Katar ve ‘Arap Baharı’ Süreci: Dönüşen Bölgesel İlişkiler Derinleşen Kaygılar

1995 yılındaki kansız-yumuşak bir saray darbesi sonucu Hamad Bin Halife El-Tani, babası Şeyh Halife El-Tani’yi devirerek, yaklaşık 18 yıl sürecek olan Katar Emirliği görevini üstlenmiştir. Bu süreç sonrasında önceleri ‘muhtemelen dünyanın en sıkıcı bölgesi’ olarak tanımlanan, Sünni yönetimin hâkim olduğu monarşik ülke Katar’ın iç ve dış politikasında bazı önemli değişimler yaşanmıştır. Hamad Bin Halife El-Tani döneminde gerçekleştirilen kısmi demokratik açılımlar, uluslararası alandaki önemli organizasyonlara ev sahipliği yapma, başta İslami Direniş Hareketi (Harakat al-Muqawama al-Islamiya-Hamas) ile İsrail olmak üzere, bölgede sorunlu aktörler arasındaki uzlaşı girişimleri, bu aktörün dış ve iç politikasını anlamaya yönelik çalışmaları yoğunlaştırmıştır. Dahası 1996’dan itibaren İngilizce ve Arapça yayın yapan ve kısmen bağımsız-tarafsız kanal olarak algılanan Katar merkezli yayın organı El-Cezire’nin bölgesel gelişmelere yönelik programları ve Katar’ın uluslararası-bölgesel alandaki yardım faaliyetleri, Körfez bölgesinin nüfusu küçük etkisi büyük Emirliğine yönelik akademik ve siyasi ilgiyi artırmıştır. 
 

1995-2013 yılları arasında El-Cezire’nin Ortadoğu halklarının sorunlarına ilişkin yayınları, uluslararası yardım girişimleri ve bölgedeki arabuluculuk faaliyetleri ile bölgedeki yumuşak güç kapasitesini artırmayı hedefleyen Katar, aynı zamanda Batı ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile askeri-siyasi ilişkilerini güçlendirme yönünde bir tutum benimsemiştir. Bu bağlamda, El-Udeid hava üssünün 1997’den itibaren Amerikan hava kuvvetlerince kullanılmasına izin vererek, ABD ile askeri ilişkilerini ittifak düzeyine yükseltmiştir. Diğer taraftan ABD ile artan siyasi-askeri ilişkilere rağmen Katar, Batılı ülkelerin ve özellikle ABD’nin, bölgedeki etkisinden rahatsızlık duyduğu Hamas ve Müslüman Kardeşler (Al-Ikhwan Al-Muslimun) gibi oluşumlara siyasi, askeri ve maddi destek de sağlamıştır. Doha’nın izlediği bu siyaset, Katar dış politikasının ‘çelişkili’ olarak algılanmasına yol açmaktadır. Körfez’in en güçlü Sünni yönetimi Suudi Arabistan’ın itirazlarına rağmen, ‘Şii Hilali’ tehdidinin kaynağı olarak değerlendirilen İran ile ilişkilerde bazı zamanlar diyalog çağrısı yapması ve Lübnan’daki radikal Şii aktör Allah’ın Partisi (Hizbullah) ile Sünni ve Maruni kesimler arasında 2008 Doha anlaşmasındaki gibi uzlaşı çabalarına hizmet etmesi, Katar yönetiminin ‘çelişkili’ diplomatik faaliyetlerinden diğerleri olarak değerlendirilmektedir.
 

‘Çelişkili’ olarak değerlendirilen girişimler, sadece Katar dış politikasında değil iç politik gelişmelerde de söz konusu olmaktadır. Bu çerçevedeki en önemli iç politik çelişki, özellikle 1995’li yılların başından itibaren belediye seçimlerinin yapılması, basın özgürlüğü ile ilgili olarak sansürün sınırlandırılması ve kadınlara seçme-seçilme hakkının tanınması gibi, kısmi demokratikleşme-modernleşme yönündeki adımlara rağmen Katar’ın El-Tani ailesine dayalı tek adam yönetimini sürdürmesi ve dahası güçlendirmesidir. Sonuç olarak, Katar iç ve dış politikasını incelediğimizde, bu ülkenin iki alanda da yeterince ‘çelişkili’ politikalar izlediği şeklinde kısmen haklı bir varsayıma ulaşabiliriz. Diğer taraftan, birbiri ile çelişkili görülen bu politikaların aslında büyük oranda birbirini tamamlayacı işlevi olduğunu, özellikle 2010 yılının Aralık ayında Tunus’ta başlayan ‘Arap Baharı’ sürecinde görmekteyiz. Ortadoğu bölgesinde demokratikleşme eğilimlerine katkı sağlayacağına ilişkin erken dönem yorumlarının aksine günümüzde Suriye, Libya ve Yemen gibi ülkelerde uzun süreli ve yıkıcı iç savaş durumuna dönüşen halk hareketlerine dayalı ‘Arap Baharı’ gelişmeleri, bölgedeki diğer ülkeler gibi Katar iç ve dış politikasını da önemli oranda şekillendirmiştir.
 

2011 yılında genel olarak demokrasi-özgürlük talepleri ile ortaya çıkan ve bölgede uzun yıllardır hakimiyetini sürdüren tek adam yönetimlerinin (krallık, emirlik ve monarşik cumhuriyet) kırılgan fakat sert yapılı siyasi-askeri istikrarına tehdit oluşturan Ortadoğu’daki halk hareketlerini, Katar büyük oranda desteklemiştir. Monarşik bir yönetim olmasına rağmen önceleri demokrasi talepleri ve silahlı şiddete dönüşmeyen halk hareketlerine Katar’ın aktif bir şekilde destek vermesi, ‘çelişkili’ tutumun devamı olarak değerlendirilebilir. Diğer taraftan bu desteğin ‘seçici’ ve temel endişenin diğer Körfez ülkelerindeki gibi ‘rejim güvenliği’ni sağlama olduğunu düşündüğümüzde, monarşik bir ülkenin erken dönem demokrasi taleplerini (2011-2013), özellikle El-Cezire kanalındaki yayınlar aracılığı ile desteklemesi yeterince anlaşılmaktadır. Dahası ‘Arap Baharı’ gelişmelerinin daha fazla şiddete ve iç savaşa dönüştüğü 2013 yılından itibaren, Katar’ın yeni Emiri Şeyh Tamim bin Hamad bin Halife El-Tani de dış-iç politika vizyonunu temelde rejim güvenliğini üzerine inşa etmiştir. Bu çerçevede dış-iç politika yapım sürecini kontrol ederek hızlı şekilde değişen bölgesel-yerel gelişmelere aktif ve devlet-merkezli stratejiler üreten el-Tani ailesi yönetimindeki Katar Emirliği, rejim güvenliği kaygısı ile gerektiğinde birbiri ile çelişir görünen dış ve iç politika yaklaşımlarını benimsemektedir.  Özetlersek, 1971’de bağımsızlığını kazanan ve yaklaşık 1.5 milyon nüfusu bulunan Körfez’in küçük fakat etkili ülkesi Katar’ın iç ve dış politikasını şekillendiren temel dinamik, rejimin yani Katar Emirliği’nin güvenliğini sağlamak olmuştur. Bu çerçevede, Hamad Bin Halife El-Tani gibi Katar’ın yeni Emiri Şeyh Tamim bin Hamad bin Halife El-Tani de, devlet-merkezli yürütülen ve ‘çelişkili’ görünmesine rağmen birbirini tamamlayan dış ve iç politika stratejileri izlemiştir.
 

Bu çerçevede Katar, 2011 yılında yoğunlaşan halk hareketleri sürecini ve Mısır, Tunus ve Libya’daki iktidar değişimlerini desteklemiştir. Böylelikle Katar, Ortadoğu’da demokratik değişimleri ve özgürlük taleplerini destekleyen ülke imajı ile bölgesel ve uluslararası alandaki yumuşak gücünü artırmayı hedeflemiştir. Diğer taraftan, Katar’ın ‘Arap Baharı’ sürecinin erken döneminde yoğunlaşan demokrasi ve özgürlük taleplerine yönelik ‘seçici’ ve ‘çelişkili’ tutumu, Sünni bir oluşum olan Müslüman Kardeşler’den yana bir tavır sergilemesiyle ortaya çıkmaktadır. Katar’ın bu yaklaşımını Ortadoğu’daki son dönem uluslararası ilişkileri anlamak amacı ile başvurulan ve aşırı bir genelleştirmeye işaret eden mezhep temelli tutumun bir parçası olarak değerlendirmek, yeterince doğru bir yaklaşım değildir. Bu süreç içerisinde bölgedeki bir diğer Sünni yönetim olan Suudi Arabistan’ın Katar’ı, Müslüman Kardeşler merkezli tutumundan dolayı eleştirmesi ve Müslüman Kardeşler’in bölgede artan etkisinden rahatsızlık duyması, bölgeye yönelik mezhep temelli yaklaşımların sınırlılığını göstermektedir. Diğer taraftan, bölgedeki aktörlerin eylemlerini-söylemlerini tamamı ile mezhepsel (Şii-Sünni çatışması) ilişkiler ve gerilimler çerçevesinde açıklamak ‘abartılı’ bir yaklaşım olmakla birlikte, Katar’ın Suriye, Mısır, Yemen, Libya ve Tunus gibi ülkelerde Sünni gruplara ve özellikle Müslüman Kardeşler’e siyasi, askeri ve ekonomik destek sağladığı anlaşılmaktadır.
 

İdeolojik ya da fikirsel (mezhep) kaygılardan ziyade politik-güvenlik kaygılarının belirleyici olduğu bu tutum neticesinde Katar, Mısır Genel Kurmay Başkanı Abdülfettah El-Sisi’nin liderlik ettiği askeri darbenin 3 Temmuz’da, 30 Haziran 2012’de halk tarafından seçilen ve Müslüman Kardeşler’in de destek verdiği Muhammed Mursi’yi cumhurbaşkanlığı görevinden uzaklaştırmasına karşı çıkmıştır. Dahası, bu gelişme sonrasında Mısır ile Katar arasındaki ilişkiler günümüze kadar sorunlu ve mesafeli bir şekilde devam etmektedir. Kanlı bir iç savaşa dönüşen Suriye’deki olaylarda ise yine Müslüman Kardeşler etkisinde olan, Beşar Esad rejimine karşı savaşan, Özgür ve Suriye Ulusal Koalisyonu adı altında birleşen muhalif gruplara destek veren Katar, benzer siyasi, askeri ve ekonomik desteği 16 Şubat 2011 tarihinde demokrasi-özgürlük talepleri ile Bahreyn’de sokağa çıkan Şii topluluğuna göstermemiştir. Bunun yanı sıra Doha yönetimi, nüfusunun p’i Şii fakat yönetimi Sünni olan Bahreyn’de gösterilerin güç kullanımı ile bastırılmasına, dolaylı da olsa destek vermiştir.
 

Bu çerçevede Katar, ‘Arap Baharı’ sürecinin erken dönemindeki barışçıl gösterilere ve sonrasında Suriye, Libya ve Yemen gibi ülkelerde iç savaş halini alan çatışmalara yönelik ‘seçici’ bir tutum sergilemiştir. Bu tutum, özellikle 1980’li yıllardan itibaren Ortadoğu’da yoğunlaşan mezhep temelli siyasetin bir parçası olarak değerlendirilmesine rağmen, Katar’ın bölgesel-yerel ilişkilerini belirleyen temel faktör, rejimin güvenliği olmuştur. Bu nedenle Müslüman Kardeşler grubunun önemli dini figürlerinden Mısırlı Sünni din adamı Yusuf El-Karadavi’ye Doha’da ev sahipliği yapan Katar, bu oluşumun ‘Arap Baharı’ süreci ile bölgede zemin ve etki kazanmasına hem bölgesel hem de uluslararası alanda katkı sağlamaktadır. Doha yönetimi, demokratik sistemlerde yer alma, İslami kuralların uygulanması ve modern sosyal-ekonomik ilişkiler konularında kısmen reformcu bir bakış sergileyen Müslüman Kardeşler’in Ortadoğu genelinde artan etkisini, kendi çıkarları doğrultusunda olumlu değerlendirmektedir. Diğer taraftan özellikle bölgedeki bazı ülkelerde (Suriye, Yemen ve Libya) iç savaş sarmalına dönüşen şiddet olayları, Katar’ın ‘Arap Baharı’nın erken dönemlerinde artırdığı yumuşak güç kapasitesini sınırlandırmaktadır. Bunun yanı sıra Mısır, Suriye, Libya ve Tunus gibi ülkelerde Müslüman Kardeşler’in siyasi-askeri anlamda geçmişe kıyasla önemli bir gerileme yaşaması, Katar’ın rejim güvenliği kaygılarını yoğunlaştıran diğer gelişmeler olmuştur.
 

Bu bağlamda, 2013 yılından itibaren Katar’ın yeni Emiri Şeyh Tamim bin Hamad bin Halife El-Tani, henüz başarılı olmamasına rağmen, El-Sisi yönetimindeki Mısır ile ilişkileri düzeltmek amacı ile bir takım diplomatik adımlar atılmıştır. Dahası ‘Arap Baharı’ süresince eleştiri aldığı Suudi Arabistan’a Yemen olaylarında askeri-diplomatik destek vererek ve Müslüman Kardeşler ile ilgili tutumunda kısmen değişikliğe giderek, bu grubun eylemlerinden rahatsız olan Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyelerininin tepkilerini sınırlandırmayı amaçlamıştır. Katar’ın yeni Emir döneminde gerçekleştirdiği en önemli diplomatik-askeri girişim ise Türkiye ile ilişkilerin kısmen ‘ittifak’ düzeyine çıkarılmasıdır. Körfez bölgesi içerisinde güçlü komşusu Suudi Arabistan’ı Körfez dışında ise Şii söylemi üzerinden Ortadoğu’da etkili olmayı amaçlayan İran’ı dengelemeyi amaçlayan Doha yönetimi, Türkiye’nin ‘Arap Baharı’ süresince gerçekleştirdiği bölge üzerindeki faaliyetlerini büyük oranda onaylamıştır. Son dönemde tehdit algıları ve Müslüman Kardeşler gibi destekledikleri gruplar konusunda ortak zemin paylaşan bu iki ülke askeri-diplomatik ilişkilerini yoğunlaştırmıştır. Bu bağlamda Katar, Ankara’nın 3,000 askerin görev yapacağı Körfez ve Ortadoğu bölgesindeki ilk askeri üssünü Katar’da kurmasını onaylamıştır. 
 

Sonuç olarak, özellikle ‘Arap Baharı’ süresince Doha’nın izlediği dış ve iç politika birbiri ile çelişkili ve uyumsuz olarak algılanmaktadır. Bu çerçevede, Doha’nın dış politika faaliyetleri ya mezhepsel temelde ya da demokratik talepleri destekleme çerçevesinde açıklanmaktadır. Bu yorumlar kısmen geçerli olmasına rağmen, Katar’ın benimsediği bu çelişkili politikaların arkasındaki temel belirleyici faktör rejim güvenliği kaygısı olmuştur. Rejim güvenliği bağlamında  Katar, gerektiğinde birbiri ile çelişir görünen dış ve iç politika yapım sürecini takip etmektedir.

Bu yazı “Katar ve ‘Arap Baharı’ Süreci: Dönüşen Bölgesel İlişkiler Derinleşen Kaygılar” başlığıyla Ortadoğu Analiz Dergisi'nde yayınlanmıştır.