7 Ekim Saldırısı Sonrasında Netanyahu’nun Pozisyonu: Zugzwang!

Giriş
Satranç oyununun stratejik derinliğini ve zorluğunu yansıtan bir kavram olarak “Zugzwang”, bir oyuncunun hiçbir olumlu hamle seçeneğine sahip olmadığı pozisyonu ifade eder. Bu durumda oyuncu, hangi hamleyi yaparsa yapsın tahta üzerindeki durumunu daha da zayıflatacaktır. Satrançta oyuncuların hamle yapmamak gibi bir şansı da olmadığı için sırasını pas geçemeyecek olan oyuncu, artık kendi aleyhinde sonuçlara neden olacak kötü bir hamle yapmak zorundadır. 7 Ekim’de, Gazzeli örgütler tarafından 2 yılı aşkın süredir planlandığı anlaşılan saldırıyla İsrail ve Başbakan Netanyahu’nun düştüğü durumu bu metafor üzerinden anlamak mümkündür. Zira gelinen noktada İsrail’in de sırasını pas geçmek gibi bir şansı bulunmamaktadır. Bu çerçevede, İsrail’in caydırıcılığının, halkının orduya ve hükûmete olan itimadının yeniden tesisi gibi birçok gerekçeyle yapılacağı ifade edilen kara harekâtı ve sivil hassasiyeti son derece düşük olduğu izlenen operasyonların İsrail’in güvenliğini konsolide etmekten ziyade, geleneksel tehdit algılarını yükseltmesi ve tehdit çevresine dair değerlendirmelerini yeniden yapmasını gerektirebilir. Dahası İsrail’in orantısız bir şiddetle yaptığı hamlelerin, uzun süredir bölgede kabul görmek adına yürüttüğü normalleşme çabaları ve imajına büyük zarar verdiği değerlendirilmektedir. Ancak bozulan güvenlik algısının yeniden düzeltilmesi ihtiyacı ve saldırının etkisiyle İsrail kamuoyundaki infialin siyasiler ve ordu üzerinde neden olduğu baskının, rasyonel kararların alınmasını imkansızlaştırdığı müşahede edilmektedir.

Gazze’ye Yönelik Kara Harekâtı
7 Ekim saldırısı sonrasında kamuoyunda tamamen yıkılan güvenlik algısının yeniden tesisi için kapsamlı bir kara harekâtının İsrail adına mecburi bir nitelik taşıdığı değerlendirilmektedir. İsrail tarafından gelen açıklamalara bakıldığında, olası operasyonun amacı olarak bölgedeki grupların kapasitesinin tamamen sonlandırılması yönünde bir kararlılık bulunduğu gözlemlenmektedir. Bu durum İsrail’in, Gazzeli gruplara yönelik geçmişte düzenlediği büyük çaplı operasyonlardan amaçsal olarak ayrıştığını göstermektedir. Söz konusu operasyonlarda amaç, bölgedeki en büyük örgüt olan Hamas’ın muharip kapasitesine darbe vurulması ve sınırlandırılması olagelmiştir. Buradaki hassas nokta, söz konusu darbenin Hamas’ın tamamen yok olmasına neden olmaksızın zayıflatılması ancak Gazze içinde tutunabilmesi adına sınırlı tutulmasıdır. Bunun altında yatan sebep ise Hamas’ın, İsrail’in daha büyük bir tehlike olarak görmesi olası alternatif bir yapı tarafından ikame edilmesi ihtimalidir. Hâlihazırda İsrail’in Gazze’deki hava operasyonlarında sergilediği şiddet, sivil ölümlerin önüne geçmek yönündeki odağının son derece düşük olduğunu göstermektedir. Kara harekâtı ile buradaki manzaranın daha da kötüleşeceği düşünülmektedir.

Özellikle 2010’lu yılların ikinci yarısında İsrail’in bölge ülkeleriyle gerçekleştirdiği normalleşme adımlarıyla güvenliğini konsolide etme çabası, söz konusu harekâtla daha da büyük bir tahribata uğrayacaktır. Özellikle kamuoyları nezdinde bu durumun belirgin bir hâl alacağı ifade edilebilecekse de bazı yönetimlerin İsrail’le ilişkilerinde de örtülü güvenlik ilişkileri sınırlarına doğru bir geri çekilme yaşanması ihtimal dâhilindedir. Dahası İsrail’in asker kayıplarının da Gazzeli grupların asimetrik harp tecrübesi ve hazırlıkları bağlamında artacağı değerlendirilmektedir. Üçüncü önemli husus ise İran’ın “Direniş Ekseni” olarak nitelendirdiği, İsrail’in periferisinde konuşlu örgüt ve grupların en büyüğü ve en yüksek kapasiteye sahip yapı olan Hizbullah’ın denkleme dâhil olma olasılığıdır. 17 Ekim tarihi itibarıyla kuzey sınır hattında hâlen küçük çaplı çatışmalar şeklinde seyreden gerginliğin, Gazze’ye yönelik bir kara operasyonuyla artması ihtimal dâhilindedir. Buradaki manzaranın hem Hizbullah’ın kapasitesi hem de sınırın Suriye tarafında İran destekli grupların varlığı hasebiyle 2006’dan çok farklı olduğunun altının çizilmesinde fayda görülmektedir. Dolayısıyla İsrail’in kara operasyonunun kuzeye yayılması neticesindeki gelişmelerin, bölgenin tümünü çatışma denklemine sokacak bir kaosa sebep olması gibi yıkıcı sonuçları söz konusu olabilir.

Güvenlik Zafiyetinde Netanyahu ve Koalisyonun Rolü
İsrail’de siyasetçilerin adının yolsuzluğa karışması konusunda kamuoyu algısının yönetilebildiği örnekler söz konusudur. Ancak herhangi bir hükûmetin veya politikacının ulusal güvenliğe ilişkin zafiyet göstermesinin siyasi intiharla eş değer olacağı ifade edilebilir. Şas Partisi lideri Aryeh Deri gibi, rüşvetten ve vergi kaçırmaktan hüküm giyen hatta hapse giren politikacıların seçimlere girerek Knesset’e dönmesi ve İsrail hükûmetinin kurulmasında kritik rol oynaması mümkün olabilirken, Yom Kippur Savaşı’nda yaşanan zaaf, savaş sırasındaki liderliğinin takdir görmesine karşılık Golda Meir gibi İsrail siyasi tarihinin son derece başat aktörlerinden birinin kariyerinin bitmesine sebep olmuştur. Mevcut durumda, Netanyahu hakkında da yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma gibi suçlamalar nedeniyle devam eden davaların kendisini koltuğundan edememesi de bu minvalde bir örnektir. Öte yandan 2023 yılı, Simcha Rotman ve Yariv Levin koordinasyonunda Netanyahu hükûmetinin getirmeye çalıştığı yargı reformu tartışmaları nedeniyle tarihinin en uzun süreli ve en geniş katılımlı protestolarına sahne olan İsrail için oldukça çalkantılı geçmiştir. Özellikle sol ve merkez sol kesimlerin çok sert muhalefet ettiği ve ülkeyi bir diktatörlüğe çevireceği iddia edilen reform, pilotlar, istihbarat ve elektronik harp gibi birimlere bağlı ihtiyatlar da dâhil olmak üzere çok sayıda İsraillinin eğitimlere katılmayı reddetmesine yol açmıştır. Bu kapsamdaki siyasi tartışmalara Mossad da dâhil olmak üzere istihbarat birimlerinin adının karıştırılması, ajanların protestolara katılmasına izin verildiği yönünde haberlere ek olarak, siyasetin dışında tutulmasına özen gösterilen ordunun da tartışmaların içine çekilmesi İsrail güvenlik aparatı açısından oldukça sorunlu bir görüntüye neden olmuştur. Toplumdaki kamplaşmanın zirveye ulaştığı bu dönemde, Mossad, Şin Bet ve ordudan, “bu gelişmelerin İsrail’in hasımlarını cesaretlendirdiği yönünde” ayrı ayrı uyarılar alan Netanyahu bunlara kulak asmamıştır. Bunda koalisyonun en radikal kanadını temsil eden Dindar Siyonistler’in de hükûmeti sonlandırmaya kadar savurduğu tehditlerinin payının olduğu belirtilmelidir. Ağustos ayına gelindiğinde ise gelişmelerin ordunun harbe hazırlığını zayıflattığı ve güvenlik zafiyetine yol açtığı gerekçesiyle yapılan ardı sıra uyarılar sonrasında Netanyahu’nun, Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tomer Bar’a bağırdığı ve açıklamalara son vermelerini istediği basına yansımıştır. İşte İsrail siyasilerin, güvenlik bürokrasisinin uyarılarını dinlemektense bunların tepkilerini siyasallaştırarak kredisine zarar verdiği, derin bir toplumsal kutuplaşmanın içinden geçerek 7 Ekim saldırısını yaşamıştır. Gelinen noktada artık Netanyahu’nun İsrail siyasetindeki kredisinin dolduğunu ifade etmek mümkündür. Bu süreçte “Acil Birlik Hükûmeti”ne dâhil olan eski Genelkurmay Başkanı ve “Ulusal Birlik” Lideri Benny Gantz ve ortağı Gadi Eisenkot’un İsrail siyasetinde yükseldiği bir döneme girilmesi olasıdır.

Sonuç
7 Ekim saldırısı, İsrail toplumunda derin travmalara neden olmuş ve İsrail Ordusunun caydırıcılığında gerçekleşen hasarın doğrudan bir sonucu olarak tezahür etmiştir. Bu zafiyetin önemli bir ayağı şüphesiz Netanyahu liderliğindeki koalisyonun, bütün uyarılara ve hasımları cesaretlendirdiğine dair doğrudan ordu ve istihbarat aygıtından gelen uyarılara rağmen yargı reformu tartışmaları ile ülkenin oyalanması, kurumların tartışmalara dâhil edilmesi olmuştur. Mevcut durumda, söz konusu saldırıların telafi edilmesi, İsrail halkındaki travmanın etkilerinin azaltılması gibi bir durumun söz konusu olamayacağı, olası kara harekâtının bu sonucu getirmeyeceği değerlendirilmektedir. İlaveten, tabandan gelen baskıyla atılan şiddet dozajı yüksek adımların, İsrail’in güvenliğine hizmet etmekten ziyade, bölgedeki pozisyonunu Soğuk Savaş benzeri bir düzeleme getirmek suretiyle marjinalleştireceği ifade edilebilir ki bu durum, değişen küresel denklemde Tel Aviv’in dış politika da dâhil olmak üzere manevra alanını ciddi derecede daraltacaktır. Sonuç olarak İsrail, 7 Ekim saldırısı sonrasında atacağı hangi adamı atarsa atsın hata yapacağı bir pozisyona düşmüştür.

Bu makale 17 Ekim 2023 tarihinde Star Açık Görüş sitesinde “Netanyahu'nun pozisyonu: Zugzwang!” başlığıyla yayımlanmıştır.