Bakış

Son İsrail-Hizbullah Çatışmaları Üzerine: Yıpratma(ma) Savaşı

Filistin meselesini sahiplenme durumu bir dönemler Arap dünyasının liderliğini amaçlayan Cemal Abdülnasır’dan çıktığından beri Arapİsrail savaşlarının yerini İslami Direniş Hareketi (Hareket el-Mukaveme el-İslamiye-Hamas), Filistin Kurtuluş Örgütü (Münezzemat el-Tahrir el-Filistiniyye-FKÖ) ve Hizbullah gibi devlet dışı silahlı aktörler (DDSA) ile İsrail arasında bölgesel çatışmaya dönüşmeyen silahlı çatışmalara bırakmıştır. Ortadoğu’da silahlı çatışmaların ve aktörlerin dönüşümüne de işaret eden bu durum neticesinde, dini söylem ve sembolleri kullanan ve son dönemde etkisi artan DDSA’lardan Hamas ve Hizbullah gibi aktörlerin İsrail ile çatışmalarında bir yoğunluk gözlemlenmektedir. Dolayısı ile bir dönemler Suriye, Ürdün ve Mısır gibi ülkeler ile sarıldığı endişesi üzerine askeri-güvenlik politikalarını inşa eden İsrail’in bu politikalarında artık Hamas-Hizbullah gibi DDSA’lardan oluşan bloğun daha fazla önem taşıdığını söylemek mümkündür.

Arap ayaklanmalarının erken kazananı ve sonradan büyük oranda kaybedeni Hamas ile bu süreçten yeterince güçlü ve etkili çıkan Hizbullah’ın Filistin konusundaki ittifakı ve bu aktörlerin özellikle İran tarafından desteklenmesi, İsrail’i Arap ayaklanmaları süreci sonrasında en fazla rahatsız eden unsur olmaktadır. Bu çerçevede bölgesel anlamda izolasyon yaşayan ve direniş cephesi (Cephet el-Mukaveme) aktörleri ile bir dönem ilişkileri bozulan Hamas’tan ziyade 2011 sonrasında bölgesel faaliyet alanını, Lübnan içindeki etkisini ve askeri kapasitesini artıran Hizbullah’ın İsrail için yeniden tartışmasız en yakın tehdit olarak ön plana çıktığı ifade edilebilir. 2012’de yapılan seçimlerde Mısır’da Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin-MK) destekli Muhammed Mursi’nin Cumhurbaşkanı seçilmesi ve MK ile ilişkili grupların bölgede güç ve etki kazanmaya başlaması, İsrail’i Arap ayaklanmaları sürecinde MK destekli yönetimler ile çevrelenme ihtimali ile karşı karşıya bırakmış ve Tel Aviv söz konusu bölgesel değişim olasılığına tehdit algılamasında Hizbullah riskinden daha fazla önem vermiştir. Batı ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gibi küresel aktörlerin ve Suudi Arabistan (SA) ve Birleşik Arap Emirlikleri (BA) gibi Körfez ülkelerinin desteği ile MK hareketinin bölgesel düzlemde geriletilmesi İsrail için bölgesel düzlemde oluşabilecek en kötü senaryonun ortadan kalkması anlamını taşımaktaydı.

Hizbullah açısından ise Arap ayaklanmaları sürecinde en olumsuz senaryo, Suriye’de Esad rejiminin devrilerek kendisinin “Tekfiri” gruplar (İslam düşmanı) olarak tanımladığı ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) gibi uluslararası alanda meşru olarak kabul edilen muhalif aktörleri de kapsayan oluşumların Suriye’de iş başına gelmesi ve İran destekli “milis-hilali”nin (militia-crescent) bu değişimle bozulmasıydı. Bu boyut Hizbullah açısından o kadar önemliydi ki, İsrail’e karşı yerel direniş hareketi olarak ortaya çıktığını ve her daim ezilenlerin (mustaz’afin) yanında olduğunu söyleyen Hizbullah hareketinin 2013’ten itibaren ilk defa Lübnan dışına askeri olarak müdahil olduğunu görmekteyiz. İsrail’e karşı mücadelesinin dahi yerel ve kısa dönemli çatışmalar ile sınırlı kaldığını düşündüğümüzde Hizbullah açısından Esad rejimini ve Suriye-Irak üzerinden İran ile coğrafi hattı korumanın ne derece önemli olduğu daha rahat anlaşılabilir. Dolayısı ile iki eski ve köklü “düşmanın” Arap ayaklanmaları sürecinde temel önceliklerinin değiştiğini ve bu durumun aralarındaki çatışmaların yoğunluğunu belirli süre sınırlandırdığını görmekteyiz.