Riyad Anlaşması’nın Başarısız Olmasındaki Etkenler

Suudi Arabistan’ın girişimleri neticesinde Hadi hükûmeti ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) destekli Güney Geçiş Konseyi (GGK) arasında 5 Kasım 2019’da imzalanan Riyad Anlaşması’nın 2015 yılındaki Arap Koalisyonu müdahalesinden beri devam eden dört yıllık istikrarsızlık dönemini sona erdireceği ve böylelikle yeni bir dönemin başlangıcını oluşturacağı iddia edilmişti. Anlaşma kapsamında siyaset, ekonomi, güvenlik ve askerî meselelere ilişkin bir dizi düzenleme yapılması öngörülmüştü. Fakat anlaşmanın imzalanmasının üzerinden bir yıl geçmesine rağmen öngörülen alanlarda Yemen’de barış ve istikrarı sağlayacak somut adımların atılamadığı görülmektedir. Bu durumda özellikle BAE’nin Yemen’de takip ettiği politikanın etkili olduğu düşünülmektedir. Bunun yanı sıra anlaşmanın uygulanmasının önünde başka iç ve dış etkenlerin olduğu da söylenebilir. Bunları tartışmadan önce Riyad Anlaşması’nda nelerin öngörüldüğüne ve geçen bir yıllık süreçte anlaşmaya dair yaşanan gelişmelere bakmakta fayda vardır.

Anlaşmada Öngörülenler
Uzun görüşmeler sonucunda 5 Kasım 2019 tarihinde imzalanan Riyad Anlaşması daha önce bahsedilen alanlarda 20 detaylı hüküm içermektedir. Anlaşma doğrultusunda Hadi hükûmetinin 10 Ağustos 2019 tarihinde GGK tarafından ele geçirilen Aden'e döneceği, siyasi bir hükûmet kurulacağı, tüm askerî teşkilatların Savunma ve İçişleri Bakanlıklarına bağlanacağı, tarafların ellerinde bulunan esirleri karşılıklı olarak değiştireceği gibi birçok husus yer almaktaydı.

Bu çerçevede, siyasi olarak imzalar atıldıktan en geç 30 gün sonra bir hükûmet kurulması ve 24 bakanlığı kapsayan hükûmette 12 bakanlığın GGK’ye, diğer 12 bakanlığın ise Hadi hükûmetine verilmesi; Cumhurbaşkanı Hadi tarafından 15 gün içinde Aden'e bir emniyet müdürü, 30 gün içinde de Ebyen ile Dali kentlerine birer vali atanması ve devlet dairelerin aktifleştirilmesi öngörülmüştü. Petrol, vergi ve gümrük gelirleri de dâhil Yemen’in tüm gelirlerinin Aden'deki Merkez Bankasında toplanması, yolsuzlukla mücadele heyetinin tekrar kurulması ve Yüksek Ekonomi Konseyinin yeniden yapılandırılması öngörülürken; askerî olarak ise hükûmet güçleri ve Güney Geçiş Konseyi oluşumlarının Savunma Bakanlığı bünyesinde birleştirilmesi ve güneydeki bütün illerin askerî birliklerinin düzenlenmesi öngörülmüştü. Maddelerden de anlaşılacağı üzere anlaşmanın hızlıca uygulanması öngörülmüş fakat gelinen noktada tarafların uygulama konusunda başarısız kaldığı görülmüştür.

Öte yandan anlaşmaya dair yapılan değerlendirmelerde GGK’nin Riyad Anlaşması’yla beraber Yemen’de bir meşruiyet zemini kazandığı ve dolaylı olarak destekçisi BAE’nin elini güçlendirdiği yorumları yapılmıştır. Bu anlamda BAE’nin kendi ajandası doğrultusunda Yemen’de siyasi bir zafer kazandığı yorumunu yapmak mümkündür.

Anlaşmanın Akıbeti
Geçen bir yıl içerisinde anlaşmanın uygulanması için çeşitli aktörlerden çağrılar yapılmış olsa da bu çağrılar anlaşmaya taraf olan grupların ortak paydada buluşamamaları sebebiyle cevapsız kalmıştır. Birleşmiş Milletler (BM) Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths de bu yönde adımlar atmış, tarafları öncelikle kapsamlı bir ateşkese varılması konusunda ikna etmeye çalışmıştır. Zaman zaman Yemen’de tarafların ateşkes üzerinde anlaştıkları haberleri medyada yer alsa da bu ateşkes kararlarına uyulmaması siyasi sürecin başlatılması önünde büyük bir engel teşkil etmiştir.

Burada dikkat edilmesi gereken husus GGK’nin uzlaşmadan uzak tavrıdır. Konsey tarafından sıklıkla yapılan Yemen’in güneyinin kuzeyinden ayrılması gerektiği vurgusu GGK’nin Riyad Anlaşması’nın uygulanması hususunda samimi olmadığı hissiyatını doğurmuştur. GGK’nin bu tavrında BAE’nin konseye olan desteği önem arz etmektedir. Diğer bir deyişle konseyin bu uzlaşmaz tavrında ısrarcı olmasının BAE’nin bölgede takip ettiği siyaset ile yakından ilişkili olduğu düşünülmektedir. Nitekim bölgeyi takip eden uzmanlar tarafından da sıklıkla dile getirilen bir gerçek olarak BAE, GGK üzerinden Yemen’de kendi çıkarlarına uygun bir düzen kurmak istemektedir. Bu noktada ise Yemen’in jeopolitik önemi ön plana çıkmaktadır. Bab’ül-Mendep Boğazı ve Kızıldeniz gibi dünya enerji ticareti için önemli bir konumda bulunan Yemen’de hâkimiyet sağlamak isteyen BAE bu emelleri için de GGK’yi kullanmaktadır. Nitekim 26 Nisan 2020 tarihinde konseyin Yemen’in güney illerinde sözde özerklik ilan ettiğini açıklaması bu minvalde değerlendirilebilir. GGK tarafından yapılan bu özerklik açıklaması güney illeri de dâhil olmak üzere birçok kesim tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Yine de GGK bu özerklik ilanı kararından vazgeçmemiş ve coğrafi konumu sebebiyle stratejik bir noktada yer alan Sokotra Adası’na asker sevk etmiştir. BAE’nin İsrail ile ilişkileri normalleştirmek üzere anlaşmasından sonra Sokotra’daki faaliyetlerde bir artış gözlemlenmiş, adada 2 askerî kampın inşasına başlandığı bilgisi medyaya yansımıştır. Bu noktada BAE’nin Yemen’deki parçalanmış yapıyı kendi çıkarları açısından en elverişli ortam olarak gördüğü ve bu durumu sürdürmek ve hatta mümkünse daha da derinleştirmek istediği ifade edilebilir.

Diğer taraftan geçen bu bir yıllık süreçte anlaşmaya dair bazı gelişmeler de yaşanmıştır. Uzun yıllar süren savaşta istediğini elde edemeyen Suudi Arabistan, Rusya ile yaşanan petrol krizi ve sonrasındaki süreçte Covid-19 salgınının ekonomide yaratmış olduğu tahribat nedeniyle daha fazla zarara uğramadan Yemen’den çekilmenin yollarını aramaya başlamıştır. Suudi Arabistan’ın 29 Temmuz 2020’de Riyad Anlaşması’nın taraflarına anlaşmanın uygulanmasının hızlandırılması için sunduğu yeni planın bu açıdan değerlendirilmesi de mümkündür. Taraflar arasında kalıcı bir ateşkes sağlanması, GGK’nin özerk yönetimden vazgeçmesi, GGK güçleri kontrolünde bulunan Aden’e Hadi hükûmeti tarafından bir vali ve emniyet müdürü atanması ile birlikte Riyad Anlaşması’nda da yer alan ve Yemen’deki tüm siyasi aktörleri içerek şekilde kapsayıcı bir teknokrat hükûmetin 30 gün içerisinde kurulması gibi teklifler içeren plana taraflar başta olumlu yaklaşmıştır. Bunun akabinde GGK daha önce ilan ettiği sözde özerklikten vazgeçtiğini duyurmuştur. GGK’nin bu açıklamasının hemen ardından Cumhurbaşkanı Mansur Hadi de Muin Abdulmelik’e hükûmeti kurma görevi verip Aden’e vali ve emniyet müdürü ataması gerçekleştirmiştir. Bu gelişmeler ile Riyad Anlaşması’nın uygulanmasına yönelik artan umutlar, Abdulmelik’in hükûmeti kurma konusunda attığı adımların GGK’nin ve bazı siyasi partilerin bakanlık listelerine sürekli itiraz etmesi ile sonuçsuz kalması ve Aden’e atanan emniyet müdürünün göreve başlamasını çeşitli bahanelerle engellemesi üzerine yerini tekrar bir karamsarlığa bırakmıştır.

Son olarak Riyad Anlaşması’nın bir yılı geride bıraktığı bu dönemde bir başka gelişme de Cumhurbaşkanı Hadi’nin danışmanları ile Riyad’da bir araya gelerek bir toplantı düzenlemesiyle gerçekleşmiştir. Hadi toplantıda Riyad Anlaşması’nın sene-i devriyesine atıfta bulunarak anlaşmanın uygulanmaya konulmasının Husilere karşı verilen mücadelede çok kritik bir öneme sahip olduğunu ifade etmiştir. Hadi aynı zamanda anlaşmanın uygulanması konusunda Suudi Arabistan tarafından sağlanan desteğin de çok kritik olduğu belirtilmiştir. Bu açıdan anlaşmanın taraflarından biri olan Hadi yönetiminin anlaşmaya bağlılığının devam ettiği gözlemlenmektedir.

Sonuç Yerine
Riyad Anlaşması 2019 yılında imzalandığında Yemen’deki krizi sonlandırmak için köklü değişiklikler öngörmekteydi. Gelinen noktada gerek iç gerekse dış faktörler sebebiyle anlaşmanın içinin boşaldığı görülmektedir. Bahsi geçen iç faktörlere örnek olarak Temmuz 2020’de Suudi Arabistan tarafından hazırlanan planda yer alan kapsayıcı bir hükûmet kurulması teklifi çerçevesinde, Genel Halk Kongresi ve Islah Partisi gibi Yemen siyasi hayatının önemli aktörlerinin daha geniş bir temsiliyet talep ederek hükûmet kurma çabalarını sekteye uğratması gösterilebilir. Bu da anlaşmanın hayata geçirilmesinin önündeki engellerden biridir. Dış faktörlere bakıldığında ise Suudi Arabistan ve BAE arasında Yemen üzerinde ortaya çıkan politika farklılıklarının müşterek bir sonuca ulaşılmasını önleyen en büyük etkenlerden birini teşkil etmektedir. Nitekim Suudi Arabistan Husileri mağlup edip Hadi hükûmetini tekrar Yemen’in tek temsilcisi hâline getirmek isterken BAE, ülkenin yeniden kuzey-güney olarak bölünmesini kendi çıkarları açısından en uygun senaryo olarak görmektedir. Ek olarak İran, Husiler üzerinden Yemen’de etkisini derinleştirirken İsrail ve ABD gibi bölgeye ilgi duyan diğer aktörlerin önceliği ise İran’ın Kızıldeniz ve civarında etkili olmasını engellemek ve böylece enerji ticareti yollarının güvenliğini sağlamaktır. Bu noktadan hareketle Yemen’in günümüzde dünyadaki en büyük insani krizlerden birinin yaşandığı bir ülke olmasından ziyade sahip olduğu jeopolitik konum sebebiyle uluslararası gündemde yer aldığı söylenebilir. Nitekim ülkede siyasi çözüme varılması ve kalıcı bir ateşkesin sağlanması hususunda küresel aktörlerin çatışmaya taraf gruplara yeterli derecede baskı yapmaması bu görüşü desteklemektedir. Dolayısıyla Yemen ve Yemenlilerin ihtiyaçları öncelikli hâle getirilmeden bu krizin yakın gelecekte çözüme kavuşması mümkün gözükmemektedir. Böyle devam etmesi hâlinde ise Riyad Anlaşması’nın Yemen’de yaklaşık 10 yıldır devam eden ve ülkeye kalıcı barış ve istikrarı getirmek noktasında başarısız olan barış süreçlerinden biri olarak tarihteki yerini alacağı değerlendirmesinde bulunulabilir.