Libya’da Siyasi Rekabet ve Trabluslu Milis Gruplar

Ulusal Mutabakat Hükûmeti (UMH) döneminin İçişleri Bakanı Fethi Başağa kabinesinin Tobruk merkezli parlamentoda yapılan tartışmalı oturum sonrasında güvenoyu alması, Libya’da yeniden bir meşruiyet krizini ön plana çıkardı. Bu tablonun 2011 Şubat Devrimi’nin ardından Libya siyasetini takip edenler tarafından sürpriz karşılanmadığını söylemekte fayda var. Ancak 2015 sonrasında ülkenin doğusunda kurulan paralel hükûmetten farklı olarak Başağa liderliğindeki sözde Millî İstikrar Hükûmeti (MİH), milis güçlerin lideri Halife Hafter ve Parlamento Başkanı Akile Salih başta olmak üzere bazı Mısratalı ve Trabluslu milis grupların oluşturduğu meşruiyeti tartışmalı aktörlerden oluşan bir koalisyonun ürünüdür.

Koalisyon içindeki aktörlerin ortak özelliği, her birinin statükonun devamını önceleyen ve gerek siyasi gerekse askerî anlamda etkin oldukları kurumları kaynaklara ulaşmada bir araç olarak görmeleridir. Bu anlamda 24 Aralık başkanlık seçimlerinin ertelenmesiyle beraber batıda belli bir ağırlığı olan Başağa’nın siyasi sahneye gelişi, batıdaki parçalı yapıyı daha da kırılgan hâle getirmesi ve uzlaşı sürecini askıya alması bakımından Salih ve Hafter cephesi için hem görev sürelerinin uzatılması hem de batı merkezli oluşacak hükûmetin dolaylı yoldan kontrolü anlamına geliyor.

Diğer taraftan mevcut Başbakan Abdulhamid Dibeybe ise sürecin başından itibaren Başağa hükûmetini tanımayacağı ve görevi yalnızca halk tarafından seçilmiş bir otoriteye devredeceği yönünde açıklamalarda bulunmuştu. Başbakan Dibeybe, Trablus özelinde devam eden parlamento karşıtı gösteriler ve halk nezdinde kazandığı sempatiye ek olarak kabinesinin ve batıdaki önemli milis grupların da desteğini alıyor. Gelinen noktada Dibeybe-Başağa arasındaki rekabette başkent Trablus ve çevresinde faaliyet gösteren milis grupların etkisinin hayli belirleyici olduğu söylenebilir. Bu kapsamda Başağa tarafından oluşturulan kabine, Libya siyaseti ile milis grup yapılanmalarının ne ölçüde iç içe geçtiğini göstermek bakımından önemlidir.

Kabine Üzerinde Hafter ve Trabluslu Milis Grupların Etkisi
Mart ayında güvenoyu alan 38 kişilik Başağa kabinesi, 30 bakan, 3 başbakan yardımcısı ve 5 devlet bakanından oluşuyor. Kabine içinde doğu bölgesini temsilen sözde Başbakan Yardımcısı Ali Katrani, Maliye Bakanı Usame Hamad ve Adalet Bakanı Halid Mesut Abdrabu gibi isimlerin Halife Hafter’e yakın kişiler olduğu iddia ediliyor. Ayrıca pek çok bakanın Tobruk merkezli parlamento ile bağlantılı figürler olduğunu ya da geçmişte çeşitli görevlerde bulunduğunu da belirtmek gerekir. Ancak bu geniş koalisyon içinde Başağa’nın önemli oranda yer açtığı bir diğer grup, her biri devletin çeşitli kurumlarına resmî olarak bağlı olan ve Trablus’un güvenliğinden sorumlu silahlı gruplardır. Başkentin güvenlik sektörü hâlihazırda dört önemli grup tarafından kontrol edilmektedir. Bunlar arasından sırasıyla Nevasi Tugayı lideri Mustafa Kadur’un kardeşi Hafız Kadur, Dışişleri Bakanı ve İstikrarı Destekleme Birimi liderlerinden Hasan Buzeriba’nın kardeşi Esam Buzeriba içişleri bakanı olarak yeni kabinede yer aldı. Bununla beraber Trablus Devrimciler Birliği lideri Haytem Tajuri’ye hükûmetin kurulmasıyla birlikte finansal destek sözü verildiği gündeme getirildi.  

Olası Senaryolar ve Çatışma Riskleri
Hiç şüphesiz Başağa, yumuşak bir geçişi arzulasa bile bunun başkent ve Mısratalı milis grupların desteğini arkasına almadan mümkün olmayacağını bilmektedir. Bu noktada Mısrata ve Trablus’taki grupların çoğu 2019 Trablus işgali girişimi sırasında savaştıkları Hafter ile güç paylaşım mücadelesine giren Başağa’yı fazlasıyla pragmatist bulurken bazı gruplar, Dibeybe döneminde arka plana atıldıkları gerekçesiyle çıkarlarını maksimize etme yoluna gitmektedir. Öte yandan kendine doğu ve batıyı birleştiren bir köprü görevi atfeden Başağa için mevcut gergin ortamın sıcak çatışmalara dönüşmesi batıdaki itibarını sarsacak senaryoların başında gelmektedir. Bununla bağlantılı olarak Fethi Başağa’nın başkent Trablus’a tek taraflı olarak görev teslimi yapmak üzere hareket ettiği 10 Mart günü, çoğunluğunu Mısratalı milis gruplardan teşekkül eden bir konvoy, Trablus’a doğru hareket etmiş ancak bu grup başkent çevresinde ve sınır girişlerinde Dibeybe yanlısı grupların engeliyle karşılaşmıştı. Bu gelişmeler yaşanırken ABD’nin Libya Büyükelçisi ve Özel Temsilcisi Richard Norland, mevcut siyasi sorunların müzakere yoluyla çözülmesi gerektiği yönünde çağrıda bulunurken Birleşmiş Milletler (BM) Libya Destek Misyonu, başkentte yaşanan askerî hareketliliği kaygıyla takip ettiklerini duyurmuştu. Gerek yerel gerekse uluslararası anlamda istediği desteği arkasında bulamayan Başağa, aynı gün içerisinde “güvenlik amaçlı kurulan askerî konvoyun yerel ve uluslararası dostların talebi üzerine eski üslerine geri döndüğünü” açıkladı. Başağa’nın bu açıklamaları ve yaşanan gerilim göz önüne alındığında yakın tarihte ülkenin batısındaki milis gruplar arasında (Başbakan Dibeybe ve Başağa yanlıları) önemli bir güç paylaşımı pazarlığının olacağı anlaşılabilir. Hatta gelinen noktada Libya’daki belirsiz siyasi atmosferin çözülmesinde Trablus ve Mısratalı milis grupların belirleyici rol üstleneceğini de belirtmekte fayda vardır.

Ayrıca olası bir çatışmada Hafter birliklerinin Başağa lehine Trablus’a giriş yapması ihtimaline karşı, Başbakan Dibeybe bir süredir kendisine müzahir Mısratalı grupları başkente sevk etmekteydi. Bu senaryo dâhilinde Türkiye’nin bölgedeki askerî varlığı ve Rusya-Ukrayna savaşından hareketle Rus Wagner personelinin kapasite ve niyet bakımından Libya’daki angajmanlarını asgari seviyeye çekmesi, Dibeybe hükûmetine karşı oluşacak saldırıların önünü kesmektedir. Dolayısıyla en azından kısa ve orta vadede rakip milis gruplar arasında çatışma riski düşük gözükmektedir. Yine bu kapsamda geçmişte başkanlık konseyine bağlı İstikrarı Destekleme Birimi liderlerinden Abdulgani Kikli’nin -geçmişte Dibeybe karşıtı eylem ve söylemlerde bulunmasına rağmen- Dibeybe yanlısı tutumu, oldukça kritik bir gelişme olarak okunabilir. Kikli’nin bu kararının arka planında yeni oluşan kabinede beklediği pozisyonlara ulaşamamış olması yatıyor olabilir. Yalnızca Kikli için değil pek çok farklı çıkar ve güç odaklı milis grup lideri için bu süreç, bir fırsat dönemi olarak görülmektedir.

Diğer taraftan Hafter ve Salih cephesinin kurulan Başağa hükûmetiyle birlikte Dibeybe’ye karşı bir zorlayıcı diplomasiyi hayata geçirdiği söylenebilir. Böyle bir stratejinin uygulanmasında Başbakan Dibeybe’nin mümkün olduğunca meşruiyet kaybına uğratılarak bakanlıklar başta olmak üzere kritik devlet kurumlarının (Merkez Bankası, Başsavcılık, Ulusal Petrol Şirketi) devir sürecine odaklanılması olası gözükmektedir. Bu bağlamda Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed Menfi ve üyelerinin tutumu da oldukça büyük önem arz etmektedir. Hiç kuşkusuz bu stratejiler arasında son dönemde uygulanan petrol ambargoları, Şerara ve Zuveytine petrol tesislerinde üretimin durdurulması ve Hariga Limanı’nın kapatılması gibi adımlar, Libya ekonomisine ciddi hasarlar vererek Dibeybe hükûmetini güç durumda bırakmayı amaçlamaktadır. Öyle ki 6 Mart tarihinde Libya Ulusal Petrol Şirketi Başkanı Mustafa Sanallah, Libya’nın güneyindeki Şerara ve Fil petrol sahalarında mücbir sebeplerle üretimin durdurulduğunu açıklamıştı. Benzer olarak 17 Nisan tarihinde Sanallah, ülkenin güneyindeki Fil petrol tesisine bir milis grubun zorla girdiğini ifade ederek mücbir sebep ilan edildiğini ve petrol üretiminin durdurulduğunu duyurdu. Bu açıklamanın yapıldığı gün içerisinde ise Başağa yanlısı grupların yeniden başkent Trablus’a girme girişiminde bulunacağı iddiaları ortaya atıldı.

Dolayısıyla 2011 Şubat Devrimi’nden itibaren Libya’daki uzlaşı süreçlerinin baltalanmasında önemli önemli rol oynayan milis gruplar, yeniden Libya siyasetinin merkezine konumlanmış durumdadır. Belki de Libya’da daha önce yerel ve uluslararası çevrelerin de dile getirdiği gibi seçimlerden önce veya seçimlerle eş zamanlı olarak kapsamlı bir milis entegrasyonu sürecinin yürütülmesi en temel gerekliliklerden birisi olarak ön plana çıkmaktadır.