Suudi Arabistan ve BAE’de İnsan Hakları İhlalleri Sürüyor

Son dönemde insan hakları ihlalleri nedeniyle gündemden düşmeyen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) yaşanan yeni gelişmeler, temel haklar aleyhine uygulamaların devam ettiğine işaret etmektedir. Körfez ülkelerinin gündemini koronavirüs (Kovid-19) salgını büyük oranda işgal etse de temel hakların tanınmasındaki acziyet ve isteksizlik karşısında Suudi Arabistan ve BAE’ye yönelik kamuoyu tepkileri de art arda yaşanan üzücü olaylar karşısında büyük bir artış göstermiştir.

Bu ülkelerde rejim aleyhine eylemde bulunduğu iddia edilerek tutuklanan, hapsedilen ve cezalandırılan isimlerin tutukluluk süreçleri temel haklardan mahrum bırakılacak biçimde sürdürülmektedir. Mevcut duruma göçmen işçilerin haklarının sömürülmesi meselesi de dahil edildiğinde yaşananların vahameti ortaya çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler (BM), Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) gibi uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan tüm eleştiri ve çağrılara ise söz konusu ülkelerce tam anlamıyla kayıtsız kalınmaktadır. Dolayısıyla bu gibi durumlar, Suudi Arabistan ve BAE’nin bölgesel ve küresel düzeyde prestijine ciddi anlamda zarar vermektedir.

İnsan Hakları İhlalleri En Büyük Handikap
Suudi Arabistan, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın yönetim üzerindeki etkinliğini artırmasından itibaren ekonomik ve kültürel açıdan bir dönüşüm içerisine girmiştir. Bu dönüşümü çeşitli projeler ile destekleyen veliaht prens, Batılı ülkeler ile entegre olmak ve stratejik ortaklıklarını kaybetmemek noktasında adımlar atmaktadır. Buradan hareketle Batı’nın da baskısı ile radikal değerlerden sıyrıldığını savunarak “ılımlı İslam”a geçiş planları yapan Suudi Arabistan, ülkede kadın vatandaşların haklarını genişleterek ya da projeler doğrultusunda konser, Influencer buluşmaları gibi etkinliklere hız vererek kamuoyunun dikkatini dağıtmaya çalışsa da ülkedeki yargılama ve tutukluluk süreçleri açısından ortaya koyduğu performansı ile sınıfta kalmaktadır. Riyad yönetimi, tüm çabalarına rağmen özellikle ülkesi Suudi Arabistan ve Muhammed bin Selman hakkında görüşlerini Washington Post gazetesinde yayın yapan Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi hadisesinden sonra oluşan güvensiz ortamı ve yaşanan prestij kaybını tersine çevirememektedir. Bu kapsamda, Suudi Arabistan’ın insan hakları ihlalleri ve mahkumların temel haklardan mahrum bırakılmasına ilişkin meseleler, Kaşıkçı cinayetinden sonra uluslararası gündemde daha fazla yer işgal etmeye başlamıştır. Dolayısıyla kamuoyunun dikkati, Suudi Arabistan’ın bundan sonraki temel haklara ilişkin tutumlarına çevrilmiş vaziyettedir.

Geçtiğimiz haftalarda Suudi Arabistan konuya ilişkin pek çok skandal ile gündeme gelmeye devam etmiştir. Suudi Arabistan’da, 2013 yılından beri Riyad’daki Hair Hapishanesi’nde tutuklu bulunan insan hakları aktivisti, din adamı ve Suudi Arabistan Sivil ve Siyasi Haklar Derneği’nin kurucusu olan Abdullah el-Hamid tutulduğu hapishanede hayatını kaybetmişti. Reformcu kişiliği ile tanınan el-Hamid, tutuklanmadan önceki dönemde Suudi Arabistan içerisinde anayasal reform yapılmasına ilişkin çalışmalarda bulunmuş ve yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrılması konusu üzerine eğilmiş bir isimdir. Fenalaşan 69 yaşındaki el-Hamid’in tıbbi ihtiyaçların keyfi olarak karşılanmadığı ve hastaneye gecikmeli olarak yönlendirildiği iddia edilmiştir. Ayrıca Kovid-19 salgını nedeni ile el-Hamid’in cenaze törenine yakın akrabaları dışında kimsenin katılımına izin verilmemiş ve bu durum büyük çapta eleştirilere yol açmıştır. El-Hamdi’nin bir nevi ölüme terkediliş şekli, Suudi Arabistan’ın yakın ortağı Mısır’da eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Haziran 2019 tarihindeki vefatını hatırlatır niteliktedir. Nitekim el-Hamdi’nin yanı sıra yargı süreçleri işletilmeyen diğer sanıkların da Kovid-19 salgınının etkilerini azaltmak açısından salıverilmesi çeşitli grup ve kuruluşlar tarafından talep edilmiştir. Eleştirilere yön veren en önemli husus ise, Kaşıkçı cinayeti hakkında rapor yazan BM Yargısız ve Keyfi İnfazlar Özel Raportörü Agnes Callamard’ın el-Hamid’in bırakılması için çağrıda bulunmuş olmasıydı. Uluslararası Af Örgütü tarafından da benzer şekilde bahsi geçen şahsın daha önceden serbest bırakılması talep edilmiş; ancak Suudi Arabistan konuya ilişkin tüm çağrıları görmezden gelmişti.

Ayrıca, geçtiğimiz mart ayında milli petrol şirketi Saudi Aramco binası içerisindeki bir Asyalı çalışanın üzerine el dezenfektanı kutusu geçirilmesi gibi son derece ırkçı olay ile gündeme gelen Suudi Arabistan, geçtiğimiz haftalarda bir skandala daha imza atmıştır. Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed bin Selman (MbS) tarafından 2017 yılında ülke ekonomisindeki sektörel çeşitliliği artırmak ve ülkenin kültürel dönüşümünü hızlandırmak hedefiyle “2030 NEOM” isimli proje ortaya atılmıştı. Bahsi geçen projenin gerçekleştirilmesi planlanan Tebuk Bölgesi’nde yaşayan ve evini terk etmek istemeyen vatandaşlar zorla tahliye edilmiş, Abdurrahim el-Haviti isimli şahıs ise Suudi güvenlik güçleri tarafından öldürülmüştür. Yaşanan bu olay sonrasında Riyad yönetimine, sosyal medyada da büyük bir tepki gösterilmiştir.

Kurum ve kuruluşların tepkileri ışığında Batılı ülkeler tarafından Suudi Arabistan liderliği nezdinde baskı oluşturulması hedeflense de Riyad yönetimi, temel haklara ilişkin kusurlarını artırarak devam ettirmektedir. Bu noktada, Kraliyet ailesi içerisinden isimler bile tutuklanmaya devam ederken, Suudi Arabistan’ın bu konudaki tavrını sürdüreceği anlaşılmaktadır.

Suudi Arabistan ile benzer şekilde BAE’de de insan hakları ihlallerine ilişkin eylemler gözle görülür şekilde artmıştır. Abu Dabi yönetimi tarafından 2013 yılında “yönetimi ele geçirmeye teşebbüs”ünde bulunduğu ve Müslüman Kardeşler ile bağlantılı olduğu iddia edilen 94 kişi mahkemeye sevk edilmiş ve bu dava UAE 94 olarak adlandırılmıştı. Ancak 16 Haziran 2019 tarihinde 5 düşünce mahkumunun serbest bırakılması gerekirken, cezalarını tamamladıkları halde hapishanede tutukluluk hallerinin devam ettiği geçtiğimiz hafta gündeme gelmiştir. Suudi Arabistan gibi BAE de benzer suçlardan ceza alan tutukluların Kovid-19 salgını nedeniyle salınması talebini görmezden gelmiştir. Ayrıca BAE, mahkumların temel haklardan mahrum bırakılması konusunda uluslararası örgütler tarafından yapılan eleştirilere sıklıkla maruz kalmakta; ancak konuya ilişkin herhangi bir adım atmamaktadır.

İnsan Hakları İhlallerindeki Artış Hız Kesmiyor
Kovid-19 salgınının ekonomik etkileri kapsamında en çok darbe alan sektörlerden biri petrol olmuştur. Haliyle ekonomik gelirleri esas olarak petrol temelli faaliyetlere dayanan Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkeler mali açıdan büyük ölçüde zarara uğramış ve çeşitli sıkıntılar yaşamaya başlamışlardır. Yaşanılan gerginliklerin halka yansımasından ve halkın yönetime yönelik tepkilerinden çekinen bu ülkeler, rejime yönelik herhangi bir karşı hareketi agresif politikalar sergileyerek bastırmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla muhaliflere en sert şekilde karşılık verilmekte; yaşanılan gelişmeler ile birlikte insan hakları fütursuzca ihlal edilmektedir. Bu çerçevede temel haklar hiçe sayıldığı gibi uluslararası kamuoyunun tepkileri dikkate alınmamakta ve hatta azalması beklenen bu ihlaller, aksine büyük bir ivmeyle artış göstermektedir. Bu noktada, Batılı ülkelerin de özellikle Suudi Arabistan ve BAE üzerindeki baskısını artırması ile durumun yakın zamanda çözülemeyeceği ortadadır. Dolayısıyla, tavırlarında en ufak bir değişiklik dahi sergilemeyen Riyad ve Abu Dabi yönetimlerinin bölgesel ve küresel açıdan güvenirlik ve prestij kaybına uğradıklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Ayrıca bu ülkelerce sanıldığının aksine PR çalışmaları veya projeler ile bahsi geçen ihlaller örtbas edilemeyecektir. Tüm bu hususlara ek olarak, yabancı işçi sayısının son derece yüksek olduğu Körfez ülkelerinde söz konusu işçilere yönelik haksızlıklar ve ihlaller de dikkate alındığında özellikle Suudi Arabistan ve BAE’nin uzun vadede bu sorun ile yüzleşmek zorunda kalacağı anlaşılmaktadır.