Krizlerin Gölgesinde Mısır Dış Politikası

Mısır’da 2013 yılındaki askerî darbe ile göreve gelen Abdülfettah el-Sisi rejimi, dış politikada aktif bir oyuncu izlenimi vermekle birlikte birçok konuda başarılı bir performans sergileyememektedir. Sisi’nin dış politika karnesi darbeye siyasi ve ekonomik destek olan bölgesel ve Batılı aktörlerle ilişkileri için söylenebilecekken, Kahire’nin bölgedeki diğer ülkelerle ilişkilerinde aynı durumdan bahsedilemeyecektir. Bu durum Sisi rejiminin ülkenin geleneksel dış politika yöneliminden farklı bir çizgi izlemesi, yanlış dış politika tercihleri nedeniyle gerçekleşen olumsuzluklar ve son dönemde yaşanan krizler göz önünde bulundurulduğunda daha açık biçimde gözlemlenmektedir. Kahire’nin dış politikasındaki belirsizlikler, bu anlamda hem ülke kamuoyunda tepkiye neden olmakta hem de Sisi rejiminin bu alandaki başarısının sorgulanmasına yol açmaktadır. Bu yazıda Mısır’ın son dönemdeki dış politika performansı özellikle krizler bağlamında ele alınacaktır.

Bu anlamda en dikkat çekici örnek şüphesiz Tiran ve Sanafir adalarının Suudi Arabistan’a bırakılması sürecidir. 2013’teki askerî darbeyi izleyen dönemde Sisi rejimine en fazla mali destekte bulunan ülkelerden olan Suudi Arabistan, bu desteğin karşılığını almak için zaman zaman Mısır yönetimine baskı yapmıştır. Yemen’deki Kararlılık Fırtınası operasyonuna Mısır’dan destek isteyen Riyad yönetimi, Sisi rejiminin bu konudaki isteksizliği nedeniyle Kahire ile kısa süreli bir gerginlik yaşamıştır. Yemen’de Sisi’den beklediği desteği alamayan Riyad, bu kez Akabe Körfezi’nin Kızıldeniz’e açılan kısmında bulunan ve stratejik öneme sahip Tiran ve Sanafir adalarının kendi kontrolüne verilmesi için Sisi rejimine baskı yapmıştır. Bu konuda Mübarek döneminde başlayan müzakereleri hızlandıran iki ülke kısa bir sürede uzlaşmış ve Mısır’a ait olan Tiran ve Sanafir adaları Sisi yönetimi tarafından Suudi Arabistan’a verilmiştir. Kararın ardından ülke genelinde protestolar yapılırken, Sisi’nin kararının kabul edilemez olduğu belirtilmiştir.

Kararı meşrulaştırmak üzere yaptığı açıklamalarda ise Sisi, iki adanın tarihsel olarak Suudi Arabistan’a ait olduğunu ifade etmiş ve karara karşı protestoların anlamsız olduğunu savunmuştur. Adaların Suudi Arabistan’a bırakılması yasal düzlemde bazı sorunlarla karşılaşmış, ancak bu noktada da transferin gerçekleşmesi yönünde mahkeme kararları alınmıştır. Mart ayının başında Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Mısır ziyaretinden bir gün önce Yüksek Mahkeme tarafından alınan son karar adaların nihai statüsünün belirlemiş ve Tiran ve Sanafir adalarının Suudi Arabistan’a ait olduğuna hükmedilmiştir.

Sisi yönetiminin Mısır’a ait olan ve stratejik öneme sahip bu iki adayı Suudi Arabistan’a teslim etmesi Mısır dış politikasının son yıllardaki en büyük başarısızlığı olarak görülebilir. Sisi rejimi bu kararla özellikle Arap kamuoyunda ciddi bir prestij kaybı yaşarken, ülkedeki birçok kesimin de tepkisini çekmiştir. Öte yandan bu karar Suudi Arabistan açısından önemli bir kazanım olarak görülebilir. 2013’ten bu yana Mısır’a yaptığı mali yardımların karşılığını ada transferiyle alan Suudi yönetimi, bu hamlesiyle bölgesel düzeyde daha etkili bir aktör olma yolunda ciddi bir adım atmış olarak görülebilir.

Sisi yönetiminin dış politikada son dönemde kriz yaşadığı bir başka ülke de Etiyopya’dır. Nil Nehri’nin sularından daha fazla yararlanmak isteyen Etiyopya, nehir havzasında ciddi büyüklükte bir baraj inşasına 2011 yılında başlamıştır. Mısır’daki devrim sürecinde yaşanan iktidar boşluğundan yararlanan Etiyopya, barajla ilgili planları zaman zaman değiştirmiş ve 2013 yılında barajın kapasitesinin nihai halini vermiştir. Mısır’da gerçekleşen askerî darbenin ardından göreve gelen Sisi rejimi ilk etapta Etiyopya’nın baraj inşasını durdurmasını istemiş ancak Addis Ababa bu talebi reddetmiştir. Daha sonraki dönemde barajın kapasitesinin küçültülmesi konusunda girişimlerde bulunan Sisi rejimi, bu çabalarında da başarılı olamamış ve Etiyopya yönetimi barajın inşasına hızlı biçimde devam etmiştir. Sisi rejimiyle gergin ilişkilere sahip Katar’ın bir kısmını finanse ettiği barajın tamamlanması durumunda Mısır’ın ciddi bir su kriziyle karşılaşacağından endişe edilmektedir. Bölgedeki bir diğer önemli ülke olan Sudan’ın da baraj konusunda Etiyopya’ya destek olması Sisi rejiminin bu konuda çaresiz kalmasına neden olmaktadır. Barajın Mısır’a etkilerinin 2018 yılı itibariyle başlayacağı göz önünde bulundurulduğunda Sisi rejiminin Mısır’ın olası su krizine çözüm bulma konusunda önümüzdeki dönemde daha yoğun bir baskı altında kalacağı söylenebilir.

Mısır ile Sudan arasında özellikle son dönemde gerilen ilişkiler Sisi yönetiminin çözümünde sıkıntılar yaşadığı bir başka dış politika krizi olarak belirtilebilir. İki ülke arasındaki sorunların başında Sudan’a ait olan, ancak Mısır’ın hak iddia ettiği ve fiili olarak kontrolü altında tuttuğu Halayib üçgeni ile ilgili anlaşmazlık yatmaktadır. Mısır ve Sudan arasında yükselen tansiyon Ömer el-Beşir yönetiminin Kahire’yi Darfur’daki ayrılıkçıları desteklemekle suçlamasına yol açmıştır. Buna karşın Sisi rejimi de Sudan’ı Mısır’daki darbeye karşı gelen Müslüman Kardeşler hareketi üyelerine ev sahipliği yapmakla suçlamıştır. Son olarak Sudan’ın Kızıldeniz kıyısındaki Savakin adasını restorasyon ve yenileme çalışmaları için Türkiye’ye tahsis etmesi Mısır tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Kahire’nin Hartum’un kararına karşı açıklamalar yapması üzerine Sudan, Mısır’a içişlerine karışmaması uyarısında bulunmuştur. İki ülke arasındaki gerginliklerin artması üzerine Sudan, Kahire’deki büyükelçisini çekme kararı almıştır. Bölgedeki birçok ülkeyle sorunlar yaşayan Sisi rejimi Sudan’ı da karşısına almak istemediğinden el-Beşir yönetimi nezdinde girişimlerde bulunarak tansiyonun düşmesini sağlamaya çalışmıştır. 2018’in Mart ayının ilk haftası iki ülke büyükelçileri görevlerine geri dönmüş ancak mevcut sorunların çözümünde henüz herhangi bir ilerleme kaydedilememiştir.

Sisi yönetiminin Filistin meselesinde de düşük profilli bir tutum izlemesi Kahire’nin dış politika anlamında beklentileri karşılamadığının bir başka göstergesi olarak belirtilebilir. ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmesi sonrasında ciddi bir tepki göstermemesi ve yine son dönemde Tel Aviv yönetimi ile siyasi, ekonomik ve istihbari konularda ortaklıklara gitmesi Sisi rejiminin özellikle kendi kamuoyunun tepkisini çekmesine neden olmaktadır.

Son dönemde yaşanan dış politika krizleri Sisi rejiminin komşularıyla yaşadığı sorunların derinleşmesini engelleyemediği ve bölgesel politikalarda kamuoyu desteğini bulamadığının bir göstergesi olarak okunabilir. Sisi’nin Libya, Suriye, Yemen, Katar ve Türkiye gibi ülkelere yönelik izlediği politikalar göz önünde bulundurulduğunda, Kahire’nin dış politikada karşılaştığı kriz alanlarının önümüzdeki dönemde daha da fazlalaşacağı söylenebilir. İç siyasette ve ekonomide sıkıntılar yaşayan Sisi rejiminin dış politikadaki bu sorunlu alanlara yönelik yapıcı politikalar üretmesi ise mümkün gözükmemektedir.