bile, hükümet kurma konusunda ortak hareket etmeleri, Türkmenleri de kritik bir noktaya taşıyabilir. Özellikle Sünnilerin bütüncül olarak hükümete katılmaması durumunda, Sairun, Fetih ve Kürt gruplardan oluşacak bir hükümetin kurulması ve istikrarını sağlayabilmesi için Türkmenlerin desteği önemli olacaktır.
Anlaşılacağı üzere Basra'da yaşanan olaylar hükümet kurulması sürecini yeniden başlatmış görünmektedir. Irak'ta seçimlerin yapıldığı 12 Mayıs 2018'den bu yana süren siyasi pazarlıklar ve hükümet süreci, yeni bir aşama içerisindedir. İki farklı kutup halinde (Sadr-Abadi, Amiri-Maliki) ortaya çıkan ilk hükümet sürecinden sonuç alınamaması, tarafları farklı adımlar atmaya zorlamıştır. Bu noktada Basra olaylarının yanı sıra Şii dini mercinin oynadığı rol oldukça önemli olmuştur. Öte yandan seçim sonrasında ortaya çıkan iki kutuplu yapı, ABD-İran kutbu gibi de görünmüş, Sadr ve Abadi ABD, Amiri ve Maliki İran'ı temsil ediyor gibi bir algı oluşturmuştur. Ancak her iki tarafın da hükümeti kurmak için yeterli politik desteğe sahip olamadığı görülmektedir. Bu noktada yeniden ABD ve İran'ın da Irak'ta denge politikasına döndüğü ve azami düzeyde uzlaşı yoluyla yeni bir sürecin başlaması için alan açtığını söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak bu aşamada Irak'taki dini mercinin rolünün belirleyici olacağı görülmektedir. Özellikle Basra'da yaşanan olaylardan sonra Şii dini mercinin süreci ele geçirdiği görülmektedir. Sistani'nin temsilcisi Ahmed El-Safi'nin Basra'ya giderek, su ile ilgili alt yapı hizmetlerini doğrudan başlatarak burada siyasi mesajlar vermesi bunun göstergesidir. Bu durum Irak Şiiliği'nin yeniden kendini bulma çabası ile de birlikte düşünülmelidir. Uzun süredir İran'ın Irak'taki etkisine karşı Irak halkında olan tepki Basra'da eyleme dönüşmüş ve İran Başkonsolosluğu yakılmıştır. Bu noktada İran'ın da Irak'taki etkisini kaybetmemek için Şii merci ile iyi geçinmek ve uzlaşıya gitmek zorunda kalacağı görülmektedir. Aynı şekilde ABD'nin de İran'ın etkisini kırmak ve dengelemek için Şii mercinin inisiyatifini gözardı etmeyeceğini söylemek mümkündür. Bu noktada seçimler döneminde net bir siyasi pozisyon almayarak Irak'taki bütün gruplarla iyi ilişkiler kurma konusunda iyi niyetini gösteren Türkiye'nin hem ABD-İran arasında hem de Şii dini mercinin ABD ve İran ile ilişkilerinde denge unsuru olabileceği ve yeni hükümetle birlikte bir alan ortaya çıkmaktadır.