Rusya-Ukrayna Savaşının Ortadoğu’ya Etkileri: Zorluklar ve Fırsatlar

24 Şubat’ta başlayan Rusya’nın Ukrayna işgalinin askerî ve siyasi sonuçları ne olursa olsun, saldırı sona erse de savaş, Batı ile Rusya arasında küresel bir çatışmanın fitilini ateşlemiştir. Üstelik, Ukrayna’ya askerî yardımda bulunacağını açıklayanlar arasında Japonya, G. Kore, Tayvan ve Singapur gibi Batı ittifakının dışında yer alan ülkeler de bulunmaktadır. Çatışmanın tarafları arasında ortaya çıkan tansiyon, bölünmüşlük ve düşmanlık, Soğuk Savaş ortamını dahi geride bırakmış durumdadır. İşgalin ilk iki haftası içerisinde Batı ve uluslararası müttefikleri tarafından Rusya’ya karşı uygulanacağı duyurulan iktisadi yaptırımlar Soğuk Savaş süresince Sovyetler Birliği’ne uygulanan tüm yaptırımlardan çok daha ağırdır. Rusya, uluslararası arenada uygulanmakta olan yaptırımların bir numaralı hedefi hâline gelmiş durumdadır. Rus medyası, Ukrayna işgali sonrasında Rusya’ya karşı uygulanmaya başlanan yaptırımların sayısının 6 bini aştığını belirtmektedir. Bunlar, 2014 yılında Kırım’ın işgali akabinde getirilen yaptırımlara ilaveten başlatılanlardır. Rusya Dışişleri Bakanlığı, 8 Mart tarihinde bir bildiri yayımlayarak Washington’a, sanki dünya barışının sağlanması için bir seçenekmiş gibi Soğuk Savaş dönemine benzer şekilde tekrar barış içinde birlikte yaşama durumuna dönülmesi çağrısında bulunmuştur. Ukrayna-Rusya savaşı başladığından bu yana, savaşın jeopolitik, insani, ekonomik ve güvenlik boyutları itibarıyla Ortadoğu’ya dönük yansımaları üzerine yoğun tartışmalar yapılmaktadır. Bu küresel mücadele, Ortadoğu bölgesini önemli zorluklarla karşı karşıya bırakırken, iyi değerlendirmeleri hâlinde bölgedeki aktörlere önemli fırsatlar da sunacaktır.

İnsan Güvenliği Açısından Karşılaşılan Sorunlar
İnsan güvenliği kavramının çeşitli boyutları bulunmaktadır: Ekonomik güvenlik, sağlık güvenliği, kişisel güvenlik, toplumsal güvenlik ve siyasi güvenlik. Rusya dünyanın en büyük buğday ihracatçısıdır ve Ukrayna da bu bakımdan dünyada beşinci sırada yer almaktadır. Dolayısıyla, Rusya-Ukrayna savaşının patlak vermesiyle birlikte Ortadoğu’da gıda güvenliği en önemli sorunlardan biri olarak öne çıkmıştır. İki ülke birlikte dünya buğday ihracatının %25’ini gerçekleştirmekte olup bunun yarısından fazlası Ortadoğu ülkelerine yönelik ihracattan oluşmaktadır. Her iki ülke de buğday ihracatında, şimdi savaş bölgesi içinde kalan Karadeniz limanlarını kullanmaktadır. Bunun yanı sıra, bölge son dönemde kuraklıkla mücadele etmekte olup özellikle son otuz yılın en büyük kuraklığını yaşayan Kuzey Afrika’daki Arap ülkelerinde buğday rekoltesi olumsuz etkilenmiştir. ABD Tarım Bakanlığı tarafından yayımlanan bir rapora göre, 9 Arap ülkesi, Mısır, Cezayir, Fas, Irak, Yemen, Suudi Arabistan, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Tunus toplam dünya buğday ithalatının %22’sini gerçekleştirmektedir. Bu ülkelerin çoğunluğu Rusya ve Ukrayna buğdayına bağımlı hâldedir. Mısır dünyanın en büyük buğday ithalatçısıdır ve ithalatının %50’sini Rusya’dan %30’unu ise Ukrayna’dan tedarik etmektedir. Arap ülkelerinin büyük bir bölümü sadece 2-3 aylık bir süre için yetecek buğday stokuna sahip olduklarını belirtmişlerdir.

Bazı Ortadoğu ülkeleri ekonomilerinin güçlü olması ve yeterli kaynaklara sahip olmaları sayesinde bu durumdan fazla etkilenmemektedir. Ancak bölgede ekonomileri zor durumda olan, Rusya’dan ve Ukrayna’dan buğday ithalatı duran veya önemli ölçüde olumsuz etkilenen ülkeler bulunmaktadır. Savaşın başlamasından hemen sonra buğday fiyatında %37’ye varan artışlar, bu ülkelerde sadece gıda güvenliğini tehdit etmekle kalmamakta aynı zamanda, “ekmek isyanı” yahut “açların intifadası” olarak da bilinen geniş katılımlı halk ayaklanmalarının ortaya çıkması ihtimali, ulusal güvenliği ve siyasi istikrarı da riske atmaktadır. Buna ilaveten, sorun sadece buğdayla sınırlı kalmamaktadır. Rusya ve Ukrayna, Arap mutfağında yaygın bir şekilde kullanılan “ayçiçeği” yağının da dünyadaki en büyük ihracatçılarıdır. Dahası, savaşın çıkmasıyla birlikte yakıt fiyatlarında meydana gelen artışın tüm gıda ürünlerinin fiyatlarının artmasına yol açması da kaçınılmaz görünmektedir. Bu kriz göstermektedir ki Ortadoğu geleneksel güvenlik sorunlarının yanı sıra, gıda güvenliği bakımından da zayıf bir durumdadır.

Rusya-Ukrayna savaşının Ortadoğu’da insani güvenlik bağlamında ortaya çıkardığı bir başka zorluk, mülteciler ve göç krizidir. Ortadoğu’da sonu gelmeyen çatışmalar nedeniyle bu tür krizle karşı karşıya kalmış milyonlarca insan bulunmaktadır. Bu kişiler uluslararası insani yardım kuruluşlarının desteğine ve yardımına muhtaç durumdadır. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, 10 Mart’ta savaştan dolayı Avrupa’nın tamamına göç eden Ukraynalıların sayısının 2.700.000’e ulaştığını ve bu rakamın kısa zamanda 4 milyona ulaşmasının beklendiğini açıkladı. Uluslararası insani yardım örgütlerinin çabalarının Ukrayna’daki çatışmaya yoğunlaşması ve Ortadoğu’da yerlerinden edilmiş olan insanların ihmal edilmesinden endişe edilmektedir. Bu kuruluşların Ukrayna’daki savaş öncesinde bile mali kaynak temin etmede sorun yaşadıklarını akıldan çıkarmamak gerekmektedir. Öyle görünüyor ki bu sorunun etkileri Yemen, Suriye, Filistin ve hatta Irak’ta bile hissedilecektir.

Jeopolitik Zorluklar
Rus-Ukrayna savaşı Karadeniz havzasını yangın yerine çevirmiştir. Karadeniz yarı kapalı bir denizdir ve küresel taşımacılık ağlarına erişimin sağlanması İstanbul Boğazı ve Marmara Denizi yoluyla mümkündür. Küresel krizlere dair tarihsel deneyimler ışığında, Rusya’nın Suriye’de ve bu ülke kıyılarındaki mevcudiyeti dikkate alındığında, Karadeniz’deki krizin Akdeniz’e ve hatta Kızıldeniz’e yayılması ihtimalinin yüksek olduğu görülmektedir. Rusya, Afrika Boynuzu’nda önemli derecede etkiye ve askerî hareketliliğe sahiptir. BM Genel Kurulunda Rusya’nın Ukrayna’ya karşı güç kullanımına ivedilikle son vermesini talep eden karar tasarısına ret oyu veren beş ülkeden birisi de Eritre’dir (ret oyu kullanan diğer ülkeler: Rusya, Beyaz Rusya, Kuzey Kore ve Suriye’dir).  Tarihte krizleri ve çatışmaları adeta bir mıknatıs gibi kendine çeken Ortadoğu, on yıllar boyunca da her türden vekâlet savaşlarına açık bir alan hâline gelmiştir. Batı ve Rusya’nın doğrudan bir dünya savaşından kaçınmak için vekâlet savaşları seçeneğini tercih etme ihtimalleri de bulunmaktadır.

Batı, Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak için gerekli tedbirleri alacağını duyurmuştur. Rusya’dan kesilen enerji arzını telefi etmek üzere Batı’nın yüzünü, Körfez ülkeleri, Irak, Cezayir, Libya ve hatta belirli derecede gaz ihraç etme kapasitesine sahip Mısır da dâhil olmak üzere Ortadoğu’da yer alan gaz ve petrol ihracatçısı ülkelere çevirmesi kesindir. Tabii ki Rusya, Ortadoğu ülkelerinin Rus ekonomisine zarar verecek bu tür bir rol oynamalarını kolaylıkla kabul etmeyecektir. Batı’nın Rus enerjisine bağımlılığının ortadan kalkmasına da izin vermeyecektir. Rusya, bu eğilimlerin önünü kesmek için elinden ne geliyorsa yapacaktır. Çıkar elde etmek için tereddüt etmeden güç kullanılan bir küresel sistemin varlığıyla Rusya'nın Ortadoğu'daki güvenlik sahnesini etkileme kabiliyeti göz önüne alındığında önümüzdeki dönemde bu bölgede enerji güvenliğini tehdit eden doğrudan veya dolaylı bir çatışmaya tanık olabiliriz. Rusya-Ukrayna savaşının sebep olduğu Batı ile Doğu arasındaki bu büyük küresel kamplaşma, Ortadoğulu aktörleri uluslararası politikalarında, iktisadi ve güvenlik ilişkilerinde denge sağlamak bakımından zor kararlarla karşı karşıya bırakacaktır. Bugün Rusya eskinin Sovyetler Birliği’nden oldukça farklı bir durumdadır. Rusya, Batı’nın müttefiki olarak düşünülen Körfezdeki Arap ülkeleriyle silah satışı konusunda ileri seviyedeki ilişkiler de dâhil olmak üzere birçok bölge ülkesiyle iyi ilişkiler içerisinde bulunmaktadır. Batı ile Rusya arasındaki ilişkilerde gerilimin tırmanması ve bir anlayış birliği sağlanamaması, Suriye ve Libya krizleri gibi Rusya’nın dâhil olduğu krizleri daha da karmaşık hâle getirecek; krizlere daha adil veya bölgeye istikrar getirebilecek çözümler bulunma şansını azaltacaktır.

Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı sona erdirmenin şartı olarak kendi koşullarını dünyaya empoze etmeyi başarması durumunda Suriye rejimi, Halife Hafter ve İran gibi müttefikleri ve bölgedeki vekilleri moral gücü elde edeceklerdir. P5+1 ile yürütülen nükleer müzakerelerin tamamlanması hususundaki tutumu nedeniyle Rusya’nın İran ile son dönemde yaşadığı gerginliğe rağmen, İran bakımından da bu durum geçerlidir. Geçmişteki deneyimler, bu aktörlerin sağladıkları moral üstünlüğü her zaman bölgede düşmanca faaliyetlere tahvil ettiklerini göstermektedir. Rusya’dan enerji ithalatının kesintiye uğramasını telafi etmek üzere enerji kaynaklarının arttırılması ihtiyacı, Batı’yı İran üzerindeki baskıyı azaltmaya ve daha çok İran petrol ve gazının ihracına izin vermeye itebilir. Özellikle petrol fiyatlarının arttığı bir dönemde bu durum mali olarak İran’a rahatlık sağlayacaktır. Geçtiğimiz birkaç on yıllık dönemde İran mali açıdan elde ettiği bolluğu iki amaç için kullanmıştır: İlk olarak kendisiyle bağlantılı silahlı fraksiyonlara destek sağlayarak bölgedeki nüfuzunu arttırmış ve ikinci olarak, nükleer programını ilerletmiştir. Bu varsayımların doğru çıkması hâlinde, Ortadoğu bölgesi eskisinden daha güçlü, daha etkili ve nükleer silahlara sahip olmaya çok daha yakın bir İran ile mücadele etmeye hazır olmalıdır. Müzakere eden taraflardan elde edilen bilgiye göre İran ve P5+1, İran nükleer dosyası üzerinde bir anlaşma sağlamaya oldukça yakındır. Bu anlaşmanın endişelerini gidermemesi durumunda İsrail, bir taraftan dünyanın Ukrayna’daki savaşla meşgul olmasını ve hem Batı hem de Rusya ile iyi ilişkiler içinde olmasını diğer taraftan da Rusya-İran ilişkilerindeki kötüleşmeyi bir fırsat olarak değerlendirerek İran nükleer tesislerine hava saldırısı gerçekleştirebilir. İsrail’in bu konudaki sicili iyi değildir. Dünya İran-Irak savaşıyla meşgulken 1981 yılında Irak nükleer santraline saldırmıştır. Mevcut koşullarda İsrail’in benzer bir adım atmasının Ortadoğu’da güvenlik ve istikrar açısından çok vahim sonuçlarının olacağı kesindir.

Fırsatlar
Batı'nın enerji kaynaklarına duyduğu ihtiyaç, özellikle Rusya'nın İran'a desteğinin azalması olasılığıyla birlikte, uluslararası ve bölgesel arenada önemli bir oyuncu olarak konumunun güçlenmesi beklenen Suudi Arabistan başta olmak üzere petrol üreticisi ülkelerin Ortadoğu'da daha güçlü bir rol oynamalarına yol açacaktır. Körfez ülkelerinin yeni ve daha dengeli vizyonlar geliştirmeye başladığı açıkça görülmektedir. Bu ülkeler, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Batılı müttefiklerinin çıkarları doğrultusunda hızlı tepkiler vermek yerine, Batı ile Rusya arasındaki bu çatışmayı, öncelikli olarak kendi çıkarlarını temelinde ele almayı tercih edebilirler. Körfez ülkeleri geçmiş deneyimlerden gerekli dersleri çıkarmış görünmektedir. Batı için yaptıkları onca şeye rağmen, İran’ın ve onun bölgedeki vekillerinin tehditleri karşısında tek başlarına bırakılmışlardır. Bu bağlamda, Rusya-Ukrayna savaşının ilk iki haftası içerisinde beş önemli gelişme meydana gelmiştir. Birincisi, BAE’nin Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini kınayan BM Güvenlik Konseyi kararını oylamayı reddetmesidir. İkincisi, BM Güvenlik Konseyinde BAE’nin Husilere (İran’ın Yemen’deki müttefikleri) silah temin edilmesini yasaklayan bir karar tasarısı sunması ve Rusya’nın bu kararı onaylamasıdır. Üçüncü önemli gelişme, Rusya’nın diğer müttefikleri gibi İran’ın da Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini kınayan 2 Mart tarihli BM kararına karşı çekimser oy kullanmasıdır. Dördüncüsü, küresel fiyatlarını düşürmek için petrol üretimini artırmaya yönelik Amerikan ve Avrupa çağrılarını Suudi Arabistan'ın reddetmekte ısrar etmesi ve beşincisi, Suudi Veliaht Prensi Prens Muhammed bin Selman ve Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed'in ABD Başkanı Joe Biden'dan gelen Ukrayna kriziyle ilgili telefonlarına çıkmaktan imtina ettiklerini iddia eden Amerikan gazetesi Wall Street Journal'in 8 Mart tarihli haberidir.

Rusya-Ukrayna savaşı, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütünün (NATO), birliğini yeniden kurma ve dayanışmasını güçlendirmeye olan ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu çabaya paralel olarak, NATO'nun ABD'den sonra en büyük ikinci NATO ordusuna sahip Türkiye'ye yönelik olumsuz tutumlarını gözden geçirmeye başladığı muhakkaktır. Son dönemde NATO, Suriye krizinin yarattığı güvenlik sorunlarıyla yüzleşmede Türkiye'yi yalnız bırakmıştır. Tabii ki Türkiye, NATO'nun bu konudaki tutumunu unutmayacaktır. Fakat Türkiye'deki karar vericiler, NATO'nun Türkiye'nin bu ittifaktaki rolünü yeniden tesis etmek için sunabileceği böyle bir fırsatı eğer Türkiye'nin NATO'daki rolünün ve bölgedeki etkisinin artmasına yol açacaksa ve Türkiye'nin çıkarlarına ve ulusal güvenliğine hizmet edecekse kaçırmayacaktır.

Diğer taraftan, Ukrayna’yı işgal etmesi nedeniyle Rusya’nın karşılaşacağı küresel baskı, ekonomik ve güvenlikle ilgili zorluklar, Türkiye’nin Ukrayna krizinin tüm taraflarına pozitif ve dengeli bir şekilde yaklaşması Rusya’yı, Suriye konusunda Türkiye’ye uyguladığı baskıyı azaltmaya ve bu alandaki problemlere çözüm bulmak üzere daha esnek bir pozisyon almaya zorlayabilir. Kriz, Türkiye’nin çıkarlarına ve güvenliğine katkıda bulunacak ve Türkiye’nin bölgedeki etkinliğinin ve etkisinin artmasına imkân sağlayacaktır. Bankacılık sektöründe Rusya’ya karşı uygulanan küresel yaptırımlar, Rusya’ya büyük ölçüde bağımlı olan bölge ordularının Rusya’dan silah ithalatını sekteye uğratacaktır. Bu durum, özellikle silah sanayisinde ileri adımlar atmış olmasından dolayı Türkiye'nin bölge ülkeleriyle bu alanda iş birliğini artırması için bir fırsat olabilir.