Analiz

Hukuki ve Siyasi Yönleriyle Güvenlik Konseyi’nin İran Ambargosu

- İran, yaklaşık 5 yıldır “nükleer ambargo” altındadır; nükleer programını yürütmek için muhtaç olduğu dış destek kesilmiştir. Ancak, buna rağmen kendi imkânlarıyla nükleer faaliyetlerine devam etmekte ve nükleer bir devlet olma siyasetinden vazgeçmeyeceğini her fırsatta beyan etmektedir.
- Uluslararası hukuk ve NPT nükleer kulüp dışındaki devletlerin nükleer silah üretmesini veya bu silahlara sahip olmasını yasaklamaktadır; buna mukabil, devletlerin nükleer teknolojiye sahip olmaları serbesttir. Ancak, devletlerin bu serbestlikten yararlanabilmeleri iki temel şarta bağlanmıştır: nükleer teknolojinin barışçı amaçlara hizmet etmesi ve bu amaçla yürütülen ulusal programların UAEA’nın sıkı denetimi altında olması. Buna göre, İran’ın nükleer enerjiye sahip olmak isteği ilke olarak meşru olmakla birlikte, uluslararası işbirliği ve denetime yanaşmaması nükleer faaliyetlerini hukuki zeminde savunmayı güçleştirmektedir.
- Hukuki değerlendirmeler önemli olmakla birlikte, İran nükleer meselesi esasta siyasi bir meseledir. Güvenlik Konseyi tarafından ele alınmış olması elbette ki meseleyi yeni bir hukuki bağlama oturtmuştur; yetkili otorite olarak Konsey’in kararları, aldığı tedbirler her şeyden önce hukuk kurallarıdır, fakat meselenin gidişatını anlamak için mekanizmalar ve kararlardan oluşan şekli yapının gerisindeki asıl belirleyici olan siyasi faktörleri dikkate almak gerekir.
- İran’ın nükleer programına gösterilen uluslararası tepkinin yoğunluğunu, yaygınlığını ve şiddetini belirleyen temel faktör 1979 rejim değişikliğinden itibaren bu devletin bölgede ve dolayısıyla büyük güçler karşısında izlediği siyasettir. Bu siyasi bağlam içerisinde İran’ın nükleer silahlara sahip olma ihtimali, bölge yönetimleri ve özellikle ABD açısından kabul edilemez bir durumdur. Dolayısıyla, ABD yöneticilerinin birçok defa belirttiği gibi, bu tehdidin her halükarda, silahlı müdahale de dâhil olmak üzere her türlü yönteme başvurularak ortadan kaldırılması gerekir.
- ABD’nin her türlü araçla İran’ı baskı altında tutma siyasetinin sonuç vermediği ortaya çıkmıştır. Geriye, baskının şiddetini arttırma ve gerekirse kuvvet kullanma yoluna başvurmaktan başka çaresi bulunmamaktadır. Seçenekleri ise bellidir: ya 2003 Irak işgalinde olduğu gibi hukuku hiçe sayarak tek taraflı müdahalede bulunacak ya da 1991 Körfez Savaşında ve 1990’lı yıllarda diğer birçok olayda olduğu gibi Güvenlik Konseyi’ni kullanarak baskı ve müdahale siyasetine meşru bir kılıf giydirmeye çalışacaktır. Irak işgalinin doğurduğu uluslararası tepkiler, işgalin gerekçelerinin mesnetsiz olduğunun anlaşılması ve işgal sonrası yaşanan başarısızlıklar birinci seçeneği devre dışı bırakmıştır.
- ABD’nin Güvenlik Konseyi’nden sorgusuz sualsiz karar çıkarttığı dönemler sona ermiştir. Konsey, ilk kararı olan 1696 (2006) sayılı karardan itibaren, İran’ın nükleer planlarını tasvip etmediğini, bu devleti barışçı ve meşru bir çizgiye çekebilmek için gerekli zorlama tedbirlerinin uygulanması gerektiğini ortaya koyarken, bunun ötesinde farklı amaçlara hizmet edebilecek yolları da itinalı bir şekilde tıkamaya çalışmıştır. Konsey kararlarında İran’ın uzlaşmaz tutumunu dikkate alarak nükleer ambargodan, askeri ve mali ambargoya doğru giderek tedbirlerin kapsamını genişletip sertleşirken de 41. madde sınırlarında kalmaya dikkat etmiş, askeri çözümü bir ihtimal olarak dahi hiç anmamıştır. 
- Konsey’de Amerikan taleplerine direnen başta Rusya olmak üzere diğer küresel ve bölgesel diğer büyük güçler ABD’nin tek taraflı “macera” arayışlarına destek vermeyeceklerine göre, bu devletin (veya İsrail’in) büyük riskler almadan İran’a müdahale etmesi mümkün görünmemektedir. Güvenlik Konseyi’nin ise İran’a baskı sürecini ambargo mantığı içerisinde, belki ilave zorlama tedbirleriyle baskıyı arttırarak sürdüreceği söylenebilir.