Türkiye’nin Batı Şeria’nın İlhak Planına Karşı Duruşu ve Sebepleri

İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak planı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kaygıyla izlenmektedir. Ancak bazı sebeplerden ötürü Türkiye, diğer ülkelerden farklı olarak illegal ilhak planı konusunda daha hassas davranmaktadır. Zira nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’de mazlum Filistin halkına büyük sempati duyulmaktadır. Ayrıca özellikle 2017’den beri İsrail-ABD ekseninde izlenen sözde barış girişimleriyle Filistin halkının daha fazla baskılandığını ve topraklarının elinden alınmaya çalışıldığını görmek de Türkiye kamuoyunda İsrail karşıtı tepkiyi arttırmaktadır.

Ayrıca, özellikle son birkaç yıldır Filistin’in komşusu olan ve hala pek çoğu İsrail’i resmi olarak dahi tanımayan Müslüman Arap ülkelerinin de bu meselede; Filistin’in elden gitmesine ve doğal olarak bu topraklardaki kutsal mekanların statüsünün değişmesine sessiz kalmaları da kamuoyunu infiale sürüklemektedir. 2009 yılındaki Davos olayından başlayarak Türkiye kamuoyu ve yönetimi Filistin’de uygulanan haksız ambargolara tepki vermiştir.

Türkiye Batı Şeria’nın ilhakına karşı tutumunu gizlememiş, Trump’ın Kudüs kararı ve akabindeki büyükelçiliğin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması kararında olduğu gibi dar ulusal çıkar temelli düşünmemiştir. Çünkü başta bölgenin yerleşikleri olan Müslüman Arap ülkeleri olmak üzere pek çok ülke, bu kararlara karşı olmalarına rağmen hem ABD’nin tepkisi hem de muhtemel anti-semitik olarak yaftalanma kaygısıyla gereğince tepki verememektedirler. Buna mukabil Türkiye ise, özellikle 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe teşebbüsü ve ardından maruz kaldığı siyasi ve ekonomik saldırılara rağmen, İsrail’in Filistinlilere yönelik uygulamış olduğu haksız ambargo, orantısız güç ve insanlık dışı muamelelere en üst seviyede tepki göstermiştir.

Türkiye’nin Filistinlilere yönelik açık desteği, Doğu Akdeniz’de ve güney sınırlarında maruz kaldığı meydan okumalara rağmen devam etmiştir. Mevcut siyasi liderliğin yakın zamanda yapmış olduğu açıklamalar bu tutumun önümüzdeki dönemde de aynı şekilde devam edeceğine dair işaretler vermektedir. Türkiye’nin ilhak planına karşı tutumunun arka planı beş başlık altında incelenerek açıklanacak ve Türkiye’nin bu konudaki tutumunun rasyonalitesi ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Tarihsel Arka Plan ve Kutsal Mekanlar Hassasiyeti
Filistin toprakları 1516’dan 1916 yılına kadar 400 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetinde kalmış olduğundan, Türkiye’nin bölgeyle ilgili olarak inkâr edilemeyecek tarihsel bağları bulunmaktadır. Bu uzun dönem pek çok tarihçi tarafından bölgenin en huzurlu periyodu olarak da tanımlanmaktadır. Ayrıca gerek Filistin gerekse İsrail sınırlarında kalan pek çok tarihi ve kültürel eser ve Türk kökenliler, Türkiye’nin bu bölgeyle yakından ilgilenmesinin sebeplerindendir. Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’nın Müslümanların ilk kıblesi olması ve Kubbet-ül Sahra’nın Hz.Muhammed (s.a.v.)’in göğe yükseldiği yer olarak kabul edilmesi de, Türkiye’nin bölgeye yönelik hassasiyetlerinin başında gelmektedir.

Birleşmiş Milletler (BM) Kararları, Barış Planları ve Uluslararası Hukuk Bağlamı
Türkiye, BM’nin İsrail-Filistin meselesinde almış olduğu tüm kararları ve şimdiye kadar ki barış çabalarını eksiksiz olarak desteklemektedir. Sadece 1947 tarihli ve 181 sayılı taksim planını, Filistinlilerin talepleri doğrultusunda kabul etmemiş olan Türkiye bundan sonraki barışa yönelik tüm kararları desteklemiş ve iki taraf arasında adil ve barışçıl bir çözüm bulunması için çaba göstermiştir.

Gerek BM’nin gerekse de diğer aktörlerin barış planlarına da destek veren Türkiye; Oslo anlaşmalarından Arap Barış Planı’na kadar tüm rasyonel planların yanında yer almıştır. Bunlara ilave olarak özellikle İsrail ile 1990’lı yıllarda geliştirilen yakın ilişkiler döneminde bile, bu sorunun çözümünde etkili rol oynamaya çalışmıştır. İsrail’in sorun yaşadığı komşu ülkelerden Suriye ile arasındaki meselelerin halledilmesi için de arabuluculuk yaparak gayret gösteren Türkiye’nin bu çabaları maalesef karşılıksız kalmıştır.

Türkiye, İsrail-Filistin meselesinin çözümünde BM tarafından da kabul edilen iki devletli bir çözümü desteklemektedir. Bu çözüm planı kapsamında 1967 öncesi sınırlarında bir Filistin devleti kurulmasının gerekliliğinin altına çizen Türkiye, her platformda Filistinlilerin bu meşru taleplerini dile getirmeye çalışmaktadır. 1967 öncesi sınırların esas alındığı iki devletli bir çözümün gereği olarak; yerlerinden edilen Filistinli mültecilerin topraklarına dönüş hakkının verilmesi, işgal altında tutulan Filistin topraklarında Yahudi yerleşimlerinin sonlandırılması ve Kudüs’ün kurulacak Filistin devletinin de başkenti olması muhtemel bir barışın temel gereksinimleri olarak görülmektedir.

Alçak Koltuk Krizi, One-Minute ve Mavi Marmara Olayı Sonrası Yaşanan Ayrışma
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu tarihten itibaren İsrail ile yakın ilişkiler tesis etmiştir. İsrail için de Türkiye, çevre (perifery) doktrini kapsamında bölgedeki düşman Arap devletlerini dengelemek için ilişki tesis edilen Arap olmayan ülkelerden birisi olarak görülmüştür. Zaman zaman sorunlar yaşansa da ilişkilerdeki bu yön 2000’li yıllara kadar devam etmiştir.

Bu dönemden itibaren Türkiye’nin Ortadoğu ile yakından ilgilenmesi ve bölgesel meselelerin çözümünde daha aktif rol oynamak istemesi, Türkiye’ye biçilen ılımlı İslam modelinin ötesine geçmiştir. Bu aktif politikanın bir sonucu olarak, Gazze’deki 2006 seçimlerini kazanan Hamas ile yakın ilişki kurulması Türkiye-İsrail arasındaki ilişkilerin bozulmaya başlamasının temel sebebi olarak gösterilmiştir.

2007 yılından itibaren başlatılan Gazze ablukası ve bununla ilişkili olarak İsrail’in Gazze’ye yönelik gerçekleştirmiş olduğu saldırılara, Türkiye’nin göstermiş olduğu tepkilerden sonra yaşanan alçak koltuk krizi ve akabinde 2009 yılında Davos’ta yaşanan “One Minute” krizi ilişkilerdeki kopuşun habercisi olmuştur. Gazze ablukasını delmek ve Gazze halkına insani yardım malzemeleri ulaştırmak için, aralarında İHH İnsani Yardım Vakfı’ndan eylemcilerin yer aldığı uluslararası yardım gönüllüleriyle yolan çıkan Mavi Marmara feribotuna İsrail askerlerinin uluslararası sularda müdahale ederek 9 Türk’ü şehit etmesi ise 6 yıl sürecek ilişkisizlik dönemine sebep olmuştur.

Yüzyılın Planı’na Yönelik Tepkiler
Türkiye ile İsrail arasındaki uzun ilişkisizlik döneminin ardından 27 Haziran 2016 tarihinde imzalanan normalleşme anlaşmasına rağmen taraflar arasındaki güven sorunu devam etmiştir. Keza aksi yöndeki tüm BM kararlarına rağmen 14 Mayıs 2018 tarihinde ABD’nin büyükelçiliğini Kudüs’e taşımasını yapmasını Gazze sınırında protesto eden Filistinlilerden 60’ının öldürülmesi ve yüzlercesinin yaralanması üzerine büyükelçiler geri gönderilmiş ve ilişkiler tekrar kopmuştur.

Türkiye, ABD başkanı Trump’ın göreve gelir gelmez dile getirmeye başladığı ve 28 Ocak 2020 tarihinde içeriği resmi olarak açıklanan sözde Yüzyılın Planı’na, Filistinlilerin haklarını yok saydığı ve şimdiye kadarki kazanımlarını ortadan kaldırdığı için karşı çıkmaktadır. Trump’ın Kudüs kararında olduğu gibi sözde Yüzyılın Planı ve bununla ilişkili olarak ortaya atılan Batı Şeria’nın ilhakına da şiddetle karşı çıkmaktadır.

Kuzey Irak, Suriye’nin Kuzeyindeki PYD/YPG Varlığı ve Doğu Akdeniz
Türkiye ile İsrail arasındaki sorunun temelinde Türkiye’nin Hamas’a yakın durması olduğu ileri sürülse de son dönemde yaşanan gelişmeler, Türkiye-İsrail arasındaki yüzleşmenin her halükârda yaşanacağını göstermektedir. Büyüyen ve bölgede etkisini artıran Türkiye’nin yine bölgede tek güç olmak isteyen İsrail ile çekişmesi normaldir. Zira 2017 yılında Kuzey Irak’ta tüm ilgili tarafların olumsuz görüşlerine rağmen gerçekleşen bağımsızlık referandumunda Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY)’yi sadece İsrail desteklemiştir. Referandum sonrasında Erbil sokaklarında İsrail bayraklarının dolaştırılması hala hafızalardadır.

Buna mukabil kırk yıldır Türkiye’nin bölünmesi için her türlü karanlık işbirliğine girmiş olan terör örgütü PKK’nın Suriye kolu olduğu CIA raporlarıyla sabit PYD/YPG’ye ABD tarafından sağlanan destekte de İsrail’in parmağı olduğu bilinmektedir. Hatta bu destek öyle bir seviyeye gelmiştir ki, ABD askerleri olmadan kazanımlarını sürdürmesi mümkün olamayacak PYD/YPG’nin bekası için Trump’ın Suriye’den asker çekme kararı bile akamete uğratılmıştır. Türkiye’nin güney sınırlarını tehdit eden bu terör örgütünün ileride kurulması planlanan bir terör devletinin nüvesi olmasının planlandığı, Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı sonrasında İsrail ve ABD medyasında çıkan haberlerden anlaşılmıştır.  

Doğu Akdeniz’de 2000’li yılların başından itibaren keşfedilen ama 2010’dan sonra yüksek ekonomik değeri olduğu anlaşılan hidrokarbon kaynakların bölüşümü ve üçüncü ülkelere satışı konusunda da iki ülke arasında yoğun bir rekabet yaşanmaktadır. Doğu Akdeniz’deki en geniş kıyı sınırına sahip olan Türkiye, İsrail ve Mısır’la yaşadığı sorunlar ve GKRY’ni tanımaması nedeniyle bu aktörler tarafından denklem dışına çıkarılmaya çalışılmaktadır. 2019 başında Kahire’de kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na davet edilmeyen Türkiye, çıkarılacak gazın Avrupa’ya ulaştırılması için planlanan boru hattı projesinin de dışında tutulmaya çalışılmaktadır.

Sonuç olarak,
Türkiye’nin, yukarıda sayılan tarihsel ve kültürel bağlar ile uluslararası hukukun gereği olarak, İsrail-Filistin sorunun çözümünde Filistin’i ve Filistinlileri desteklediği bir sır değildir. Bu destek gayet meşru ve ahlakidir. Türkiye, bu tutarlı politikasını İsrail’in ABD yönetimi nezdindeki etkisini kullanarak Türkiye’yi zor durumda bırakmaya çalışmasına rağmen sürdürmektedir.

Müslüman Arap ülkelerinin sessizliğine hatta, el altından sözde yüzyılın planı ve bununla ilişkili olarak ilhak planını desteklemelerine rağmen, Türkiye bu konudaki ahlaki ve vicdani tutumunu sürdürecektir. İsrail ile Doğu Akdeniz, Suriye ve Kuzey Irak’ta yaşadığı sorunlardan bağımsız olarak mazlum Filistin halkını ve bu topraklardaki kutsal mekanları korumaya gayret edecektir.

İsrail’in muhtemelen 1 Temmuz’da meclis gündemine getirerek bir kanunla hayata geçirmeye çalışacağı Batı Şeria’yı ilhak planına karşı, kendine ait olmayan topraklar üzerinde hüküm tesis etme hakkı olmadığını ileri süren Türkiye, böyle bir durumda bu kararı da tanımayacaktır. Zira yürürlükteki BM kararları gereğince öngörülen iki devletli bir çözüm planında Filistin toprağı olarak belirlenen bu bölgelerde, İsrail’in egemenlik kurmaya çalışması illegaldir ve Türkiye tüm imkanlarıyla bunu önlemeye çalışacaktır.

Bu kapsamda uluslararası alanda ciddi sempati gösterilen Filistin Davası’na destek veren tüm güçlerle, dost ve müttefik tüm paydaşlarla iş birliği yapacak olan Türkiye’nin nihai hedefi, İsrail’i bu gibi tek taraflı adımlardan vaz geçirerek, iki devletli çözümü kabul etmesini sağlamak olacaktır. Kaldı ki bu tutumun, Türkiye’nin güney sınırlarında ve Doğu Akdeniz’de maruz bırakıldığı meydan okumalara karşı ulusal güvenliğini tahkim edecek unsurlar içerdiği de muhakkaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin Filistinlilerin hakkını ve hukukunu korumaya matuf politikaları kendi milli çıkarlarıyla da uyumludur.