Körfez Krizinin Çözümlenişinde Suudi Arabistan-BAE İttifakının Değişen Hesapları

3,5 yıl süren Körfez krizi, Körfez İşbirliği Konseyinin (KİK) 41. Zirvesi ile birlikte sona erdi. 5 Ocak’ta Suudi Arabistan’ın kuzeybatısında yer alan ve tarihî açıdan önemli bir çöl şehri olan el-Ula’da gerçekleşen Körfez Zirvesi, Katar’a yönelik uygulanan ambargonun ve Donald Trump yönetiminin erken dönemde desteklediği bu girişimin başarısız olduğunu ortaya koydu. Fakat Katar ile Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasındaki krizin sembolik olarak sonlandığı ve bazı farklılıkların devam ettiği söylenebilir. 5 Haziran 2017’de Suudi Arabistan ve BAE önceliğinde başlatılan ambargo boyunca Katar’a bağımsız dış politika çizgisini terk etmesini dayatan 13 maddelik bir liste sunulmuştu. Suudi Arabistan-BAE ekseninin Katar’a yönelik planları nasıl şekillendi? Suudi Arabistan-BAE ekseni neden Katar’a yönelik ambargoyu sonlandırdı? Anlaşmadan sonraki Körfez jeopolitiği nasıl şekillenecek? Bu noktada söz konusu sorular ışığında Körfez’deki krizin nasıl çözüldüğüne bakmak yerinde olacaktır.

Katar’a Karşı Başarısız İki Plan
Suudi Arabistan ve BAE’deki şahin kanadı temsil eden veliaht prens ikilisinin [Muhammed bin Selman (MbS) ve Muhammed bin Zayid (MbZ)] mimarı olduğu Körfez krizinde Katar’ı kendilerine bağımlı kılmak için iki seçenek vardı. Bu seçeneklerden ilki, ABD’de Trump’ın başkanlığını bir “koz” olarak kullanarak yapay bir kriz inşa etmekti. Dolayısıyla veliaht prens ikilisi Katar’ı Körfez’de yalnızlaştırıp marjinalleştirmeye ve diplomatik olarak yenildiğini kabul ettirmeye çalıştı. İkinci seçenek ise rejim değişikliğinin gerçekleşmesi için askerî güç kullanmaktı. Bu seçenek ilkine nazaran daha zordu. Nitekim gerek uluslararası hukuk ve topluma rağmen bağımsız bir ülkenin iktidarını askerî güç kullanımı ile değiştirmek oldukça riskliydi. Ayrıca gerek Kuveyt’in müteveffa emiri Şeyh es-Sabah’ın diplomatik temasları gerekse Türkiye’nin Katar’a kurduğu askerî üs, Doha’daki yönetici elitin Suudi Arabistan-BAE ekseni tarafından işgal edilmesine ve Katar’ın bu eksene bağımlı hâle getirilmesini engelledi. Son olarak dönemin ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson da Suudi Arabistan-BAE ekseninin Katar’ı işgal etme planına karşı çıkmış ve Körfez krizi konusunda farklı düşünceleri nedeniyle Trump yönetiminde istifaya zorlanmıştır. Dolayısıyla krizin yapaylığında ve sürecin uzamasında gerek MbS-MbZ ikilisinin politik hırsları gerekse Trump’ın ikircikli irrasyonel politik uyuşmazlıkları yatmaktadır. Bu noktada akıllara bütün bu yatırım ve risklere rağmen bu eksenin Katar’a yönelik ambargoyu neden sonlandırdığı sorusu akıllara gelmektedir.

Jeopolitik Gerçeklikler ve İmaj Tazeleme
Yapay krizin son bulmasının arkasında yatan birçok sebep olabilir. Bunlardan ilki ve herkesin dile getirdiği ABD bağlamındaki stratejik okumadır. Bu anlamda ABD’de başkanlığın Suudi Arabistan-BAE eksenini “para” karşılığında destekleyen Trump’tan, insan hakları, demokrasi gibi söylemleri sıklıkla dile getiren ve bu ekseni dizginleyecek potansiyele sahip demokrat aday Joe Biden’a geçmesi, Körfez krizinin son bulmasında önemli derece rol oynamıştır. Biden’ın İran ile 2015’te yapılan anlaşmayı desteklemesi ve benzer bir anlaşmayı başkanlığı döneminde yapma ihtimali bu ekseni endişelendirmiştir. Bu anlamda Veliaht Prens Selman, Körfez Zirvesi’nin açılışında yaptığı konuşmada sürekli olarak İran tehdidine karşı iş birliği çağrısında bulunmuştur. Dolayısıyla krizin sonlandırılmasının arkasında yatan önemli sebeplerden birisi ABD’nin İran politikasının Körfez’de yarattığı endişe ve güvenlik kaygılarıdır. Suudi Arabistan-BAE ekseni Katar ile de yakınlaşarak Biden döneminde İran ile mücadeleyi güçlendirmek istemektedir.

İkinci olarak, ekonomik sebeplerin de Suudi Arabistan-BAE ekseninin krizi sonlandırmasına neden olduğu söylenebilir. Körfez Zirvesi’nin gerçekleştiği el-Ula kenti tarihsel olarak Nebati Krallığı’nın Romalılar ve Yunanlılar gibi dönemin tehditleriyle diplomatik uzlaşıya vardığı bir yerdir. Nebati Krallığı mezkûr tehditlerle yaşadığı krizleri ticari ilişkilerin dolayısıyla ekonominin devamlılığı için sonlandırmıştır. Benzer şekilde bu eksende bu tarihî kenti seçerek sembolik bir mesaj vermekte ve küresel durgunluk ve kriz döneminde ekonomik meydan okumalarla yüzleşen Körfez’i en azından minimum düzeyde iş birliği içerisine sokmaktadır. Son gerçekleşen Petrol İhraç Eden Ülkeler (OPEC) Zirvesi’nde petrol üretimini azaltarak üretici ülkelerle iş birliği yapan Suudi Arabistan, Körfez krizinin sonlanmasında önemli rol oynayarak “iş birlikçi yüzünü” de göstermektedir. Dolayısıyla Körfez krizinin sona ermesinin arkasında jeopolitik gerçekliklerin yanı sıra ekonomik faktörler de yatmaktadır.

Bu anlamda Katar’ın, İran ve Türkiye ile yakınlaşması da Suudi Arabistan-BAE ekseni açısından risk olarak görülmektedir. Nitekim BAE’ye yakın bir isim olan Abdülhalik Abdullah’ın da ifadesiyle Katar, Körfez ailesinin kara koyunu idi. Bu kara koyunla nasıl mücadele edileceği sorusu Suudi Arabistan-BAE ekseninin gündemini oldukça meşgul etti. Suriye, Yemen, Libya, Irak ve bölgesel diğer meselelerde askerî-ekonomik ve siyasi kapasitesini aşan Suudi Arabistan-BAE ekseni Katar ambargosuyla birlikte agresif politikalarda başarılı olamayacağının farkına vardı. Nitekim söz konusu politikaların hepsini aynı anda yürütmenin ve savaşmanın bedeli oldukça yüksekti. Bunun farkına varan söz konusu eksenin üyeleri, bu siyasetten vazgeçmeyi rasyonel politika olarak değerlendirdi. Bununla birlikte krizin sonlanması Veliaht Prens Selman’ın liderlik profili üzerinden de okunabilir. Bu anlamda Cemal Kaşıkçı cinayeti, Yemen’deki insani kriz, Suudi Arabistan’daki insan hakları ihlalleriyle ve benzeri faaliyetleri nedeniyle uluslararası itibarı zedelenen Veliaht Prens, Körfez’deki krizi sonlandırarak “uzlaşı yanlısı bir devlet adamı” profili çizmek istemektedir. Biden’ın Beyaz Saray’a gelmesinden önce zedelenen imajını tazelemek isteyen Veliaht Prens Selman, kendini Körfez’i birlik hâline getiren barış-çözüm yanlısı lider olarak lanse etme çabasındadır.

Dört Kritik Nokta
El-Ula şehrinde varılan anlaşma küresel, bölgesel ve yerel ölçeklerde 4 noktayı ortaya koymaktadır. Bunlardan ilki, küresel düzlemdir. Bu anlamda ABD’nin bölge siyasetinin Körfez’deki şahin kanadın dış politikası üzerinde ciddi anlamda etkili olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Biden’ın, İran başta olmak üzere bölgesel meselelere yönelik ortaya koyacağı politika, Suud-BAE eksenini tedirgin etmiş ve Katar’a yönelik siyasetlerini gözden geçirip ambargoyu sonlandırmak zorunda bırakmıştır.  İkinci olarak, Körfez bağlamında varılan anlaşma Suudi Arabistan-BAE ortaklığının yapay bir projesi olan ambargonun başarısızlıkla sonuçlandığını ortaya koymaktadır. Her ne kadar hangi konular üzerinde anlaşılmaya varıldığı henüz netleşmese de Katar’ın ambargocu ülkelere boyun eğmediği söylenebilir. Nitekim Katar İran’a yönelik politikasının değişmeyeceğini açıklamıştır. Türkiye ile iş birliğine stratejik boyut kazandıran Doha’nın Ankara ile sürdürdüğü askerî angajmanları da sonlandırma gibi bir niyeti olmadığı söylenebilir. Dolayısıyla anlaşmanın ortaya koyduğu üçüncü ve en önemli nokta Türkiye’nin bölgesel denklemdeki ağırlığıdır. Ankara 2016 sonrası askerî aktivizm politikasıyla bölgesel güç dengelerini değiştirmiş, Ortadoğu’da ve Körfez’de etkin bir aktör hâline gelmiştir. Son olarak, yine yerel-Körfez ölçeğinde Kuveyt’in Şeyh es-Sabah sonrası nasıl bir dış politika izleyeceğine dair ortaya atılan sorular cevaplanmıştır. Nitekim Kuveyt’in Yeni Emiri Nevaf el-Ahmet el-Cabir es-Sabah, Körfez’i bir birlik olarak ayakta tutmak isteyen emir Şeyh es-Sabah’ın ara buluculuk rolünü devam ettirmiş ve krizin sonlanmasında önemli rol oynamıştır.

Potansiyel Gerilim
Krizin diplomatik olarak çözüldüğü resmî olarak duyurulsa da hangi noktalarda uzlaşıya varıldığı açıklanmamıştır. Krizin yapay şekilde oluşturulduğu gibi kapalı kapılar arkasında Katar’a dayatılan 13 maddenin hangisi Doha’yı ambargodan kurtardı sorusu hâlen merak konusudur. Öyle görünüyor ki Suudi Arabistan-BAE ekseni kriz uzadıkça Katar’ın güçlendiğini, ambargonun kendilerine ve uluslararası itibarlarına zarar verdiğini yeterince anlamıştır. Dolayısıyla Doha yönetimi kendisine dayatılan 13 maddenin hiçbirine uyma sözü vermemiş olması yüksek bir ihtimal olarak değerlendirilebilir. Fakat söz konusu durum Suudi Arabistan-BAE ekseninin Katar’ın bağımsız dış politika izlemesine karşı tekrar sert adımlar atmayacağı anlamına gelmemektedir. Aksine Veliaht Prens Selman her ne kadar Katar Emiri’nin sıcak şekilde karşılayarak uzlaşıdan yana bir profil sergilemek istese de BAE’nin Körfez Zirvesi’ne fiilî lider Veliaht Prens Zayid düzeyinde katılım göstermemesi önemlidir. Dolayısıyla Katar krizinin sonlandırılması Suudi Arabistan-BAE özellikle de bin Selman- bin Zayid arasındaki (Yemen Savaşı gibi) çatlaklardan biri olarak okunabilir.  

Öte yandan Körfez Zirvesi’ne Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz katılmamış; zirve, Veliaht Prens bin Selman’ın açılış konuşmasıyla başlamıştır. Kral Selman’ın son yıllardaki pasif duruşu Veliaht Prens’in Suudi Arabistan Krallığını fiilî olarak yönetmesine yol açmıştır. Kral Selman’ın bu konuda oğlu bin Selman’ı desteklediği yönünde yorumlar ağırlıklı olarak basına yansısa da ikili arasında fikir ayrılıkları olduğu da birçok uzman tarafından zikredilmektedir. Kral Selman, Veliaht Prens’in yükselişini desteklesin veya desteklemesin, Veliaht Prens Selman ülkeyi fiilî olarak yönetmeye devam etmektedir. Abu Dabi Veliaht Prensi Zayid’in etkisinde Suudi Arabistan Veliaht Prensi Selman’ın iktidarı devam ettiği sürece Katar ile yapay krizlerin tekrar gün yüzüne çıkması beklenebilir. Dolayısıyla BAE-Suudi Arabistan ekseninin dış politika anlayışı ve yapımı mevcut hâlini koruduğu müddetçe ilişkilerin normalleşmesi önemli meydan okumalar ile karşılaşabilir.