Ankara’nın IŞİD Planının Merkezi Suriye

Doç. Dr. Şaban Kardaş, ORSAM Başkanı
Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün ilerleyişinin uluslararası gündemde öne çıkması ve ABD'nin başını çektiği koalisyon çerçevesinde Ağustos 2014’te bu yapıyla askeri mücadele arayışlarına girilmesi, Türkiye’yi yeni açmazlarla karşı karşıya bıraktı. IŞİD’i bertaraf etmek için kurulan uluslararası koalisyona katılma biçimi, bazılarınca Türkiye’nin bu örgüte yaklaşımının sınandığı zorlu bir test olarak yansıtılıyor. Diğer yandan koalisyonun IŞİD ile mücadeleyi Suriye’ye kaydırması, Kobani’de IŞİD ile PKK’nın Suriye kolu PYD güçleri arasında yaşanan çatışmalar, Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye asker göndermesine izin veren tezkerenin TBMM’de onaylanması ve Batılı müttefiklerle sürdürdüğü temaslar neticesinde Ankara’nın talepleri ve bunlara karşı koalisyonun sınırları netleşiyor.
 
Ankara’nın IŞİD ile mücadeleyi askeri yöntemlerle yürütme arayışlarına cevaben takındığı tavır ve masaya koyduğu talepler, Ortadoğu’ya uluslararası müdahalelerdeki politikasıyla uyumlu. Türkiye, öncelikle bölgesel krizlerin, derin sosyo-ekonomik ve politik kökenleri düşünüldüğüne, salt askeri araçlara indirgenmeden kapsamlı bir çerçevede ele alınmasını istiyor. Askeri yöntemin kullanılması söz konusu olduğunda ise gayet temkinli davranıyor. Sınır ötesi silahlı güç kullanma taahhütlerini geniş bir uluslararası-bölgesel meşruiyet ve destek zeminine oturtmaya çalışarak, askeri açıdan öngörülebilir bir yol haritası talep ediyor. IŞİD ile mücadele stratejisini, Irak ve Suriye politikasının temel öncüllerini koruyarak şekillendirmeye çalışıyor.
 
Türkiye’nin yaklaşımının, bu perspektiften bakıldığında, IŞİD meselesini Irak ve Suriye’deki siyasi kökenleriyle ele almaya ve askeri mücadelede önceliği yerel aktörlere vermeye dayandığı söylenebilir. Irak’taki siyasi geçiş ve IŞİD ile savaşın koalisyonun hava operasyonlarının paralelinde Irak ordusu ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne bağlı peşmerge güçleri tarafından yürütülmesi, Ankara’nın yaklaşımıyla uyumlu. Suriye’de de yapılması gereken de benzer perspektifin ana hatlarıyla hayata geçirilmesi. Öne sürülen güvenli bölge vb. talepler, bu genel yaklaşımın bir uzantısı.
 
Türkiye’nin IŞİD stratejisi, Suriye politikasının parçası
 
Suriye özelinde -bazılarınca kördüğüm olarak görülen- asıl kritik nokta, Türkiye’nin siyasi geçiş talebi. Bu talep, Ankara’nın IŞİD ile mücadeleyi paranteze almayı reddedip mevcut Suriye politikasıyla bütünleştirme arayışını ortaya koyuyor. Suriye krizinde Türkiye, benimsediği angajman stratejisi çerçevesinde, sorunun etkin dış müdahale ile çözülmesine dayalı bir tezi savunuyor.
 
Aslında siyasi dönüşüme dayalı çözüm arayışı, Suriye’de krizin başladığı Mart 2011’den beri, ABD dahil pek çok uluslararası aktörün temel varsayımını oluşturmuştu. Suriye Halkının Dostları platformu veya Arap Birliği ile Birleşmiş Milletler’in ortak barış girişimleriyle 30 Haziran 2012’de düzenlenen Cenevre I Görüşmeleri öncesinde bu felsefe hakimdi. Fakat Cenevre I Deklarasyonu’na yansıyan anlayış hayata geçirilemedi. 2012 yılının ikinci yarısından itibaren İran ve Rusya’nın desteğiyle Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın kendi kontrol alanlarında konumunu güçlendirmesi, muhalefetin bölünmeler yüzünden güçlü alternatif oluşturamaması ve radikalleşme neticesinde sahadaki durum değişti. Suriye’de siyasi geçişe dayalı formüller, ikinci plana atıldı.
 
Türkiye, bölgesel krizlerde savunageldiği ve bu alandaki teorik literatürün üzerinde uzlaştığı ‘sorunun kökenlerine inmek’ anlayışıyla uyumlu biçimde, Suriye’de siyasi geçişe dayanan kapsamlı çözüm ısrarını sürdürdü. Ankara’nın ‘Esad’ın gitmesi önkoşulunun’ çözüm arayışlarını tıkadığı yönündeki eleştiriler, içeride ve dışarıda sıkça dile getirildi. Bu eleştirilere rağmen Ankara, pozisyonunu değiştirmedi ve politikasını, meşru Suriye muhalefetinin talepleriyle de örtüştürdü. Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun (SMDK) kabul edebileceği adil çözüm siyasi geçişi temel alıyordu ki Türkiye, büyük ölçüde onların temsilini öne çıkardı. Uzun vadeli perspektifin altını çizdi.
 
Türkiye’nin son dönemde yüksek sesle dillendirdiği, Suriye’de güvenli bölge oluşturulması ve IŞİD’e karşı kara gücü kullanılması tezini, esasen bu arka plana oturtarak tartışmak faydalı olabilir. Buradan hareketle, Ankara’nın güvenli bölge talebinin iki farklı anlam barındırdığı ifade edilebilir:
 
1) Güvenli bölge, Türkiye’nin kendisine yönelik oluşan risklerle Suriye sınırının ötesinde baş edebilmek maksadıyla hayata geçireceği önlemler açısından gerekli görülüyor. Bu seçenek, sınırda istenmeyen oluşumlara karşı tampon bölge dahil askeri önlemler alınmasından insani yardımların dağıtılıp mültecilerin ağırlanabileceği altyapının Suriye topraklarında kurulmasına kadar bir dizi önlemi içerebilecek.
 
2) Güvenli bölge, Suriye muhalefetinin geleceği ve uluslararası koalisyonla ilişkileri açısından da önem taşıyor. Güvenli bölge, Esad rejiminin hava üstünlüğü karşısında, Suriye muhalefetine güvence ve siyasi geçiş için çalışabilecekleri alan sunacak. IŞİD’e karşı operasyonların hava saldırılarıyla sınırlı kaldığı düşünülürse, muhalefetin sahada örgütü hedef alan operasyonlara katılması ancak rejime karşı güvenlik garantisi almasıyla mümkün.
 
Türkiye’nin talepleri, Suriye muhalefetinin istekleriyle örtüşüyor
 
Suriye muhalefetinden, Esad rejiminin hava kuvvetleri destekli kara saldırılarına maruz kalırken, sahada IŞİD ile savaşmasını bekleyen Amerikan stratejisi gerçekçi değil. Bir yandan koalisyon uçakları IŞİD mevzilerini bombalarken, öte yandan Suriye uçaklarının muhaliflerin elindeki bölgelerde saldırılarını yoğunlaştırması, Amerikan stratejisinin garabetini ortaya koyuyor. Bu şartlarda güvenli bölge, Ankara nezdinde önceliğini koruyacak.
 
Türkiye’nin Suriye’de kara operasyonlarına yeşil ışık yakması, geniş bağlamda irdelenebilecek bir gelişme. Hava operasyonlarının tek başına yetersizliği hususunda genel bir uzlaşıdan bahsedilebilir. Sahada uluslararası koalisyonla uyumlu hareket edecek muhalif askeri unsur ihtiyacı gidermek konusu burada öne çıkıyor. İlk aşamada, uluslararası kara birliklerinin Suriye’de kullanılması, muharip unsurların IŞİD ile savaşmasından ziyade, muhalefetin askeri kapasitesinin güçlendirilmesi stratejisinin parçası olacak. Uluslararası askeri unsurlara, Suriye'de çatışma sonrası düzenin tesisi, insani yardımlar ve yeniden imar alanlarında da ihtiyaç duyulacak. Bu sayede, güvenlik boşluğunun radikalleşmeye zemin yaratmasının da önüne geçilebilecek.
 
Ankara’nın ‘Suriye’de siyasi geçişi temel referans alan güvenli bölge ve gerektiğinde kara unsurlarının kullanılması’ stratejisinin önünde önemli engeller var. Washington, bu seçeneğe mesafeli. ABD’nin Ortadoğu politikalarındaki belirsizlik, görüş farklarının oluşmasında önemli bir etken. Suriye’nin ABD tarafından, Irak ile kıyaslandığında, ikincil önemde görülmesi de Ankara-Washington farklılaşmasını derinleştiriyor. Son zamanlarda ABD’den gelen açıklamalar, mesafenin sürdüğünü gösteriyor. Ankara’yı ziyaret eden Amerikan heyetlerinin temaslarına rağmen mesafenin kısa vadede kapanması, Washington köklü anlayış değişikliğine gitmedikçe, zor görünüyor.
 
Öte yandan, Türkiye’nin savunduğu seçeneğin uluslararası hukuk boyutu da bir diğer tartışmalı konu. Suriye topraklarında güvenli bölge kurulması ve kara operasyonu düzenlenmesi için BM Güvenlik Konseyi’nden hali hazırdaki konjonktürde açık bir yetkilendirme almanın zorluğu ortada. Ankara’nın bu durumda, kendisine dönük 'yakın tehdide' dayanarak bir gönüllüler koalisyonu ile hareket etme yöntemine başvurabilir.
 
ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin Suriye’deki IŞİD hedeflerine yönelik mevcut hava operasyonları, BM dışında harekete siyaseten zemin hazırladı. Yeterli siyasi destek sağlandığı ve askeri şartlar karşılandığı takdirde, Türkiye’nin savunduğu güvenli bölge ve kara birlikleri seçeneği, hukuki olarak tartışılsa dahi, o zemin üzerinden ilerleyebilir.
 
Türkiye, geniş bir koalisyonun siyasi ve askeri desteği olmadan hareket etmemekte kararlı görünüyor. Her ne kadar İngiltere ve Fransa’dan olumlu sinyaller gelse de, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in 9 Ekim 2014’teki Ankara ziyaretinde vurguladığı gibi, Türkiye’nin savunması konusundaki taahhütler net biçimde devam ediyor. Fakat Suriye’de uçuşa yasak güvenli bölge, NATO nezdinde çözümü zor ve henüz masaya yatırılmamış bir seçenek olarak duruyor.
 
Türkiye, IŞİD ile mücadele konusunda, Suriye özelinde siyasi geçişi hedefleyen kapsamlı çözüm ısrarını sürdürüyor. Bunun koşullarının sağlanmadığı noktada Ankara’nın temkinli yaklaşımının, yani insani sorumluluklar dışında, sınır ötesi askeri taahhütlere girmeme tavrının korunması bekleniyor.

Bu yazı 11 Ekim 2014 tarihinde Al -Jazeera Turk'de yayınlanmıştır.