Suriye’de Türkiye-Rusya İşbirliğinin Test Alanı İdlib

İdlib, Astana süreci kapsamında Suriye’de oluşturulan dört çatışmasızlık bölgesinden biri konumunda. Rusya destekli rejim güçleri İdlib dışındaki çatışmasızlık bölgelerini 2018 yılı içinde sırayla ele geçirmişti. İmzalanan ateşkes anlaşmaları çerçevesinde bu bölgelerde yaşayan siviller ve silahlı gruplar Rusya garantörlüğü altında Türkiye’nin kontrolü ve nüfuzu altındaki bölgeler olan Fırat Kalkanı, Afrin ve İdlib’e yerleştirildi. Bu sürecin neticesinde 2019 yılı başı itibarıyla İdlib çatışmasızlık bölgesi 4 milyona yakın sivil ve en iyimser tahminle 40 bin civarında silahlı unsuru barındıran bir yer haline geldi. Yine Türkiye, Rusya ve İran arasında varılan mutabakat çerçevesinde Türk ordusu İdlib çevresinde 12 askeri gözlem noktası oluşturdu. Böylece İdlib’in güvenliği Türkiye’nin garantörlüğüne teslim edilmiş oldu.

İdlib’de yoğun sivil ve silahlı varlığı, Türkiye’nin doğrudan askeri varlığı ve bölgenin Türkiye sınırında yer alması gibi nedenler İdlib’i diğer çatışmasızlık bölgelerinden ayrıştırmakta. İdlib konusu küresel güvenliği etkileyebilecek çapta gelişmeleri tetikleyeceği için başta Avrupa olmak üzere Batı’nın da yakından takip ettiği bir sorun alanı. İdlib’e dönük Rusya destekli rejim operasyonunun en iyi tahminle 1 milyon civarında sivilin Türkiye’ye doğru göç etmesi ile sonuçlanması bekleniyor. Bunun yanı sıra İdlib’de ılımlı muhalifler çoğunlukta olmakla birlikte el-Kaideci ve el-Kaide türevi grupların da varlığı söz konusu. Bu gruplar içinde hiç de azımsanamayacak sayıda yabancı terörist savaşçı bulunuyor. İdlib’in rejim kontrolüne geçmesi durumunda bu unsurların siviller arasına karışarak başta Türkiye olmak üzere kaynak ülkelerindeki güvenliği olumsuz etkilemesi kaçınılmaz. Bütün bu nedenlerle İdlib’deki gelişmeler Suriye sorununda etkisi giderek azalan Batı tarafından dahi yakından takip ediliyor. İdlib özelinde bakıldığında Türkiye’nin pozisyonunun Batı ile daha uyumlu olduğu görülüyor.

Suriye rejimi ve İran esasen İdlib’in diğer çatışmasızlık bölgeleri gibi askeri yolla geri alınması konusunda ısrarcı. Ancak Rusya hava desteği olmaksızın böyle bir operasyonun başarı şansı düşük. Rusya ise her ne kadar Şam ile ittifak etse de Türkiye ile Suriye konusunda ve daha genel anlamda ikili ilişkilerde sağlanan işbirliğine büyük önem veriyor. Rusya artık Suriye iç savaşında askeri alanda sınırlarına ulaştığını düşünüyor ve sahadaki kazanımlarını siyasi bir anlaşma yolu ile konsolide etme arayışı içinde. Bu nedenle Suriye’de mevcut güç dengeleri üzerinden siyasi çözüme ulaşılması konusunda ısrarcı. Bu açıdan Türkiye ile koordinasyon büyük önem taşıyor. İdlib’e dönük bir operasyon Astana süreci ile elde edilen bütün kazanımların bir anda kaybedilmesine ve Suriye’de seviyesi düşen çatışmaların yeniden artmasına yol açabilir. Türkiye, Rusya ve İran arasında yürütülen görüşmeler neticesinde Suriye Anayasa Komitesi’nin kurulması sürecinde son aşamaya gelindiği bir ortamda hiçbir aktör masayı dağıtarak yeni bir çatışma ortamına girmek istemiyor.

Herkesin İdlib’e dönük bir askeri operasyon olacağını düşündüğü bir ortamda sayılan nedenlerden ötürü Türkiye ve Rusya inisiyatif geliştirerek Soçi Mutabakatı’nı imzaladı. Bu mutabakat uyarınca İdlib’in çevresinde 15-20 km derinliğe sahip bir hat üzerinde silahtan arındırılmış bölge oluşturulması ve Türk-Rus ordularının bu bölgede ortak devriye görevi icra etmesi konusunda uzlaşıldı. Yine aynı anlaşma uyarınca ılımlı muhaliflerin ağır silahlarını bölgeden çekmesi ve radikal grupların da bölgeden tamamen çekilmesi öngörüldü. Türkiye ılımlı muhalifler üzerinde sahip olduğu etki sayesinde ağır silahların bölgeden çekilmesini sağladı. Ancak Astana süreci kapsamında terör örgütü olarak kabul edilen ve bölgeden çekilmesi öngörülen HTŞ grubu İdlib’in kuzeyi ve güneyinde yaptığı askeri hamleler ile İdlib’in %80’den fazlasını ele geçirmeyi başardı. HTŞ bu çatışmalar sırasında Türkiye destekli Ulusal Özgürleştirme Cephesi çatısı altında yer alan Nurettin Zinki ve Ahrar eş Şam gruplarına karşı üstünlük sağladı. Nurettin Zinki grubu tamamen dağılarak Afrin bölgesine çekildi ve kendisini feshederek 3. Tugay adı altında Türkiye destekli Ulusal Ordu’ya katıldığını açıkladı. Ahrar eş Şam ise HTŞ ile ateşkes anlaşması imzalayarak kendisi açısından son derece ağır koşulları kabul etmek durumunda kaldı. Bu anlaşma kapsamında Ahrar eş Şam savaşçıları silahlarını korumaya devam etse de İdlib’in tamamında sivil idare HTŞ denetimindeki Kurtuluş Hükümeti’ne devredildi. Bu haliyle bakıldığında İdlib’in büyük oranda HTŞ kontrolünde bir alana dönüştüğü ve bunun da İdlib’e operasyon düzenleme konusunda rejim, İran ve Rusya’nın elini güçlendirdiği görülmekte. Gerçekten de bu gelişmelerin ardından Rusya tarafından İdlib konusunda Türkiye’ye dönük eleştiriler arttı ve daha önemlisi Mart 2019 ayı içinde Rusya’nın hava ve rejim güçlerinin top saldırıları gerçekleşti. Buna bağlı olarak İdlib’de sivil kayıplar yaşanmakta ve İdlib’in güneyinden kuzeye doğru toplu nüfus hareketleri gözlenmekte.

Türkiye’nin İdlib’de radikallerin zayıflatılması yönündeki sorumluluğunu yerine getirmesi açısından bir sıkıntı yaşandığı söylenebilir. Buna karşın İdlib’den rejim bölgelerine dönük bir saldırı yapılmaması konusunda Türkiye sorumluluğunu büyük ölçüde yerine getiriyor. Ilımlı grupların ötesinde HTŞ de ateşkese uyacağını açıkladı ve anlaşmaya uymayan el-Kaide gruplarının rejim bölgelerine dönük eylemleri önlendi. Buna karşın Suriye tarafı ateşkes anlaşmasını ihlal etmekte ve çatışmasızlık bölgesinin güneyinde kalan sivil yerleşim alanlarını sürekli olarak hedef almakta. Bu saldırılar neticesinde muhalif gruplar Türkiye’den saldırıları durdurması konusunda Rusya tarafına baskı uygulamasını istemekte, zaman zaman da rejimin saldırılarına askeri karşılık vermektedir.

Sonuç itibarıyla İdlib’de ateşkes ve Soçi Mutabakatı’nın uygulanmasının kırılgan bir zemin üzerinde ilerlediği görülmekte. Ancak bu durum İdlib’e dönük kapsamlı bir rejim operasyonunun an meselesi olduğu anlamına gelmemekte. Türkiye İdlib’e dönük rejim saldırılarının önüne geçebilmek ve radikal unsurları denetim altına alabilmek amacıyla silahtan arındırılmış hat üzerinde devriye görevi icra etmeye başladı. Bunun yanı sıra Türkiye ile Rusya arasında Suriye başlığı başta olmak üzere ikili görüşmeler en üst seviyede devam ediyor. Müzakerelerin ana gündem maddelerinden birisi İdlib. Bu görüşmelerde İdlib açısından belirleyici faktör, S-400’lerin Türkiye tarafından alımı, Fırat’ın doğusunda güvenli bölge ve enerji işbirliği konusunda nasıl kararlar alınacağı ile doğrudan bağlantılı. Rusya açısından bakıldığında İdlib konusu kritik olmakla birlikte stratejik önem taşımıyor. Dolayısıyla Putin daha büyük resme bakarak İdlib gibi kendisi açısından stratejik önem arz etmeyen bir konu için Türkiye ile ilişkileri, işbirliğini bozmak istemeyecektir. Hatta İdlib konusu Rusya açısından Türkiye üzerinde baskı oluşturmak ve diğer başlıklarda taviz elde edebilmek için bir araç olarak görülmekte. Bu nedenlere bağlı olarak Rusya Türkiye’nin İdlib sorununun zaman içinde çözülmesini savunan yaklaşımına uyacaktır.

Konuya Türkiye açısından bakıldığında ise İdlib’de statükonun korunmasının kritik önemde olduğu görülüyor. Türkiye böylece yeni bir kitlesel göç hareketini ve büyük bir insani kriz yaşanmasını engelleyecek, Suriye’de siyasi çözüm aşamasında muhaliflerin masada yer almasını sağlayacak ve en önemlisi genel anlamda Suriye sahasındaki etkisini pekiştirerek birinci önceliği olan YPG/PKK ile mücadele konusunda elini güçlendirecek. Diğer taraftan İdlib’e operasyonun engellenmesi dikkatlerin yeniden Fırat’ın doğusuna dönmesini sağlayacak. Tam da buna paralel Fırat’ın doğusunda IŞİD’in elindeki son toprak parçası olan Baguz ABD destekli SDG/YPG tarafından ele geçirildi ve IŞİD ile mücadele sona erdi. Bu durum Suriye’de Fırat’ın doğusunun statüsü, ABD’nin askeri varlığı, YPG ve PYD’nin geleceği ne olacak tartışmalarını beraberinde getirecektir. Türkiye ve Rusya arasında İdlib konusuna kalıcı olmasa da geçici bir çözüm bulunursa tarafların Fırat’ın doğusunda işbirliği imkanı daha fazla olacak ve YPG/PKK daha yoğun bir baskı altına girebilir.