Türkiye için Münbiç ve Fırat’ın Doğusunda Seçenekler

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 31 Mart yerel seçimi sonrası yaptığı konuşmada verdiği en önemli mesajlardan biri dış politikaya ilişkindi. Erdoğan artık Türkiye’nin önünde 4,5 yıl süre ile seçim yapılmayacağı ve bu sürede dış politikada önceliğin Suriye olacağı mesajını verdi. Zira Cumhurbaşkanı “milli güvenlikle ilgili konulardaki çalışmaları başarıya ulaştıracakları bir dönem”e girildiğini, şimdiki hedefin “Münbiç ve Fırat'ın doğusundaki terör yapılanmalarını ortadan kaldırarak, Suriye'yi güvenli bir yer haline getirip ülkemizdeki sığınmacıların yurtlarına dönebilmelerini sağlamak” olduğunu ifade etti. Bu ifadeden anlaşılacağı üzere zaten uzun süredir Türkiye’nin gündeminde olan Münbiç ve Fırat’ın doğusu konusunda önümüzdeki dönemde sahada somut değişim yaratacak bazı diplomatik ve hatta askeri adımlar atılacaktır.

Türkiye’nin Suriye’de Fırat’ın doğusu ve Münbiç konusundaki önceliği, YPG örgütünün alan kontrolünün sona erdirilmesi ve YPG’nin kurduğu siyasi, askeri ve idari yapının tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Türkiye bunun yerine aynen Fırat Kalkanı ve Afrin’de olduğu üzere yeni bir güvenlik yapılanması ve sivil-idari yapı kurulmasını önermektedir. Türkiye bu hedefe ulaşabilmek adına birbirini destekleyen ve paralel sürdürülen iki yöntem takip etmektedir. Bunlardan ilki diplomasi ve ikincisi askeri seçenektir.

Türkiye, Fırat’ın doğusu ve Münbiç’te yerleşik YPG sorununu çözebilmek adına başta ABD olmak üzere sorunun tarafı ülkelerle yürütülen diplomasi seçeneğini öncelemektedir. Ancak Türkiye diplomasi masasında elinin güçlü olabilmesi için askeri seçeneğin gündemde olduğunu, diplomasi yoluyla sonuç alamaması durumunda Münbiç ve Fırat’ın doğusuna askeri müdahalede bulunabileceği mesajını vermektedir. Türkiye’nin bu yöndeki çabaları daha çok diplomasi masasında elini güçlendirmek amaçlı olsa da diplomasi seçeneğinden sonuç alınamaması durumunda askeri seçeneği kullanma konusunda ciddi olduğu görülmektedir.

Türkiye diplomasi seçeneği adına ABD ile yoğun müzakereler yürütmektedir. Görüşmeler büyük oranda Türkiye Dışişleri Bakanlığı, ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ekibi arasında ve aynı zamanda Türkiye Savunma Bakanlığı ile ABD Savunma Bakanlığı yetkilileri arasında gerçekleşmektedir. Esasen ABD tarafında Dışişleri Bakanlığı ve James Jeffrey ekibi Türkiye ile çalışma konusunda daha istekli olsa da ABD Savunma Bakanlığı ve CENTCOM ekibinin Türkiye’ye karşı derin bir güvensizlik beslediği ve hatta kimi yorumlara göre Türkiye’yi Suriye’de ortak olarak görmediğine ilişkin yorumlar söz konusudur. ABD güvenlik bürokrasisinin engellemeleri nedeniyle Türkiye ve ABD arasındaki Suriye müzakerelerinde sonuç alınamamaktadır.

Esasen Türkiye ile ABD’nin Münbiç ve Fırat’ın doğusu konusunda birlikte nasıl bir yol izleyeceklerine ilişkin bir mutabakat imzalanmıştır. Buna göre; YPG ve PKK bağlantılı silahlı unsurlar Münbiç’ten Fırat’ın doğusuna çekilecek, Münbiç Sivil Konseyi’nde YPG veya PKK ile bağlantılı isimler görevden alınacak, Münbiç’te güvenlik Türk ve ABD orduları tarafından birlikte sağlanacak ve en son olarak Münbiç’te oluşturulacak düzen daha ileriki aşamalarda Fırat’ın doğusundaki YPG bölgelerinde uygulanacaktır. Türk ve ABD Dışişleri arasında varılan bu mutabakata rağmen ABD askeri çevrelerinin sahadaki engellemeleri nedeniyle Münbiç konusunda çok az bir ilerleme sağlanabilmiştir. Şimdiye kadar sadece Münbiç’in Fırat Kalkanı ile sınır hattında Türk ve ABD orduları ortak devriye görevi icra etmişler ve bunun dışında iki ülke yetkilileri Münbiç Sivil Konseyi’nde YPG/PKK ile bağlantılı bazı isimleri belirleyerek görevden uzaklaştırmıştır. Münbiç’te yaşanan gecikme nedeniyle Türkiye tarafı oyalandığı düşüncesi içindedir ve bu nedenle artık Münbiç’te vakit kaybetmekten ziyade doğrudan Fırat’ın doğusuna tek taraflı bir askeri müdahalede bulunmayı değerlendirmektedir. Ancak Trump’ın almış olduğu Suriye’den çekilme kararı Türkiye’nin askeri seçeneği ertelemesine neden olmuştur. ABD ve Türkiye tarafı çekilme kararı sonrasında yeni duruma göre müzakereleri sürdürmektedir. Bu süreçte ABD’nin Türkiye’ye önerisi Fırat’ın doğusunda sınır hattında yaklaşık 30 km derinliğe sahip bir hatta güvenli bölge oluşturulmasıdır. Bu öneri teorik olarak Türkiye tarafından desteklense de Türkiye ve ABD taraflarının güvenli bölgeden anladıklarının farklı olduğu görülmektedir.

Türkiye açısından bakıldığında güvenli bölgede hiçbir YPG/PKK unsuru kalmamalı ve bölgedeki askeri kontrol tamamen Türk ordusunda olmalıdır. Zira Türkiye bu bölgeyi YPG’ye dönük sonraki hamleleri için elini güçlendirecek bir ara formül olarak görmektedir. Çünkü Türkiye açısından Suriye’de YPG kontrolü altındaki her bölge örgütten temizlenene kadar mücadele sona ermeyecektir. ABD ise güvenli bölgeyi, Türkiye’nin YPG’ye dönük askeri müdahalelerini engellemeye yönelik, doğrudan ya da dolaylı olarak kendi kontrolü altında kalmaya devam edecek ancak Türkiye’nin güvenlik kaygılarını azaltmak için YPG’den arındırılacak bir “tampon bölge” olarak düşünmektedir. Bu nedenle ABD ordusu güvenli bölgeye Türk ordusunun girmesine karşı çıkmaktadır. ABD bu bölgedeki askeri kontrolün İngiltere, Fransa gibi Avrupa ülkeleri ordularının katkı sunacağı bir uluslararası güçte olmasını istemektedir. Yerel güvenliğin ise SDG içindeki Arap unsurlar veya Irak Kürt Partisi KDP tarafından kurulup desteklenen “Rojava Peşmergeleri” tarafından sağlanmasını önermektedir. Türkiye açısından bakıldığında SDG Arapları veya Peşmerge güçleri birlikte çalışılabilir olsa da genel kontrolün uluslararası bir güçte olması kesinlikle kabul görmemektedir. Türkiye böyle bir durumda Batı’nın tampon bölge vasıtası ile YPG’ye bir uluslararası koruma sağlayacağını düşünmektedir. Bu da Türkiye’de YPG’nin siyasi statü kazanmasını sağlayacak Kuzey Irak benzeri bir sürecin yaşanabileceği kaygısı yaratmaktadır. Bu nedenle Türkiye açısından kontrolün Türk ordusunda olması kırmızı çizgi olarak görülmektedir. ABD ve Türkiye arasındaki bu görüş farklılıkları nedeniyle müzakerelerde hiçbir kesin sonuç alınamamaktadır.

Türkiye Münbiç ve Fırat’ın doğusu konusunda diplomatik açıdan Rusya ile de temas halindedir. Rusya’nın Münbiç ve Fırat’ın doğusu konusundaki tercihi Suriye rejim güçlerinin sınır hattına girerek kontrolü sağlamasıdır. Rusya bu açıdan Türkiye ve Suriye arasında 1998 yılında imzalanan ve teröre karşı iş birliğini öngören Adana Anlaşması’nın uygulanmasını önermektedir. Ancak Türkiye açısından bakıldığında Suriye güçleri de güvenilir bir aktör değildir. Adana Mutabakatı esasen Türkiye açısından son derece başarı ile yürütülmüş ve uzun vadede Türkiye-Suriye ilişkilerinin şekillenmesinde temel oluşturabilecek metinlerden biridir. Suriye tarafı 1998 sonrasında gerçekten de PKK ile mücadelede Türkiye ile yakın bir işbirliği geliştirmiş ve bu da sonraki 10 yıl boyunca Türkiye-Suriye yakınlaşmasının temelini oluşturmuştur. Ancak günümüzde bu anlaşmanın uygulanabilmesi açısından üç temel sorun bulunmaktadır. Birincisi, Suriye devleti o dönemde olduğu üzere güçlü değildir ve ülkenin bütününe otoritesini yayamamaktadır. Bu nedenle Şam Türkiye açısından, aşırı güçlenen ve ABD desteğini arkasına alan YPG/PKK ile mücadelede etkin bir ortak olamaz. İkinci olarak o dönemde Türkiye ve Suriye ilişkileri karşılıklı güvene dayanmaktaydı. Günümüzde ise tam tersi bir durum söz konusudur ve siyasi çözüme ulaşılsa bile güven inşası uzun zaman alacaktır. Hatta iç savaşın ilk aşamalarında YPG’ye alan açan ve onu destekleyenin Şam olduğu, halen iki aktörün siyasi bir uzlaşıya varma konusunda düzenli görüşmeler yaptıkları düşünüldüğünde Türkiye adına Suriye’nin güvenilir bir ortak olamayacağı ortadadır. Son olarak da ABD Münbiç ve Fırat’ın doğusundan çekilirken doğacak boşluğun Suriye ve İran güçleri tarafından doldurulmamasını istemektedir. Dolayısıyla ABD kabul etmeden Suriye güçlerinin bu hatta yerleşmesi mümkün değildir. Bu şartlar altında Rusya’nın sunduğu Adana Anlaşması ve Suriye güçlerinin sınır hattına yerleşmesi şimdilik geçerli olmayacaktır. Ancak Türkiye, Rusya ile Suriye konusunda sürdürdüğü işbirliği nedeniyle Münbiç ve Fırat’ın doğusunda attığı ve atacağı adımları Moskova ile koordineli götürmek isteyecektir. Rusya’nın da bazı güvenlik garantileri alması durumunda Türkiye’nin Suriye sınır hattını kontrol etmesine yeşil ışık yakması beklenmelidir.

Bu şartlar altında Münbiç ve Fırat’ın doğusu konusunda iki senaryodan birinin gerçekleşmesinin olası olduğu söylenebilir. Birinci senaryoya göre Türk ve ABD tarafları güvenli bölge konusunda uzlaşacaktır. Böylece Münbiç ve güvenli bölgeden YPG unsurları çatışmadan çekilecek, buradaki kontrol Türk ve ABD’nin ortak belirlediği güçlere devredilecektir. Askeri kontrol büyük ölçüde Türk ordusunda olacak ancak bu kontrol askeri bir operasyon ile değil anlaşma yoluyla sağlanacaktır. Buradaki güvenlik yapılanması içinde az sayıda da olsa Türkiye dışı ülkelerin askeri güçleri olabilecektir. Yerel güvenlikte ise YPG dışındaki ABD destekli bazı silahlı yapılar rol üstlenebilir. Ancak ABD ve Türkiye arasında artan güvensizlik, Suriye başlığı dışında yaşanan sorun başlıkları ve ABD güvenlik bürokrasisinin Türkiye ile birlikte çalışma konusunda oynadığı olumsuz rol gibi nedenlerle bu senaryonun yaşanması ihtimali giderek azalmaktadır.

Daha yüksek ihtimal olan ikinci senaryoya göre ise Türkiye tek taraflı olarak Fırat’ın doğusunda sınır hattına dönük bir askeri operasyon gerçekleştirecek ve istediği güvenli bölgeyi kendisi kuracaktır. Türkiye’nin böyle bir durumda Tel Abyad, Ayn al-Arab (Kobane) çevresi, Ras al-Ayn gibi yerleşimleri ve sınır hattı üzerindeki bazı stratejik noktaları hedef alması beklenebilir. Türkiye bu senaryoda ABD’nin isteğine karşı bir adım atacak ve muhtemelen bu askeri hamle Rusya ile koordine edilecektir. Türkiye, Rusya ile varılacak anlaşma çerçevesinde sınır hattının belli bir derinliğinin uzağına ilerlemeyecek ve Astana süreci kapsamında olduğu üzere Suriye toprak bütünlüğüne olan bağlılığını teyit edecektir.

İkinci seçenek daha muhtemel olsa da Türkiye açısından birinci tercih olmadığı söylenebilir. Zira böyle bir senaryo zaten ilişkiler tarihinin belki de en kötü dönemlerinden birini yaşayan ABD-Türkiye ilişkilerinde kırılma yaratabilecek potansiyele sahiptir. Bunun her iki ülke açısından olumsuz sonuçlar doğuracağı ortadadır. Ancak diğer taraftan Türkiye için YPG/PKK sorunu taviz verebileceği bir konu değildir. Türkiye bu sorunu yaşamsal olarak gördüğü için bedel ödeme kapasitesinin de fazla olduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla ABD ile müzakerelerden sonuç alınamaması durumunda ikinci senaryonun gündeme gelmesi olasıdır. Esasen Türkiye-ABD arasında Suriye konusunda süren görüşmeleri genel ilişki paketinin bir parçası olarak görmek gerekmektedir. Ancak bu konu o kadar kritik öneme sahiptir ki diğer konu başlıklarının da seyrini doğrudan etkilemektedir. Türkiye ve ABD, Suriye konusunda birlikte çalışmayı başaramaz ise S-400 ve F-35 krizi derinleşecek ve bu da kartopu etkisi yaratarak iki ülkenin Suriye konusunda daha fazla karşı karşıya gelmesi anlamına gelecektir. Tersi şekilde Türkiye ve ABD Suriye’de güvenli bölgeyi birlikte oluşturabilirse diğer sorun alanlarının çözümüne ilişkin bir rahatlama yaşanması söz konusu olacaktır.