Analiz

Türkiye–KİK Ülkeleri İlişkilerinde Siyaset-Ticaret Etkileşimi

Türkiye’nin Körfez’e yönelik siyasi yöneliminin zaman içerisinde çeşitlendiği ve farklı aktörler ile işbirliği mekanizmaları geliştirdiği söylenebilir. Bu çerçevede, petrol ve doğal gaz zengini olan ve önemli deniz yollarını barındıran Körfez bölgesinin, Türk dış politikasında artan bir ağırlığı ve önemi bulunmaktadır. 2000’li yıllardan itibaren Türkiye’nin geleneksel Körfez politikasında Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) coğrafya ve nüfus açısından küçük ülkeleri de yer almaya başlamıştır. Zaman içerisinde KİK ülkeleri ve Türkiye arasında kayda değer siyasi-ekonomik yakınlaşma zemini gelişmiş ve bölgesel sorunlara yönelik ortak tutum güçlendirilmeye çalışılmıştır. Türkiye’nin 2003 tarihli Irak işgalindeki tavrı, İsrail’e karşı alınan pozisyon, Hamas ile el-Fetih görüşmelerinin teşvik edilmesi, bölgedeki diğer sorunların çözümüne ilişkin yapıcı tutum ve ekonomi öncelikli yaklaşım KİK ülkeleri tarafından genel itibarıyla olumlu karşılanmıştır. Dolayısıyla siyasi ilişkilerde beliren bu ortaklığın ticari ilişkileri olumlu yönde etkilediği ve ekonomik işbirliğini geliştirme amacı ile çeşitli mekanizmaların karşılıklı şekilde oluşturulduğu anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan Türkiye’nin Arap Ayaklanmaları sürecinde benimsediği pozisyonun, Türkiye’ye yönelik mevcut bütüncül KİK tavrının değişmesine yol açtığı ve KİK ülkeleri arasında farklı görüşlerin ortaya çıktığı söylenebilir. Arap Ayaklanmaları sürecini bölgede demokratik mekanizmaların gelişmesi ve toplum-devlet ilişkilerinin daha meşru zemine oturması için önemli bir fırsat olarak değerlendiren Ankara’nın, erken tedirginliğine ve ihtiyatına rağmen söz konusu süreci büyük oranda sahiplendiği ortadadır. Örneğin; Türkiye, KİK’in önemli aktörlerinden olan ve genelde Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan eksenli bölgesel politika izleyen Bahreyn’in başkenti Manama’daki İnci Meydanı’nda Şubat 2011’de yoğunlaşan gösterilere ilişkin reform çağrıları yapmıştır. Bu çerçevede bölgedeki demokratikleşme hareketlerinden ve Müslüman Kardeşler ilişkili grupların etkisinden tedirgin olan Suudi Arabistan- Birleşik Arap Emirlikleri bloğunun devrim karşıtı bir pozisyon aldığını ve Suriye’de İran’ı zayıflatma meselesinde olduğu gibi sadece siyasi çıkarlar temelinde bazı muhalif oluşumlara destek verdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu durum İran’ın Suudi Arabistan bloğunun etkisini zayıflatmak amacı ile Tunus ve Mısır’daki halk hareketlerine sunduğu desteğin farklı bir örneğidir.

Türkiye ise İran ve Suudi Arabistan’ın aksine bölgedeki demokratikleşme çabalarını geçmişte olumlu ilişkileri bulunan rejimlerle ilişkilerinin bozulması pahasına desteklemeyi göze almış ve bu nedenle zaman içerisinde bölgesel kutuplaşmanın merkezinde yer almaya başlamıştır. Bu durum, muhafazakâr bir iktidarın demokratik sistemde başarılı şekilde varlığını sürdürmesi nedeni ile Türkiye’yi, İran-Suudi Arabistan bloğunda sıkışan Körfez ve Ortadoğu bölgesinde önemli bir alternatife dönüştürmüştür. Her ne kadar Türkiye bahsi geçen aktörler ile siyasi-askerî çatışma içerisinde olmayı arzulamasa da Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri bloğu ile Müslüman Kardeşler ve İran’a yönelik politikalardaki farklılıklardan kaynaklanan gerilimler, özellikle 2013-2014’ten itibaren Ankara ile Riyad ve Abu Dabi hattında ilişkilerin olumsuz yönde seyretmesine neden olmuştur. Bu süreç içerisinde Türkiye ve Katar’ın geçmişteki ortak dış politika anlayışını güçlendirdikleri ve Arap Ayaklanmaları sürecindeki önemli meydan okumaları yöneterek ittifaklarını sağlamlaştırdıkları görülmektedir. Dolayısıyla Arap Ayaklanmaları süreci, KİK ülkelerinin Türkiye’ye yönelik yaklaşımında değişimlere yol açmasına rağmen Türkiye’nin Körfez’deki askerî taahhütleri de içeren bazı ittifak ilişkilerini yeniden tanımladığı değerlendirilebilir.

Bu çalışmanın temel motivasyonu siyasi ilişkiler ve ekonomik-ticari gelişmeler arasındaki ilişkiyi irdelemektedir. Bu çerçevede 2000’li yıllardan itibaren gelişen siyasi ilişkilerin KİK ülkeleri ile Türkiye arasında yoğunlaşan ticari ilişkilerde belirleyici bir etkisi olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Arap Ayaklanmaları sürecinde ve sonrasında KİK ülkelerinde ortaya çıkan farklı Türkiye algısı ve sonucundaki siyasi tutumların, geçmiştekine benzer şekilde ekonomik ilişkileri etkileyip etkilemediğini anlamlandırma çalışmanın temel odak noktasını oluşturmaktadır. Bu çerçevede, Arap Ayaklanmaları sürecindeki (2012 ve sonrası) verileri göz önünde bulunduran çalışma, özellikle Türkiye’nin de açık şekilde taraf olduğu 2017 Körfez krizi sonrası döneme odaklanmaktadır. Katar’ın Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri bloğu ile farklılaşan dış politika anlayışının adeta cezalandırıldığı bu kriz sonrasında zirve yapan KİK ülkeleri arasındaki derin ayrım ve bölünmenin, Türkiye-KİK ülkeleri siyasi ilişkilerine etkileri ile ticari verilere yansıması kayda değer bir inceleme noktası olarak karşımıza çıkmaktadır. Spesifik olmak gerekirse 2000’li yıllardan itibaren KİK ülkeleri ile Türkiye arasındaki siyasi yakınlaşma özellikle Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri gibi aktörler ile ekonomik-ticari ilişkilerde belirgin gelişmeyi-ilerlemeyi beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla bu aktörler ile Türkiye arasında son dönemde bozulan siyasi ilişkilerin benzer paralel sonucu yani ticari ilişkilerde bozulmayı beraberinde getirip getirmediğini anlama, bu aktörlerin mevcut Türkiye yönelimine ilişkin farklı değerlendirmeleri mümkün kılma potansiyeline sahip gözükmektedir. 

Bu bağlamda çalışma, genel olarak Körfez ile Türkiye ve özel olarak KİK ülkeleri ile Türkiye arasındaki ilişkileri kısaca değerlendirdikten sonra son dönemde KİK ülkelerinde farklılaşan Türkiye yönelimini ve ortaya çıkan bloklaşmayı üç temel kavram üzerinden değerlendirmektedir. Diğer bir ifadeyle Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi ülkeler Türkiye yönelimi neticesinde statükocu ülkeler olarak tanımlanırken, Kuveyt ve Umman’ın tavrı orta yol ve Katar’ın tavrı ise müttefik ülke şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bu siyasi çerçeve oluşturulduktan sonra son dönemdeki KİK ülkeleri ve Türkiye arasındaki ticari ilişkilerin oluşturulan siyasi çerçeveye ne derece uyup uymadığı göz önüne alınarak geçmişteki siyasi ilişkiler-ticaret hacminin gelişmesi şeklindeki ilişkiselliğe işaret etmeyen ya da bu ilişkiselliği doğrulamayan bazı analizler gerçekleştirilmektedir. Bu noktada analizin temel yorumunu güçlendiren, statükocu ülkeler ile Türkiye arasındaki bozulan siyasi ilişkiler ve dış ticaret hacmi arasındaki etkileşimin analizi çalışmada özellikle önemli yer tutmaktadır.