Körfez Krizi’nde Çözüm ve Türkiye İçin Anlamı

Türkiye'nin Mısır ve Yemen ile birlikte üç Körfez ülkesinin (yani Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn) Katar'ı kuşatmasıyla hiçbir ilgisi olmasa da krizin kışkırtıcıları Türkiye'yi argümanlarına karıştırmak istemiştir. Suçlamaları kabul etmeyen Türkiye, Katar'ın krizi başlatanlar tarafından rehin alınmasının önlenmesinde merkezî bir rol oynamıştır. 5 Ocak 2021’de gerçekleştirilen Körfez İşbirliği Konseyi Zirvesi’nde iki taraf arasındaki “soğuk savaş”ın çözümü yönünde önemli adımlar atılmıştır. Türkiye’nin konumu ülke içinde ve dışında yeniden tartışılmaktadır. Bu yazıda, Türkiye'nin Körfez anlaşmazlığına ve çözümüne yönelik tutumunu ve konuyla olan ilgisini tartışacağım.

Katar’ın Arap demokrasilerini desteklemesinin ardından, bu ülke ile Suudi Arabistan liderliğinde BAE ve Bahreyn üçlüsünün oluşturduğu kamp arasında bir çatlak oluşmuştur. Aslında, Aljazeera gibi Katar medya kuruluşları Arap meseleleri hakkındaki siyasi tartışmaların meydana gelmesini kolaylaştırmada rol oynamış ve Ortadoğu'nun doğusundaki ve batısındaki otoriter Arap rejimlerinin kamuoyunca eleştirilmelerine katkıda bulunmuştur. Diğer Körfez ülkeleri Mısır, Yemen, Libya ve diğer bazı ülkelerdeki demokratikleşme süreçlerinin tersine işleyişlerini desteklediklerinde çatlak daha da belirginleşmiştir. Ancak Katar ve Türkiye, önceki grupla ciddi bir bölünmeye sebep olacak şekilde demokratikleşme sürecinin durdurulmasına karşı çıkmışlardır.

Önemli Arap ülkelerinden olan Mısır’da Abdulfettah es-Sisi tarafından gerçekleştirilen askerî darbe bahsi geçen ülkelerin ilişkilerinde bir dönüm noktası oluşturmuştur. Katar ve Türkiye bunu kabul etmezken diğer Körfez ülkeleri askerî rejimi, Müslüman Kardeşler'i ağır ithamlarla suçlayarak desteklemiştir. Körfez ülkeleri anti-demokratik yaklaşımlarını gizlemek için siyasi İslam veya Müslüman Kardeşler aleyhine oluşturulmaya çalışılan kötü imajı kullanmaya çalışırken Türkiye ve Katar bu unsurları Arap toplumlarının ve siyasetinin doğal bir parçası olarak benimsemiş, zulümden kaçan diğer demokratik muhalif gruplarla birlikte bahsi geçen gruplara sığınak olmuşlardır. Hatırlatmalıyız ki bu dönemde Suudi Kralı Abdullah'ın hem Türkiye hem de Katar ile ilişkileri gergin durumdaydı.

Kral Selman’ın ilk günlerinde Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler gelişmeye başlamıştır. Türkiye, 2015 yılında Yemen'deki Husi darbesine karşı Suudi “Kararlı Fırtınası” operasyonunu alenen desteklemiştir. Ancak Trump'ın gelişi iki ülke arasındaki ilişkilerin tekrar kötü yönde etkilemiştir. Daha sonra Kushner ve Muhammed bin Selman (MbS) arasındaki anlaşmanın amacının, bölgedeki askerî rejimlere Suudi desteği verilmesi ve hem Türkiye'yi hem Katar'ı bölgeden uzaklaştırmak olduğu ortaya çıkmıştır. Anlaşma aynı zamanda Katar'ın servetine el konulmasını ve Trump'a büyük miktarda dolar ödemeyi de gerektirmiştir. Katar ambargosu başarısız olunca, MbS kontrolündeki yeni Suudi yönetimi bu parayı ünlü Ritz Carlton Hotel'de göz altına alınan nüfuzlu Suudi prenslerden toplamıştır.

Katar ambargosu kararı Donald Trump, Abdlfettah es-Sisi ve Kral Selman bin Abdulaziz'in 2017'de parlayan dünya kürenin etrafında bir araya geldiği ABD-Körfez zirvesinde alınmıştır. Trump başlangıçta ambargo kampanyasını destekliyor gibi görünse de daha sonra iki taraftan da fayda sağlamaya çalıştığından tereddüde düşmüştür. Hem ambargo hem de Katar'daki Türk askerî varlığına değinilmesi Türkiye’yi şaşırtmıştır. On üç talep arasında, ablukacılar Türkiye ile askerî anlaşmanın iptalini ve Türk üssünün kapatılmasını talep etmişlerdir. Elbette hem Katar hem de Türkiye, Aljazeera TV'nin kapatılması ve Müslüman Kardeşler'e destek verilmemesi talepleriyle birlikte bu talepleri reddetmişlerdir.

Türkiye, Katar’ın hava, deniz ve kara trafiğini engellemeyi hedefleyen ambargonun erken etkisinin yayılmasında kritik bir rol oynamıştır. Türkiye, İran ile koordinasyon hâlinde diplomatik desteğin yanı sıra Katar pazarları için tüketici ürünlerini ve diğer ürünleri sağlamayı başarmıştır. Daha sonra Türk hava üssünün kapatılması talebinden vazgeçilse de ambargo bugüne kadar sürmüştür ve Türkiye ile BAE ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler daha da kötüleşmiştir. Nihayet başarısız Katar ambargosu ya da genel ifadeyle Körfez Krizi ters etki yaratmış, Katar'ı Körfez bölgesinde baş düşmanı olarak görülen İran'a ve Türkiye’ye daha çok yaklaştırmıştır. Sonuç olarak, Türkiye ile Katar arasındaki stratejik ittifak her düzeyde güçlenmiştir.

Körfez Krizi’nin en büyük etkisi, Katar'ın Suudi liderliğindeki koalisyondan güçlerini çekmesiyle Yemen çatışmasında hissedilmiştir. İkinci olarak, Körfez İşbirliği Konseyindeki çatlak, bölgeyi ilgilendiren pek çok konu konsey bünyesinde ele alınamadığı için bu kurumun etkinliğini azaltmıştır. Öyle ki bu çatlak, Arap Ligi ve hatta İslam İşbirliği Teşkilatı gibi diğer kurumlara dahi sıçramıştır. Suudi-BAE kampı, bölgedeki zayıflayan rollerini Trump-Kushner gözetiminde İsrail ile normalleşmeye giderek telafi etmeye çalışmışlardır.

Dördüncü yılında Katar ambargosunun, empoze edilen koşullara rağmen Katar’ı herhangi bir taviz vermeye zorlayamadığı ve sonuçsuz kaldığı gözlemlenmektedir. Ambargo, Suudi ve BAE ekonomilerine Katar'ınkinden daha fazla zarar vermiş bile olabilir. Ayrıca, Katar'a mal ihraç eden Suudi topluluklarından şikayetler gelmiş ve bu her iki ülkedeki aşiret ilişkilerine ve sosyal ilişkilere zarar vermiştir. Ambargo, Suudi Arabistan'ın “önde gelen Müslüman ülkelerden biri” imajını da paramparça etmiştir. Yemen'deki savaş ve Washington Post muhabiri Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesiyle bu imaj daha da zarar görmüştür.

ABD seçimlerinin ardından Trump ve damadı Kushner'ın gidişi, Katar ambargosunun ve Körfez'deki genel çatışmanın sona erdirilmesine yeni bir ivme kazandırmıştır. Projeyi uygulayamayan Amerikalı mimarlar, kendilerini kurtarmak ve gitmeden kâr elde etmek için krizi sona erdirmeye hevesli görünmektedirler. Bu bağlamda Jared Kushner, iki taraf arasındaki ilişkileri sıfırlamak hakkında görüşmek için Körfez ülkelerini ziyaret etmiştir. Trump yönetimi, çatışmada ara buluculuk yapıyormuş gibi davranırken her iki taraftan da bazı kazançlı sözleşmeler elde etmiş ve bununla birlikte Trump ve Kushner çatışmanın çözümünde de ciddi bir rol üstlenmek istemişlerdir.

Suudi liderliğinin gerilimi azaltma arzusunun önemli bir nedeni muhtemelen Yemen felaketi ve Kaşıkçı cinayetiyle ilgili olarak Suudi Arabistan'ı eleştiren Joseph Biden'ın gelişinden endişe duymalarıdır. Suudi liderliği, Biden’ın İran’a yönelmesinden ve Suudi Arabistan üzerindeki baskının artmasından endişe duymaktadır. Öte yandan iktidarın, muhteris Veliaht Prens MbS'ye geçişi henüz tamamlanmamıştır. Bu nedenle MbS, anlaşmazlığın çözümünü Biden yönetimine bırakmak istememektedir. Muhtemelen Biden yönetiminin tepkisini yatıştırmak için hızlı bir diplomatik başarı kazanma peşindedir.

Türkiye, Körfez Krizi’nin çözümünü memnuniyetle karşılamıştır. Dışişleri Bakanlığınca yapılan resmî açıklamada gerginliği hafifletme çabalarının memnuniyet verici olduğu belirtilmiş, Kuveyt'in bu konudaki ara buluculuk çabalarına övgüde bulunulmuştr. Körfez Krizi, Türkiye’nin bölgesel çıkarlarına zarar vermiştir. Türkiye barışçıl ve istikrarlı bir bölgenin herkes için iyi olduğunu düşünmektedir. Bu meyanda, Suudi medyasındaki olumsuz kampanya ve Türk mallarını boykot etme kampanyalarına rağmen, Türkiye aynı olumsuz tavrı benimsememiş ve ateşe körükle gitmemeyi tercih etmiştir.

Türkiye, Suriye'den Libya'ya bölgesel sorunların bölgesel aktörler ve yöntemlerle çözülmesini savunmaktadır. Türkiye, uluslararası hukuka ve kurumlara saygı göstermekle birlikte Libya ve Suriye gibi Ortadoğu çatışmalarının uluslararasılaşmasının şimdiye kadar bir çözüm getirmediğini de fark etmiştir. Mümkün olduğunca bölgesel diyalog ve çözümleri tercih etmektedir. Bir ticaret ve sanayi ülkesi olarak Türkiye, bölgedeki çatışmalar ve kaos yerine istikrarı tercih etmektedir ve Türkiye'nin bu tutumu, tarihsel bağlarla bağlı olduğu ve bölgesel çatışmalar yüzünden parçalanmış halklar tarafından da desteklenmektedir.

Körfez Krizi’ne gelince, Türkiye kendisi ve komşuları için çatışmadan çok iş birliğini tercih etmektedir ve bölge içindeki sorunlara bölgesel çözümlerle yaklaşılması gerektiğini vurgulamaktadır. Bugün Ortadoğu ve Küzey Afrika bölgesinde yeteri kadar çatışma varken, en azından petrol zengini ülkelerin durumu daha fazla karmaşıklaştırmaması  gerekmektedir. Türkiye'nin Katar ile ilişkilerini geliştirdiği doğrudur ancak Türkiye bölgeyle daha geniş bir ekonomik iş birliği potansiyelini de değerlendirme çabasındadır. Böylelikle İran dâhil Müslüman ülkelerin bölgesel ve küresel barışa daha iyi katkıda bulunabileceğine inanıyorum. Kazan-kazan stratejisiyle bölge, sadece Katar ambargosunu değil diğer krizleri de çözmek için yeterli kültürel, tarihî, ekonomik ve diplomatik kaynaklara sahiptir.