İran-ABD Restleşmesi Nereye?

Geçen ay ABD ilk kez yabancı devletin bir kurumunu veya ordusunu, daha doğrusu İran’ın Devrim Muhafızları Ordusu’nu (DMO) terörist ilan etmiştir. Bu girişimin amacı Dışişleri Bakanı Pompeo’nun ağzından “İran’ın Ortadoğu’daki terörist ve istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerine desteğini kesmek için maksimum baskı uygulamak” olarak açıklanmıştır. Trump’ın bu planına karşı ABD Savunma Bakanlığı’ndan gelen Suriye ve Irak’ta ABD askerlerine misilleme yapılabilir itirazları da pek dikkate alınmamışa benziyor. Ancak daha önce Irak’ta Devrim Muhafızları’yla bağlantılı Hareket-i Nücebâ’nın terör örgütü ilan edilmesinden sonra İran’dan hiç bir ses çıkmaması Trump’ın ve şahinlerin elini güçlendirmiş görünüyor. Gerçi ABD, İran Devrimi’nden bu yana yalnızca Devrim Muhafızları Ordusu’na değil, nerdeyse başından beri İran İslam Cumhuriyeti’ne bütünüyle terörist devlet olarak muamele ediyordu. Ama bunu resmi olarak ilan etmesinin hukuki, siyasi ve ekonomik sonuçları vardır.

Karar genel çerçevede Trump’ın İran’ı sınırlandırma stratejisiyle uyumlu olmakla beraber, İsrail seçimlerinden bir gün önce ilan edilmesi bakımından Golan kararı gibi İsrail’deki seçimlerde Netanyahu’ya destek amacıyla yapılmış ve ona yardımcı olmuştur. Trump, İran konusunda daha önce söylediklerini sırasıyla yapmıştır. Önce Nükleer anlaşmayı iptal edeceğim dedi ve yaptı. Sonra yaptırımlar getireceğim dedi ve onu da yaptı. Mayıs ayında yaptırımları daha fazla artıracağım dedi ve Türkiye dahil bazı devletlere verdiği muafiyeti de kaldırdı. Şimdi ise savaşmadan İran’ı teslim olmaya zorlamaktadır.

ABD’nin DMO’yu terörist örgüt ilan etmesinin ciddi sonuçları olacaktır. Bu karar ekonomik olarak Birleşik Arap Emirlikleri’nde Irak’ta ve Lübnan’da ve hatta Avrupa ve Asya’da DMO ile iş yapan yabancı şirketlere de yasak getirdiği için çok geniş bir yelpazeyi etkileyecektir. Amerikan şirketleri yaptırım uygulanan şirketlerle çalışmayacağı için bu şirketlerin ve kişilerin ABD’ye girişleri de engellenecek veya ihlal edenler yargılanabilecektir. Hemen hiçbir devlete veya kuruma muafiyet ve istisna tanınmadığı için (ki belki daha sonra tanınabilir) ABD diplomatlarının ve askerlerinin de Lübnan ve Irak gibi ülkelerde DMO ile işbirliği yapan grup ve kurumlarla teması da engellenebilir.

İran’da her şeye rağmen yatırım ve iş yapan yabancı şirketler bu karardan doğrudan etkilenmektedir. Çünkü İran ekonomisinin yarısı DMO ile bağlantılı olduğu için karar hemen her türlü faaliyeti yakından ilgilendirmektedir. Mayıs ayında başlayan yeni yaptırımlarla beraber bu durum zaten can çekişen İran ekonomisi için ölüm fermanı olmuştur. Bu durum İran’ı teslim olmaya ve JCPOA diye bilinen Nükleer anlaşmayı yeni şartlarda kabul etmeye zorlayacaktır. Ancak İran için bu anlaşmayı kabul etmek kendini reddetmek, kendi idam fermanını uygulamak anlamına gelecektir. Aksi durumda ise ekonomik olarak çökertilen İran rejimi zaten ayakta kalamaz.

İran ABD’yi doğrudan hedef alamaz, onun yerine kendisinin ve destekçilerinin maneviyatını ve motivasyonunu güçlü tutacak hamleler yapacaktır. İran, özellikle ‘daha fazla üstüme gelirsen, Körfezdeki müttefiklerine zarar veririm, Irak’ı karıştırırım’ diye tehdit edebilir veya Körfez’deki ABD askeri varlıklarını taciz edebilir. Ancak kapsamlı ve ABD’nin canını yakacak bir askeri hamle yapması mümkün değildir çünkü bu İran için intihar olur. Ne yapacağı kestirilemeyen ve çok da pervasız hareket edebileceği anlaşılan Trump’ın sınırlarını ve sinirlerini test etmek, İran için oldukça riskli bir durumdur. Ancak ekonomik yaptırımlar da İran’ın yavaşça ölümünü getirmektedir.

Devrim Muhafızlarının dışarıdaki kolları ve operasyonları ekonomik ve siyasi yaptırımlardan ziyadesiyle etkilenecektir. Örneğin doğrudan İran tarafından fonlanan Lübnan Hizbullah’ı ve Suriye’deki Fatımiyyûn Tugayı hem genel ekonomik yaptırımlardan hem de DMO üzerine uygulanan yaptırımlardan etkilenmektedir. Ancak İran’a bağlı bu grupların ABD müttefiklerini ve belki de ABD’yi doğrudan hedef alarak tepki vermesi ihtimali vardır. Örneğin, Hizbullah İsrail’i veya Yemen’deki Husiler Suudi Arabistan’ı ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni hedef alabilir ki bunun işaretleri belirmiştir.

Bu çerçevede, İran Suudi Arabistan’ı daha fazla rahatsız edecek şekilde Yemen’den füzeler atılmasını ve hatta Husilerin Suudi topraklarına girmesini ve Qatif Bölgesinde önceden olduğu gibi Şiilerin isyan etmesini teşvik edebilir. Benzer şekilde Bahreyn’deki Şiileri tekrar kışkırtabilir. Bu durum masadaki hesapları değiştirmek yerine, daha çok İran’ın kendi taraftarlarının moral ve motivasyonunu yüksek tutmaya yarar. Hatta bu tür hamleler Suudi Arabistan’ı ABD’ye daha fazla yaklaştıracaktır ve Suudi Arabistan da çatışmaya katılabilecektir. Hatta düşük ihtimal de olsa, Suudi Arabistan’ın İran ile doğrudan çatışmaya girmesi ABD’nin işine gelecektir. Yemen’de olduğu gibi Suudi Yönetimi’nin İran ile silahlı çatışmaya girmesi ABD’ye pek zarar vermez ve hatta ABD bunu tercih edebilir.

Diğer taraftan ironik bir şekilde maliyeti az olacağı için İran, Irak’ta ABD ile vekilleri vasıtasıyla karşı karşıya gelmeyi göze alabilir. Çünkü Irak’ta önü kesilecek İran’ın, Suriye ve Lübnan’a erişimi engellenecektir. İran bunu göze almak istemez ve çatışmayı Irak’a taşıyabilir. Diğer taraftan sınırları dışında savaşmayı tercih eden İran’a buradaki çatışmanın etkisi daha sınırlı olacaktır. Irak’taki Haşd-i Şâbi, maaşlarını ve finansmanını Irak hükümetinden aldığı için onların ABD’ye yapacakları saldırıların İran’a maliyeti sınırlı kalacaktır.

Dini Lider Hameney, Başbakan Abdülmehdi’nin son İran ziyaretinde ‘ABD askerleri Irak’tan gönderilsin’ talimatında bulunmuştu. Ancak Abdülmehdi’nin açıklaması buna değinmedi. Sebebi ise bu çatışmada Irak hükümetinin taraf olmak istememesi olabilir ancak durum ciddileşince Irak taraf tutmaya zorlanacaktır. Ama Sünniler, Kürtler ve mezhepçi olmayan Şii partiler de tercih yapmak zorunda kalırlarsa ABD tarafını seçeceklerdir. En son açıklamasında ABD karşıtlığı ile bilinen Muktada Sadr bile ABD-İran çatışmasında taraf olmayacağını açıklamıştır.

İran yönetimi sonunda masaya oturmak istese bile (ama bunun tersini söylüyorlar) Trump’ın uzlaşma konusunda pazarlığa açık olmadığı görülmektedir. Çünkü zaman Trump’ın lehine ve sürekli kan kaybeden İran’ın aleyhine işlemektedir. Dolayısıyla, seri hareketler yapmak zorunda olan İran, bazı girişimlerde de bulunmuştur. Örneğin, Nükleer Anlaşma’dan çekileceğini söyleyerek AB ülkelerinin Trump’a baskı yapmalarını istemişse de bunun etkisi olmamıştır. Daha sonra BAE karasularında petrol tankerlerine düzenlenen saldırı İran’ın ABD müttefiklerini sıkıştırmaya çalıştığını düşündürmektedir. Aynı dönemde Yemen Husileri kaynaklı insansız hava araçları Suudi Başkenti yakınlarında petrol pompa tesislerine saldırı düzenlemiştir ama bunun etkisi de sınırlı kalmıştır.

Bu olaylar esnasında Trump’ın güvenlik danışmanı John Bolton ABD’nin bölgeye uçak gemisi ve savaş uçakları gönderdiğini duyurmuştur. ABD’nin bölgeye 120 bin asker göndereceği ise yalanlanmıştır. Aynı şekilde ABD’nin İran ile görüştüğü haberleri de yalanlanmıştır. Hem İran tarafı hem de Trump yönetimi savaş istemediklerini açıklayarak saldırı durumunda karşı tarafa büyük zarar verecekleri söylemeye devam etmektedir. Ancak durumun dolaylı da olsa silahlı çatışmaya varması ihtimali sıfır değildir. Ufak bir kaza veya provokasyon krizi kontrolden çıkarabilir.

ABD, geçen hafta bu tehditlerin gölgesinde Iraktaki vatandaşlarından önemli resmi görevleri olanların dışındakilerin ülkeden ayrılmasını talep etmiştir. Önceki gün Bağdat Yeşil Bölge’deki ABD elçiliğine yakın bir bölgeye füze atılması Irak’ta iki taraf arasındaki gerginliğin artacağına işaret etmektedir. Saldırıdan sonra Trump twitter mesajında “İran savaşmak istiyorsa, bu onun sonu olur. Bir daha asla ABD’yi tehdit etme” diyerek uyarmıştır. Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ise karşı twitinde tarihte işgalcilerin İran’a boyun eğdiremediklerini hatırlatmıştır. Trump diğer bir twitte ise ‘İran ile görüşmelerin olmadığını, İranlıların isterlerse kendisini arayabileceklerini ama bu arada İran ekonomisinin çöktüğünü’ söylemiştir.

Trump’ın İran ile doğrudan silahlı çatışma istemediği ama şahin çevresinin (özellikle Pompeo ve Bolton) savaş istediği bilinmektedir. Bu da, ABD’nin İran’da başlıca amacının rejim değişikliğine gitmek olduğu anlamına gelmektedir. Savaş seçeneği ABD için de yüksek maliyetli olacağı için düşük bir ihtimaldir. Esasen savaş olmadan da ABD, İran’ı diz çöktürmeye doğru gitmektedir çünkü İran ekonomisi gittikçe kötüleşmekte ve zaman İran aleyhine işlemektedir. Diğer taraftan İran rejimi toplumsal desteğini büyük ölçüde kaybetse de, ideolojik olarak devrime inanmış ve çıkarları ile rejime bağlı grupların desteği devam etmektedir. İran’ın elindeki barışçıl kozlar işe yaramadığı için dünya ekonomisini (petrol üzerinden) şoka sokacak hamleler yapmaya çalışabilir.

İran’ın ABD’ye karşı yapabileceği hamleler konusunda en kötü senaryo ise Hürmüz Boğazı’nı kapatmasıdır. İran’dan top atış mesafesinde olan Hürmüz Boğazı, dünya petrol ve gaz ticaretinde çok önemli bir yere sahiptir. Boğaz’ın kapatılması dünya ekonomisini sarsacak potansiyelde olduğu için bu tür bir hamle  İran için en zor, en tehlikeli ve en riskli olanıdır. İran bu kartı en son çare olarak kullanacaktır ki o da bir tür intihar saldırısı mesabesindedir. Hürmüz Boğazı kapatılınca bütün dünyada petrol fiyatları tırmanacak ve diğer ülkelerin tepkisi hem Trump’a hem de İran’a yönelik olacaktır. Trump’ın bugüne kadarki tavrı bu tür tepkilere aldırış etmeyeceğine işaret etmektedir. Ancak aşırı yükselen petrol fiyatları 2020 seçimlerini olumsuz etkileyeceği için Trump böyle bir hamleyi dikkate almak zorunda kalabilir.

İran-ABD gerginliğinin Türkiye açısından kritik sonuçları olacaktır. Örneğin, İran’ın bu dönemde PKK ile ilişkilerini azaltmasını beklemek gerçekçi olmaz. Çünkü ekonomik olarak sıkışan İran, Irak sınırında PKK’nın kaçakçılık faaliyetlerini destekleyecektir. PKK, İran’dan Irak’a uyuşturucu getirmekte ve Irak’tan İran’a alkol vs. götürmektedir. Büyük hacimlere varan bu ticaret İran’dan himaye görmeye devam edecektir. Türkiye açısından önemli olan diğer bir konu ise ekonomik olarak ambargoya maruz kalan Devrim Muhafızları Ordusu’nun Irak ve Suriye’deki etkisinin azalacak olmasıdır. Bu nedenle İran Suriye’de Türkiye ile işbirliğine daha istekli olacaktır. Mesela, Esed’in İdlib saldırılarına İran yanlısı milislerin katılmadığı görülmektedir. Irak’ta ise DMO bağlantılı Haşd-i Şâbi gruplarının etkisi azalacağı için hem Irak hükümeti üzerinde hem de Sünni ve Türkmenler üzerinde İran’ın baskısı azalabilir.

Sonuç olarak, İran’ın ABD yaptırımlarına karşı eli çok güçlü değildir. Devrim Muhafızları Ordusu İran ekonomisinin yarısına hükmettiği için İran ile iş yapmak isteyen yabancı (özellikle Çinli) şirketler daha çok zorlanacaktır. Ölüm fermanına yakın bu yaptırım kararı ve 2019 Mayısında eklenen yeni yaptırımlar İran’ın ülke dışında fonladığı Hizbullah ve Fatımiyyûn Tugayı gibi kollarını ve onların operasyonlarını etkileyecektir. ABD-İran mücadelesi daha çok Irak sahasında yaşanabilir. İran bu süreçte ABD ile masaya oturmak isteyebilir ama bu, hem Trump’ın isteksizliği nedeniyle hem de ABD tarafından ileri sürülen şartların kabulünün İran rejiminin kendini reddetmesi anlamına geleceği için neredeyse imkansızdır. Gerilimin tırmanması durumunda ne AB’nin, ne Rusya’nın, ne Çin’in İran konusunda ABD’ye direnmesi mümkün değildir.