Söyleşi

PROF. DR. AHMET ŞAHİNÖZ: "GAP ORTADOĞU'YU DOYURUR"

Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Şahinöz, ORSAM Su Araştırmaları Programının sorularını yanıtladı. Şahinöz, gıda güvenliği ve GAP’ın durumu hakkındaki görüşlerini paylaştı. Şahinöz, Türkiye’nin en kısa zamanda GAP’ı bitirip Ortadoğu’nun gıda pazarındaki payını artırması gerektiğini, bundan hem Türkiye ve hem de Ortadoğu ülkelerinin karşılıklı kazanç sağlayacağını anlattı. Şahinöz, “GAP Ortadoğu’yu doyurur; Ortadoğu da GAP çiftçisini zenginleştirir” dedi.

Ahmet Şahinöz: Hacettepe Üniversitesi, İktisat bölümü mezunuyum. 1974-79 yılları arasında Fransa’da doktoramı yaptım. 1979 yılından beri Hacettepe Üniversitesi, İktisat bölümünde çalışıyorum. 1985 yılında doçent 1991 yılında profesör oldum. 1993-95 yılları arasında dekan yardımcılığı yaptım. Çeşitli dönemlerde bölüm başkan yardımcılığı yaptım. 2006 yılından beri bölüm başkanlığı yapıyorum. 2007-2010 yılları arasında senato üyeliği yaptım.

Genel olarak Ortadoğu gıda pazarları ne durumdadır?

Akademik çalışmalarımda sık sık tarım sektörünü konu edindiğim için Ortadoğu gıda pazarları da özel ilgi alanımda bulunmaktadır. Ortadoğu ülkeleri ilk bakışta zengin ülke izlenimini verse de, aslında yakından baktığımızda bu ülkelerin yoksul toplumların tüm özelliklerini taşıdığına tanık oluruz. Yani zenginlik bu ülkelerde kısıtlı, dar bir kesimin elinde toplanmıştır. Toplumun geniş kitleleri ise yoksul ülkelerin özelliklerini taşımaktadır. Bu nedenle söz konusu ülkelerde gelir-talep ilişkilerini belirleyen marjinal tüketim eğilimi, özelikle gıda ürünlerinde çok yüksektir. İnsanların geliri artıkça ilk yaptıkları şey gıda tüketimlerini yani biyolojik ve fiziki ihtiyaçlarını toplam olarak da zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bu durum iktisadın temel kurallarındandır. Bu bakımdan da Ortadoğu ülkelerinde ki herhangi bir gelir artışı ister istemez gıda talebindeki bir artışa dönüşmektedir. Yani bu ülkelerde talebin gelir esnekliği gıda ürünleri açısından çok yüksektir. Teorik olarak bu böyledir. Ama bunun pratiğini de Ortadoğu ülkelerinin dış ticaret istatistiklerini incelediğim zaman görebiliriz. 1980’li yıllarda bir proje için Paris’e gitmiştim. Proje “Ortadoğu Gıda Pazarları ve Türkiye” ismini taşıyordu, proje sonuçları daha sonra aynı isim altında Sınaî kalkınma Bankası tarafından basılmıştır. O zaman böyle yaygın bir istatistikî veri ağı yoktu. OECD’ ye gidip yerinde rakamları inceledim. Şunu gördüm; 15 Ortadoğu ülkesi, Libya’dan S. Arabistan ve İran’a kadar petrol üreticisi ya da değil hepsi birlikte ele alındı, çünkü petrol ihracatçısı olmayanlar da şöyle ya da böyle petrol gelirlerinden yararlanmaktadırlar, 1973/74 petrol bunalımından sonra bölge büyük bir gıda pazarına dönüşmüştür.

 

Bu ülkelerin gıda ithalatları 1973-74 petrol bunalımdan sonra, yani petrol fiyatlarının bir anda 3-4 kat arttığı dönemden sonra hızlı bir artışa geçmiştir. O zamana kadar 3 dolar olan petrol fiyatları, ikinci dünya savaşından beri hiç artmamıştı. Çünkü petrol Batılı şirketlerin elindeydi. Petrol de, enerji de kapitalist gelişmenin motoru olması sebebiyle bu şirketler fiyatları artırmamışlardı. Böylece Batı dünyasının ekonomik büyümesine katkıda bulunmuşlardır. 1973-74 bunalımdan sonra fiyatlar bir anda yükselince, petrol fiyatlarının yükselmesiyle bu ülkelerin dış gelirleri 3 -5 kat artmıştır. Zannediyorum bu tarihten sonra söz konusu ülkelerin petrol gelirleri 30 milyar dolardan 90 milyar sonra 200 milyar dolara kadar yükselmiştir. Aynı şekilde gıda ithalatları da hızlı bir tırmanışa geçmiştir.  Yani bu tipik insan davranışıdır. İlk önce gıda ithalatını arttırdılar. Baktığınız zaman gıda ithalatının kompozisyonuna bu ülkelerin buğdaydan süte, sütten ete, etten mısır gevreğine, suya kadar, canlı hayvana kadar çok büyük bir ithalat çeşitlilikleri bulunmaktadır. Yine çok iyi hatırlıyorum ithalat bu 7-8 sene içerisinde 3 milyar doların altından bir andan 20 milyar doların üzerine yükseldi ki, bu rakam o zamana göre çok büyük bir rakamdı.

İşin ilginç tarafı bu ülkelerde petrol fiyatları 1983’den sonra düşmeye başlamıştır ve birim fiyatı 10 dolarlara inmiştir. Ama buna rağmen bu ülkelerin gıda ithalatlarında çok büyük bir azalma olmamıştır. Başka malların ithalatında azalma olmuştur. Buna makro iktisatta “tık” etkisi diyoruz, Duesenberry ve Modigliani tarafından ortaya atılmış bir tüketim teorisidir. Kısaca insanlar ulaştıkları bir tüketim düzeyinden, gelirleri azalsa bile kolay kolay geri dönmemektedirler. Bu “irreversibilite” yani geri dönülmezlik kuralıdır. Proje-kitap çalışmamda bunun hesaplamasını da yaptım: Petrol fiyatlarına göre gıda ithalatının esnekliği artış döneminde çok yüksek (0,6), düşüş döneminde ise çok zayıftır (0,2). Yani o fiyatlardaki düşme gıda ithalatına çok az yansımaktadır. Demek istediğim, Ortadoğu ülkelerinin her biri gıda tüketimi için son otuz yıldır yeterli gelir düzeyine sahiptirler. Ama Ortadoğu ülkeleri o talebi karşılayacak tarımsal üretime, coğrafi nedenlerden dolayı sahip değillerdir. Kısaca bu ülkelerin coğrafi nedenlerden dolayı gıda taleplerini kendi üretimleri ile karşılamaları mümkün değildir. Dolaysıyla bu ülkelerin gıda ithalatları uzun yıllar boyunca artarak devam edecektir.

Hızlı nüfus artışının buradaki etkisi nedir?

Nüfus artışıyla birlikte gıda talebi de artıyor, çeşitleniyor. Burada ortaya çıkan şey bu bölgede gıda pazarı açısından oldukça büyük bir potansiyel bulunmaktadır ve bu pazarlarda Türkiye için “doğal pazarlar”dır. Neden? Çünkü bir, coğrafi olarak bu ülkeler Türkiye’ye çok yakınlardır. İki, Osmanlı’dan günümüze benzer kültürleri paylaşıyorlar ve bilindiği gibi kültür de kolay kolay değişmez. Kültür de aynı zamanda insanların tüketim alışkanlıklarına yansır. Yani bir Türk peyniri, tabi eğer belli bir kalitede üretilirse, dünyanın en meşhur Fransız peynirlerine tercih edilir bu ülkelerde. Çünkü damak tadı diye bir şey vardır. Bu da insanların gelirlerinin bir anda artmasıyla kolay kolay değişmez.  Bu 100 yıllar boyunca oluşan doğal zevk ve alışkanlıktır.

Onun için diyorum Ortadoğu, Türkiye için doğal bir pazardır.  Ama maalesef istatistiklere baktığımızda o gıda pazarının çok hızlı arttığı dönemlerde yani 70’ler sonrasında Türkiye o pazarlardan yeterince pay alamamıştır. 80’lerin başında Türkiye bu bölgeleye gıda ihracatı atılımı yapıyor. Ama yaklaşık 20 milyar dolarlık pazardan ancak 1 milyar dolarlık bir pay alabiliyor. 1980’lerin ortalarında ABD ile AB arasında yaşanan ve “sübvansiyonlar savaşı” dediğimiz şiddetli gıda ticareti rekabeti gıda fiyatlarının aşırı bir biçimde düşmesi ile sonuçlanınca Türkiye gibi yüksek sübvansiyonsuz ihracat yapan ülkeler dış pazarlardan çekilmek durumunda kalmışlardır.  Türkiye o pazarların en azından üçte birini doyurabilir. Peki, o pazarları şu an kim doyuruyor?  Avrupa Birliği,  ABD, Avustralya, Yeni Zelanda hatta Brezilya, Kanada'dır. Ama Türkiye maalesef yeterince yararlanamıyor bu pazarlardan. Neden yararlanamıyor Türkiye? Bunun çeşitli nedenleri var. İhracat için örgütlenme meselesi, tanıtım meselesi, firma ölçeği meselesi, pazarlara yerleşme meselesi, finansman meselesi, ürün kalitesi meselesi, Türk tarımının üretim ve verimlilik meselesi, vs. Ama bu sorunlar aşılamayacak sorunlar değildir. Artık Türk ihracatçısı dünyanın her tarafına yelken açmış durumdadır.

Türkiye, bu pazarları da yeniden keşfedebilir ve de Türkiye’nin bu pazarları keşfetmesi şarttır. Çünkü Türkiye’nin önünde GAP diye büyük bir proje var. Türkiye bu projeyi çalıştırarak, efektif hale getirerek,  sulamayla ilgili olarak,  eksiklikleri tamamlayarak GAP’ı çalışır hale getirmelidir. Yani orada kocaman baraj rezervuarında su duruyor, yanında kocaman kuru bir ova su bekliyor. Onu sulayamıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yatırımlara öncelik vermesi gerekir. Sulu tarımla birlikte bölge için toplu bir üretim planlaması yapılması gerekir. Neden? Bu pazarları yeniden keşfetmek için, ekonomik açıdan fethetmek için, Türkiye’nin GAP bölgesinde bir üretim planlamasına gitmesi ve üretim planlamasını da Ortadoğu ülkelerinin gıda pazarlarının yapısına uygun olarak yapması gerekmektedir. Çünkü bu bölgenin üreticileri dış pazarlara çıkacak konumda değildir. Dış pazarlara çıkacak ne teknik donanımları vardır, ne finansman olanakları vardır, ne de bilgi birikimleri vardır. Dolayısıyla bu insanların dış pazarlara çıkarılması için, bu insanların birileri tarafından planlanması, yönlendirilmesi gereklidir. Bunu da yapacak olan GAP idaresi, bölgesel kalkınma ajanslarıdır. Düşünebiliyor musunuz Fransa’dan şeftali geliyor, salatalık geliyor; Amerika’dan portakal geliyor. Hâlbuki bu bölgeden çıkacak ürünler taze taze o bölgeye hemen ulaşabilecek durumdadır. Bu bölgenin ürünleri Batı ülkelerininkine göre çok daha sağlıklı ve çok daha doğaldır. Ortadoğu ülkeleri gelirleri artıkça çevre konusuna, sağlık normlarına duyarlı hale geliyorlar. Onlar da artık hormonsuz, fazla gübrenin kullanılmadığı organik ürünler istiyor. GAP bölgesi de sanayi girdilerince çok fazla kirlenmemiş ekolojik olarak temiz bir bölgedir. Türkiye bu unsuru da kullanarak pazarları fethedebilir. GAP Ortadoğu’yu da doyurur, Ortadoğu da bu bölgenin çiftçilerini zenginleştirir diye düşünüyorum.

Pek çok ülkenin gıda güvenliğine büyük önem verdiğini görüyoruz.  Bunun nedeni nedir? GAP’ın Türkiye’nin gıda güvenliği açısından önemi nedir?

Gıda güvencesi, istisnasız dünyadaki tüm ülkelerin stratejik bir hedefidir. Özelikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra belirginleşmiştir. Savaş boyunca Avrupa ülkeleri ABD’nin gıda ürünlerine bağımlı hale gelmişlerdir. Bu bağımlılığında çok yüksek politik maliyetleri olmuştur. Bu maliyetler de öyle kolay maliyetler değildir. Her hangi bir konuda eksiğiniz olabilir, onu bir başka araçla telafi edebilirsiniz; ama gıdayla ilgili ihtiyaçlarınızı gıda ile karşılamak zorundasınız. Orada bir zorunluluk vardır. Otomotiv sektöründe dışarı bağlı olabilirsiniz, bunun çok fazla bir etkisi olmaz, çimento da olabilirsiniz hatta enerjide de olabilirsiniz; fakat ülkeler gıda konusunda güvencelerini mutlaka sağlamak ister, bu yüksek düzeyli bir stratejik hedeftir.

Türkiye şimdiye kadar bu stratejik hedefinden sapmamıştır. Ancak bakıyorsunuz örneğin son zamanlarda zaman zaman gıda ithalattı gıda ihracatını geçmektedir. Bu demek değildir ki Türkiye gıda güvencesini kaybetmiştir. Gıda güvencesi demek tükettiğiniz tüm ürünlerin tamamını kendinizin üretmesi demek değildir. Stratejik ürünleri, yani gıdanın, beslenmesinin olmazsa olmaz ürünlerinin büyük bir bölümünü üretme kapasitenizin olması demektir. Yani tahılda, ette, sütte vs. Ancak şeftali yemeseniz de üretmeseniz de olur. Muzu dışarıdan ithal etmeniz gıda güvencenizi kaybettiğiniz anlamına gelmez. Türkiye, nüfusu bir taraftan artıyor bir taraftan geliri artıyor ama son yıllarda yanlış tarım politikalarından dolayı tarımsal üretimi o denli artmıyor. Bu durumda Türkiye geri dönülmez bir şekilde gıda güvencesini tehlikeye girmektedir. Son yıllarda bu süreç başlamıştır. Bu süreci durduracak fırsatlardan biri de GAP’tır. Türkiye bu bölgede toprağına uygun, iklimine uygun sulamayla birlikte teknoloji kullanırsa hem az önce söylediğim Ortadoğu bölgesinin gıda güvencesini sağlar. Yani onları Amerikan buğdayına, Fransız meyvesine sebzesine muhtaç olmaktan kurtarır hem de Türkiye bölgesel kalkınması sağlar diye düşünüyorum.

GAP’ın ortaya çıkışında bu yana alınan yol beklentileri karşıladı mı? Ne oranda karşıladı?

Maalesef GAP projesi Türkiye’nin en büyük projesi, Cumhuriyetin en büyük projesi ama en fazla ihmal edilen projelerinden de bir tanesidir. GAP projesi 1995 yılında bitmesi gerekiyordu, 2000 yılına ertelendi. 2000 yılından 2005 yılına, 2005 yılından 2010 yılına ertelendi, şimdi ise 2015’e ertelenmiş durumda. Oysa Türkiye orada inşa edemediği, geciktirdiği her bir sulama kanalı için milyonlarca dolar kaybetmektedir. Çünkü su orada, toprak orada; fakat onları bir araya getirip ürün oluşturamıyor. Sulamayla birlikte yeterli gübre, yeterli ilaç, yeterli iyi tohumla verimliliğimizi 3- 5 kat artırabiliriz. Türkiye tüm bunlardan vazgeçiyor. Bunun nedeni şudur. 1990’lı yıllara bakıyoruz yani bitmesi gereken yıllara. GAP toplam maliyeti 32 milyar dolar olan bir proje, ama henüz işte 18-19 milyar dolarlık kısmı ancak gerçekleştirebildi. Enerji üretiminde sorun görülmemektedir. Barajlar yapıldı, ama sulama alanında henüz % 15-20’lik bir gerçekleşme söz konusu. 1 milyar 800 milyon hektar sulanması gerekirken şu an sulu tarım yapılan alan 250-300 bin hektar. Bunun nedeni 90’lı yıllarda su yüzüne çıkan kronik bütçe açıkları. Türkiye 80’lerin ortasından başlayarak bütçe sıkıntısına girmiştir. Yani Türkiye sürekli olarak bütçe açıkları vermiştir. Türkiye’nin bütçesi hiçbir zaman rahatlıkla yatırım yapma olanağı sağlamamıştır. Özellikle 90’lı yılarda devletin topladığı vergilerin toplamı faiz giderlerine ancak yetiyordu. Dolayısıyla GAP için bir yatırım fonu ayırma sıkıntısı olmuştur. Belki 2000’lerden sonra bütçe açıklarının faiz dışı fazla politikaları yoluyla belli bir seviyeye indirildiği 2005-2006 yılından sonra bu alanda bir yatırım yapılabilirdi ama maalesef yapılamadı. Bu tür yatırımlar için çok güçlü siyasi irade gerekmektedir. Çünkü yatırım kararına siyasi iktidarlar karar veriyor. Yani böyle bir tercihin sadece ekonomik sonuçları yok aynı zamanda siyasi sonuçları da var. Biliyorsunuz GAP bölgede ekonomik, sosyal, kültürel bir gelişme sağlayarak, Türkiye’nin en önemli politik sorunlarından biri olan bölgeler arasındaki kalkınmışlık dengesini de azaltır diye düşünüyorum. Ve bu projenin başarısı DAP (Doğu Anadolu Projesi) projesi içinde bir motivasyon kaynağı olabilir. Ama öncelikle bu projenin bitirilmesi gerekir diye düşünüyorum.

GAP’ta sosyo-ekonomik beklentiler neler olmalıdır. Nelerdi, neler gerçekleşti? Ne kadar gerçekleşebilir?

Enerji olarak bekledikler karşılandı zannediyorum. Ancak sulama ve sosyo-ekonomik alanda gerçekleşme oranı henüz çok düşük durumdadır. GAP entegre bir bölgesel kalkınma projedir. Ekonomik ve sosyal ilerlemeler sulamayla birlikte harekete geçebilecektir. Çünkü sulama tarımsal üretimi artıracak, tarımsal üretim hem istihdamı artıracak hem de bölgeye tarıma dayalı sanayiyi çekecektir. Bölgenin toplam geliri artacaktır. Böylece hem kentlerin gelişmesi sağlanacak hem de ekonomik hem sosyal hem kültürel açıdan gelişme sağlanacaktır. Ekonomik kalkınma bölgeyi bir çekim merkezi haline getirecek. Bu da ancak tarımla ilgili sulama projelerinin bitirilmesiyle mümkün olabilir.

Sulamayla birlikte bazı bölgelerde, bazı bölgelerde tuzlanma başladı. Bu durum yıllar önce Mardin Kızıltepe’de başlamıştı. Bunun sorunun ortaya çıkması, sulama birliklerinin ve çiftçilerin eğitiminin yetersiz kalması mıdır?

GAP’ın en büyük sorununda devletin sorumluluğu vardır. Yani bu tuzlanma gibi teknik sorunları gündeme getirecek bunlara çözüm bulacak devletin kendisidir. Neden devletin kendisidir? Bölge halkı ilk defa suyla karşılaşıyor ve bu konuda çok fazla bilgi sahibi değildir. Bilgi sahibi olmadığı içinde üretimini bir an önce artırmak bir an önce gelire kavuşmak ister. Bu çiftçinin çok doğal bir isteğidir. Bunu engelleyecek kamu gücüdür, yani devlettir. Bu bölgede daha önce araştırma yapıldı. Çukurova Üniversitesi burada bir ürün yelpazesi oluşturmuştur. Yani değişimli, alternatif üretim planı geliştirmiştir. Bir sene pamuk ekildiyse, öteki sene pamuk ekilmeyecek onun yerine daha başka ürünler, daha az su isteyen bir şey ekilecektir. Pamuk örneğinden hareketle, çünkü bölgede en fazla üretilen ürün pamuk, araştırma sonuçlarına göre pamuk ancak sulu alanların üçte birini kaplayacaktır. Bu ne demektir, pamuk üç senede bir ekilecektir. Ama buna kimse riayet etmedi. Çünkü en fazla gelir pamuktan elde edildi. Devlet, insanların şevkini kırmamak için belki biraz da politik kaygılardan dolayı konunun üzerine gitmedi ve herkes pamuk üretmeye başladı. Böylece tuzlanma vs ortaya çıkmıştır. Ama devletin birlikler aracılığıyla, sulama birliklerini kullanarak sadece tavsiye değil bazen de emredici mekanizmalarıyla bu konudaki eksiklikleri gidermesi gerekir. Çünkü kaybedilen su ve toprak gibi doğal kaynakların sonsuza kadar yok olması tehlikesi mevcuttur.

GAP sonuçta bitmesi gereken zamanda bitmedi. GAP idaresi Ankara’dan bölgeye Urfa’ya taşındı. Projenin daha hızlı ilerlemesine etkisi olur mu?

Taşınmasını ben doğru buluyorum, çünkü bu bölgenin projesidir. Dolayısıyla yönetimin de bölgede olması gerekir. Ancak şu amaçla da yapılmış olabilir: bu projeden artık umut kesilmiş ve kenara itilmiştir anlamı da çıkabilir. Biz bunu nerden göreceğiz: 2011 yılında GAP’a, sulamaya yapılacak yatırımların miktarından göreceğiz. Yoksa etkinlik açısından bölgeye gidilmesi, projenin yerinden yönetilmesi doğru bir adımdır. GAP ile ilgili sorunların ortadan kaldırılması için devletin aktif politika uygulaması lazım. Aktif politikayla bölgenin hem ekonomik hem de sosyal etkinliğini artırabilirsiniz.

*Bu röportaj 1 Şubat 2011’de Hacettepe Üniversitesi'nde   , ORSAM Su Araştırmaları Programı Danışmanları  Dr. Tuğba Evrim Maden  ve Dr. Seyfi Kılıç tarafından yapılmıştır.    

http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Etkinlikler/Dosyalar/201147_interwiev.ahmet.sahin.pdf