Analiz

Türkiye ve İsrail’in Suriye Krizine Yaklaşımlarının Karşılaştırmalı Analizi

Türkiye, Suriye krizine rejime karşı uluslararası baskıyı artırma, güvenlik tehditlerini bertaraf etmek için askerî tedbirler alma ve açık kapı politikası gibi araçlar üzerinden müdahil olmuştur. Türkiye, krizin erken dönemlerinde diplomasi yolunun işlevini yitirmesi sonrasında ülke içinde ve dışında derinleşen güvenlik sorunları ile karşı karşıya kalmıştır. Giderek büyüyen bu sorunların çözümü amacıyla Suriye’ye doğrudan müdahalenin kaçınılmaz olduğu bir aşamaya gelindiği görülmüştür. Bu çerçevede, Türk karar alıcılar BM’nin 51. maddesine dayanan bir askerî müdahale süreci başlatmıştır. İlk olarak 24 Ağustos 2016 tarihinde gerçekleştirilen Fırat Kalkanı Harekâtı’nı ilerleyen süreçte Zeytin Dalı (20 Ocak 2018), Barış Pınarı (9 Ekim 2019) ve Bahar Kalkanı (27 Şubat 2020) harekâtları takip etmiştir. Türkiye bu harekâtlar neticesinde Suriye’de masada ve sahada etkili aktörler arasına dâhil olmuştur. Bu durum, Suriye krizine daha dar çerçeveli bir yaklaşım geliştiren İsrail yönetimi tarafından dikkatle takip edilmiştir. Zira 2016 yılında Türkiye ve İsrail arasında ilişkilerin normalleşme sürecine girmesi tartışmalarındaki önemli motivasyonlarından biri Suriye’de yaşanan gelişmeler olmuştur. Suriye’de benzeşen tehdit algıları iki ülkeyi birbirine yakınlaştırma potansiyeli taşımaktaydı. Bu noktada iki ülkenin ilişkileri, her ne kadar geçmişte sürekli olarak istikrarsız bir seyir izlemiş olsa da yeni bir girişimde bulunmaya niyet ettikleri görülmektedir. Fakat zamanla bu algılamaların sahadaki gelişmeler neticesinde farklılaştığı görülmüştür. Ayrıca süreç içinde İsrail’in kuruluşu sonrası uyguladığı bölgesel politikaların, bilhassa Filistin meselesi ile alakalı gelişmelerin sürece olumsuz yönde katkıda bulunduğu görülmüştür. Bu çalışma, söz konusu arka plan ile Türkiye ve İsrail’in Suriye krizi sürecinde gelişen tehdit algılarını ve bu algıların gelişim sürecini irdelemektedir. Bu şekilde Suriye kaynaklı tehdit algılarında yaşanan değişimin iki ülkeyi birbirine yakınlaştırma rolünden nasıl bir yöne evrildiğinin tespit edilmesi mümkün olacaktır. Çalışmanın çerçevesi açısından yaşanan kısıtlar nedeniyle bu tehdit algılamaları üç başlık hâlinde incelenecektir. Bu başlıklar Esad rejimi–İran ve İran destekli gruplar ittifakı, IŞİD’in Suriye sahasındaki etkinliği ve PYD/YPG’nin Suriye krizi sürecindeki rolü olarak belirlenmiştir. Bahsi geçen başlıklar altında her iki ülkenin tehdit algılamalarının yoğunluğu değerlendirilecek ve karşılaştırılacaktır. Çalışmanın son bölümünde iki ülkenin Suriye’de tehdit algıladıkları alanlara dönük ortak bir politika üretme ve bu politikaları hayata geçirme ihtimalleri değerlendirilecektir.