Bağdat İş Birliği ve Ortaklık Konferansı: Karmaşık Gerçeklik ve İddialı Hedefler

Bağdat, Arap ve uluslararası örgütlerin yanı sıra çoğu Irak'ın komşularından oluşan 9 ülkeden devlet başkanlarını veya onları temsilen dışişleri bakanlarının katılımıyla 28 Ağustos 2021’de “Bağdat İş Birliği ve Ortaklık Konferansı” başlıklı uluslararası bir konferansa ev sahipliği yapmıştır.

Ülke liderlerinin ve temsilcilerinin konuşmaları, aşağıdaki maddelerle özetlenebilecek ortak mesajlar taşımıştır:

  • Irak’ın bölgedeki önemli rolüne vurgu,
  • Irak’ın bütünlüğüne ve istikrarına destek,
  • Irak’ın bölgesel güvenlik ve barışın tesis edilmesinde aktif rol oynama potansiyeli,
  • Bölgesel aktörler arasındaki ihtilaflardan kaçınılması ve bütün taraflar arasında diyalog yoluyla barışın sağlanması gerekliliği,
  • Terörizm ve radikalizmin herkes için bir tehdit oluşturduğu,
  • Yaklaşan seçimler vasıtası ile Irak halkının beklentilerinin gerçekleşmesi için destek,
  • Hayati projeler aracılığıyla Irak’ın yeniden inşası için çok yönlü hazırlık.

Bağdat Konferansı’nda, bölgesel ve uluslararası birçok mesele hakkında farklı tutumları nedeniyle geçtiğimiz dönemde ilişkilerinde gerginlikler yaşayan ülkeler başta olmak üzere, çok sayıda katılımcı arasında gerçekleştirilen ikili ve çok taraflı görüşmeler aracılığıyla olumlu bir atmosfer hâkim olmuştur. İhtilaflı meselelerin, “ev sahibi ülke” Irak'ın konferansın başarılı geçmesi arzusuna ve konferansta “iş birliği ve ortaklık” ruhunun hâkim olması amacına uygun olarak gündem dışında bırakılması, konferansın ılımlı bir atmosferde gerçekleştirilmesine imkân sağlamıştır.

Konferanslar genellikle siyasi, güvenlik, ekonomik, kültürel ve diğer meselelerle ilgili toplanma amacına uygun belirli bir kimlik taşırlar. Ne var ki “Bağdat İş Birliği ve Ortaklık Konferansı” net bir odak noktası belirlenmeksizin gerçekleştirilmişti. Ayrıca konferansın, coğrafi çerçevesi itibarıyla sadece Irak’ın yakın komşuları için mi yoksa genel olarak bölge ülkeleri için mi yoksa Irak meseleleriyle ilgili bölgesel-uluslararası bir konferans mı olduğu netlik kazanmamıştır. Nitekim Fransa’nın katılımı “anlaşılmaz” bulunmuş, konferansın sonuçlarının stratejik etkisi ve bunları pratik adımlara dönüştürmenin ciddiyeti hakkında şüpheler uyandırmıştır. Pek çok kişi, konferansın sonuçlarının katılımcı ülkeler arasındaki diplomatik atmosferi ve medya söylemini iyileştirme girişimlerinden öteye gitmeyeceğine inanmaktadır.

Konferans, daha ziyade bölge krizlerine daha odaklı ve net olsaydı, “ortaklık ve iş birliği” amacını başarmada daha etkili olabilirdi. Sonuçta “gerçekçilik” dışındaki uluslararası ilişkiler teorilerinde öncelik hem siyasi rejimlerin hem halklarının asgari çıkarlarını birlikte ele alma çabası içerisinde olmaktır ve sorunlar ikili görüşmeler ile veya arabulucular aracılığıyla çözülebilmekte ve tartışılabilmektedir.

Irak, geçtiğimiz yıllarda kutuplaşmalardan kaynaklı çatışmalara ve bölgeyi yöneten eksenlere taraf olmaktan mustarip olmuş ve çatışmanın birçok aşamasında tarafsızlığını koruyamamıştır. Irak çoğu zaman, kendi içerisindeki güvenlik aktörlerinin bu çatışmada aleni ve açık yer alması nedeniyle çatışmada taraf olmuştur ve bu Iraklı silahlı grupların Suriye topraklarındaki ve hatta Yemen'deki sınır ötesi faaliyetlerinde açıkça gözlenmiştir. Bu durum, şu ya da bu şekilde Irak’ın kimi zaman durulan kimi zaman canlanan kutuplar arası çatışmalarda güvenilir bir arabulucu olma fikrini ortadan kaldırmaktadır.

Geçtiğimiz yıllarda Irak diplomasisi, ilki 2006-2014 ve ikincisi 2014-2021 olmak üzere iki farklı zaman diliminde iki farklı dış politika yönetim biçimine tanık olmuştur. Birincisi; Arap dünyası başta olmak üzere bölgesel düzlemde yabancılaşmaya, tutumlardaki gerginliğe ve karşılıklı anlaşmazlıklara dayanan kriz döneminden ibaret iken ikincisi, diplomatik rotayı düzelterek dönemin güvenlik gerçeklerinin dayattığı çıkarlara göre herkesle köprülerin kurulmaya başlandığı bir dönem olmuştur. Belki de söz konusu konferansa çağrı, ikinci dönemin bir uzantısı ve en önemli motivasyonlarından biri olmuştur.

Esasen, Bağdat Konferansı’nda bulunan devlet başkanları, liderler ve temsilcileri, Irak dış politikasının yaklaşan erken seçimlerden sonra köklü bir değişime tanık olabileceğinin ve radikal siyasi akımların iktidarı ele geçirmesi hâlinde 2006-2014 arasındaki kesinti ve gerginlik dönemine geri dönebileceğinin farkındadır. Bu nedenle, Irak’ın hâlihazırda tecrübe etmekte olduğu süreç, bölgesel ve uluslararası aktörlere ekonomi, güvenlik ve diğer iş birliği ve entegrasyon alanlarında Bağdat ile uzun vadeli ortaklıkta ilerleme kaydedilmesi konusunda gerekli güvenceyi vermemektedir.

2003'ten sonra Irak devleti, farklı taraflar arasında asgari anlaşma sağlayacak bir dış ilişkiler stratejisi oluşturamamıştır. Siyasi aktörlerin ulusal ve mezhepsel ikincil kimlikleri üzerinden şekillenen çıkarları, kriz karşısında devletin öncelikli yüksek çıkarlarından ayrıştığından bölgenin yaşadığı her krizde bölünmeler yaşanmıştır.

ABD Başkanı Biden döneminde ABD’nin Ortadoğu politikasında tanık olunan tehlikeli manevra, ABD'nin Afgan deneyimini Irak'ta tekrarlamaya karar vermesi olasılığına karşı, bölgenin aktif ve etkili ülkelerini, bu tür bir kararın yaratabileceği boşluğu doldurmaya ve boşluğun güvenlik boyutuna yansımaları ile baş edebilecek stratejik bir formül üzerinde anlaşmaya varmaya ve bölgenin geleceğini toplu ve dürüst bir şekilde tartışmaya zorlamaktadır. Nitekim ABD'nin 2011 yılında eski ABD Başkanı Obama döneminde son çekilme deneyimi, genel olarak bölgeyi ve özelde Irak’ı terör örgütleri için “güvenli” alana ve istikrarsızlık ihraç eden bölgeye dönüştürmüş ve yansımaları hâlen devam eden insanî krizleri tetiklemiştir. Eğer Bağdat Konferansı bir nezaket ve halkla ilişkiler etkinliği değil de bölgenin geleceğini ve uluslararası etkileşimlerini etkileyen hayati konuları tartışmayı amaçlamış olsaydı tam olarak bu konuyu ele alması gerekirdi. Belki de heyet başkanları konferansın oturum aralarında bunu tartışmıştır.

Irak'ın ulusal çıkarlarının tanımına ilişkin siyasi taraflar arasındaki keskin bölünme, Irak’ın dış politikası ve mevcut diplomatik araçları için net bir program belirlemeyi zorlaştırmaktadır. Bu da el-Kazımi hükûmetinin Irak’ın arzu edilen bölgesel ve uluslararası rolünü yeniden üstlenmesi yönündeki tutkusunu imkânsız kılmaktadır. Çizgileri belirsiz bir zirve ise bölgedeki siyasi rejimleri Bağdat’a karşı ciddi bir duruş sergileme konusunda ikna edemeyecektir. Ayrıca, Irak'a dayatılan eksen çatışmaları, ülkedeki en etkili siyasi aktörün kendisini ve Irak’ı içine sürüklediği siperde kalmaya devam etme konusundaki ısrarı da hesaba katıldığında, Irak hükûmetinin kendisini güvenilir ve ilham verici bir arabulucu olarak sunmasına izin vermeyecektir.