ABD-İran’ın Irak’ta Yürüttüğü Vekâlet Savaşı Nereye Gidiyor?

Irak, epey bir süredir ABD ve İran’ın bölgede yürüttüğü vekâlet savaşının merkezidir. Bu savaşın son hamlelerinden biri 7 Şubat 2024’te geldi. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Bağdat’ta düzenlediği bir saldırıyla Şii milis gücü Ketaib Hizbullah’ın komutanlarından birini öldürdü.

ABD’nin bu hamlesi 2 Şubat 2024’te Ürdün’de bulunan bir ABD askerî üssüne yapılan saldırıda 3 ABD askerinin ölmesinin ardından geldi. O günden beri ABD, Irak ve Suriye’de İran’a bağlı güçleri hedefleyen 80’den fazla saldırı düzenledi. Bütün bunlar da ABD ve İran arasındaki vekâlet savaşının nereye doğru evrildiği üzerine yeniden düşündürdü.

Sürekli değişim ve dönüşüm
Ortadoğu’nun en önemli yazarlarından biri olan Irak asıllı Sami Zubaida, Ortadoğu’ya yönelik en yalın ancak en anlamlı tanımlamalardan birini yapar: “Ortadoğu tarihsel, dini ve etnik çeşitliliğin, siyasi ve sosyal dinamiklerle iç içe geçtiği, sürekli değişim ve dönüşümün yaşandığı, karmaşık güç ilişkilerinin ve ideolojik mücadelelerin belirlediği bir coğrafyadır.”

Burada belki de vurgulanması gereken ve günümüz için de son derece yerinde olan “değişim ve dönüşüm”dür. Zira 7 Ekim 2023 tarihi de Ortadoğu için yeni bir miladı işaret ediyor gibi. Hamas’ın İsrail’e yönelik ani saldırısının ardından İsrail, Hamas’ın hâkim olduğu Gazze’de başlattığı ve insanlık sınırını aşan bir sertlik ve şiddet uyguladığı karşı operasyonu ile Gazze’yi büyük bir yıkıma uğrattı ve bu yıkım maalesef devam etmektedir.

Ortadoğu’da yaşanan neredeyse her olayda olduğu gibi Gazze’de yaşananların da etkisi sadece olayların yaşandığı coğrafya ya da aktörlerle sınırlı kalmamakta, domino etkisi ortaya çıkararak diğer bölgelere de sıçramaktadır.

Bunun en büyük sebebi; Ortadoğu’daki hemen her aktörün birbirleri ile bağlantılı bir süreç yürütmesidir. Nitekim Irak da bu bağlantısallığın tam merkezindedir. Ortadoğu’da yaşanan her olay doğrudan ya da dolaylı bir biçimde Irak’ta etki üretmektedir.

Ortadoğu’daki her gelişme neden hep Irak’a yansıyor?
Bu etkinin en büyük sebebi “Ortadoğu’nun minyatürü” olarak nitelendirilen bir sosyal yapıya sahip olmasıdır. Ortadoğu’daki hemen her etnik ya da dinî grubun Irak’ta temsiliyetini görmek mümkündür. Bununla birlikte Ortadoğu haritasını şöyle bir gözünüzün önüne aldığınızda Irak’ın bu coğrafyanın jeopolitik merkezinde olduğunu görmek mümkündür. Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerle sınır komşusu olmasıyla birlikte, Basra Körfezi'ne erişim imkânına sahip ve enerji açısından zengin bir havza konumundadır. Bu durum, Irak'ı hem bölgesel hem de küresel etkinin merkezine doğru çekmektedir. Tarihsel süreçte de bakıldığında Irak’ın hemen hiçbir dönemde istikrarlı bir dönemi olmadığını söylemek mümkündür.

1918’de Osmanlı Devleti topraklarını işgal ederek bugünkü Irak topraklarında bir manda yönetimi oluşturan İngilizlerin etkisi, her ne kadar 1932’de bağımsızlık deklarasyonu ilan edilse de İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar sürdü. Hem bağımsızlığı ve laik Arap milliyetçiliğini savunan Nasırcılık gibi bölgesel etkiler hem de ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan ve küresel sistemi iki kutuplu hâle getiren dönemin etkileri Irak’ta da net bir biçimde hissedildi. 1958’de ülkede cumhuriyet ilan edilse de istikrar yakalanamadı ve 1979’da Saddam Hüseyin iktidarı eline alana kadar bir seri darbe gerçekleşti.

Saddam Hüseyin’in devlet başkanı olması sonrasında da iç darbeler bölgesel ve hatta küresel savaşa dönüştü. 1980-1988 Irak-İran savaşı, 1991 Irak’ın Kuveyt’i işgali ve ABD müdahalesi, 1996 Birleşmiş Milletler ambargosu ve en nihayetinde 2003 ABD işgali. İşgal şartları da iç istikrarsızlık, terör, şiddet, dış müdahaleyi beraberinde getirdi.

Vekâlet savaşlarının temel sahnesi
Bugün Irak tam anlamıyla vekâlet savaşlarının meydanı hâline geldi.

Özellikle 2003 sonrası süreçte yaşanan mezhepsel kırılmalar neticesinde Irak’ta ortaya çıkan ve İran’ın büyük ölçüde etkisi altına giren Şii milis yapılar bugün sadece güvenlik ve askerî olarak değil, siyasi ve idari olarak da etkisini arttırmış durumdadır. Bu da doğal olarak Irak’ta İran’ın etkisini arttırmasını beraberinde getirmektedir.

Bugün itibarıyla Irak, İran için bir “harekât üssüne” dönüştü. Kendine yönelik hemen her hamlenin cevabını Irak’ta vermeye çalışıyor.

ABD ve İran savaşı Irak’ta yaşanıyor
Irak’ta süregelen bir ABD – İran gerilimi var. ABD’nin Irak’ta askerî varlığı korunurken İran da vekil güçler üzerinden ABD etkisini kırmaya ve Irak’taki hâkimiyet ve etki alanlarını genişletmeye çalışmaktadır. Bunu yaparken Şii milis gruplar, ABD’nin Irak’taki çıkarlarına ve varlığına saldırı düzenlemektedir. ABD de doğrudan Şii milis gruplara yönelik operasyonlar gerçekleştirmektedir.

Ancak bu karşılıklı saldırıların caydırıcılık boyutu tartışmalı. Ne ABD doğrudan İran’ı hedef almakta ne de İran Şii milis grupların yaptığı saldırıları üstlenmektedir. Hatta Tahran, saldırılara yönelik olarak herhangi bir ilgisi bulunmadığını açıklamaktadır. Bu noktada ABD ve İran arasında kontrollü bir tırmandırma olduğunu söylemek mümkündür. Her iki kutup da çatışmanın sınırlarının “şimdilik” farkında görünüyor zira mevcut durumda doğrudan bir çatışma ne ABD’nin ne de İran’ın işine gelmez.

ABD’de Kasım 2024'te gerçekleşecek başkanlık seçimleri, ülkede hayatını kaybeden veya kaybedecek her ABD askerinin seçimlerde önemli bir dönüm noktası olacağını belirtmektedir. Bu bağlamda, İran'ın kendisine ait olmayan bir savaşta neden doğrudan müdahil olacağı sorusu gündeme gelmektedir. Ülke, sosyolojik açıdan kaynama noktasına gelmiş durumdadır ve iç politikada konsolidasyon zor bir süreçtir. İran, iç güvenlik konusunda da sorunlar yaşamaktadır. İçeride yoğun protesto gösterilerinin yanı sıra, yetkililere yönelik suikastlar da yaşanmaktadır. Son olarak, Kasım Süleymani'nin anma töreninde gerçekleşen terör saldırısı, bu durumun en bariz göstergelerinden biridir.

Iraklı milislerin ABD’nin Irak ve Suriye’deki varlığına yönelik yaptıkları saldırılar da ABD’nin verdiği karşılık da “ses var görüntü yok” denecek cinstendir. Her ne kadar zayiat ortaya çıkarsa da caydırıcılık anlamında herhangi bir değişim, belirgin bir dönüşümü beraberinde getirmedi, kısa vadede getirmesini beklemek de çok mümkün görünmemektedir.

ABD, Irak’taki İran yanlısı grupların varlığının yanı sıra sosyolojik, siyasi, ekonomik ve askerî etkisini artık engelleyemeyeceğinin farkındadır. Buna rağmen söz konusu grupların desteği ile başbakan seçilen Muhammed Şiya es-Sudani ile de çalışabilmektedir.

Yeni başbakan Sudani hem ABD hem İran ile ilişkilerde dengeli
Sudani’nin şimdiye kadar sürdürdüğü çizgi hem ABD hem de İran açısından realist ve rasyoneldir. Daha basit bir ifadeyle Sudani hem İran hem de ABD ile ilişkilerde denge sağlayabilmektedir.

Irak’ta İran’a en yakın gruplardan biri olan Ketaib Hizbullah’ın “Irak devletine halel gelmesin diye eylemlerimizi askıya alıyoruz” demesi Sudani’nin sağladığı dengenin işaretidir.

Milislerin siyasal alana çekilmesi, makul karşılanma durumunu da beraberinde getiriyor. Bunun amacının meşrulaştırma değil, ehlileştirme olduğunu söylemek mümkün. Sosyal ve siyasal hareket olarak radikalleşme eğilimi taşıyan gruplar için makul bir zemine çekilme, meşru bir sorumluluk yüklenme çalışması görülmektedir.

Devlet mi milisleşiyor?
Ama burada yeni bir “yumurta-tavuk” hikâyesi de var denilebilir. Devlet mi milisleşiyor yoksa milisler mi devletleşiyor?

Belki esas mücadele buradadır. Başka bir deyişle ABD ve Şii milis gruplar arasında süregelen çatışmanın daha da ötesinde görünmeyen bir mücadele söz konusudur ve bu savaşı kimin kazanacağı hem Irak’ın hem de Ortadoğu’nun geleceğinin belirlenmesinde önemli bir rol oynayacak gibi görünmektedir.

Ancak bu kontrollü savaşın kısa vadede bitmesi hiç de mümkün görünmemektedir. Eğer Irak’ta savaş büyürse kontrol kaybolabilir. Topyekûn bir savaş olursa İran daha çok kaybeder ama diğerleri de daha az kaybetmez.

Bu makale 12 Şubat 2024 tarihinde Fikir Turu web sitesinde “ABD-İran’ın Irak’ta yürüttüğü vekalet savaşı nereye gidiyor?” başlığıyla yayımlanmıştır.