İran-Suudi Arabistan İlişkileri Normalleşiyor: Yeni Bir Bölgesel Denklem mi?

İran ve Suudi Arabistan 10 Mart Cuma günü, yedi yıllık gerilimin ardından diplomatik ilişkileri yeniden kurma ve büyükelçilikleri tekrar açma konusunda Çinin arabuluculuğunda Pekinde anlaştılar. Nitekim 2016 yılı başlarında Suudi Arabistanda Şii din adamı Nimr el-Nimrle birlikte 47 kişinin idam edilmesiyle Tahran ile Riyad arasında gerilim tırmanmış, Suudi Arabistan'ın Tahran Büyükelçiliği ve Meşheddeki konsolosluk binaları İran'daki göstericiler tarafından ateşe verilmişti. Yemen'deki kriz nedeniyle zaten gergin olan diplomatik ilişkiler de bu olaylar üzerine tamamen kesilmişti. Tahran ve Riyad arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başlaması, Körfez güvenliğinde büyük bir değişikliğe yol açacak gibi görünmemekle birlikte başta Yemen ve Lübnan olmak üzere iki ülkenin bölgedeki diğer rekabet/çatışma alanlarında kısa vadede gerilimleri azaltabilir. Ancak derin mezhebî ve siyasi sorunların yanı sıra belirleyici jeopolitik nedenlerle İran-Suudi Arabistan ilişkilerinin her zaman ihtiyatlı/temkinli olacağı söylenebilir. Dolayısıyla  Cuma günü varılan mutabakatı İran-Suudi Arabistan ilişkilerinde bir dönemin sonu ya da bir devrin başlangıcı olarak görmek abartılı olacaktır. 

İran ve Suudi Arabistan'ın diplomatik ilişkileri yeniden başlatma ve büyükelçilikleri açma kararı, Ocak 2021de iki ülke istihbarat yetkililerinin görüşmesiyle başlayan, Nisan 2021'de Bağdat'ta doğrudan görüşmelerle Irak ve Umman’ın arabuluculuğunda devam eden, uzun ve sessiz bir sürecin sonunda geldi. Bu görüşmelerde dört konu masadaydı: Yemen iç savaşı, Lübnan krizi, İran nükleer anlaşması ve Basra Körfezi sularının güvenliği. Ancak cuma günü varılan mutabakat daha çok  Suudi Arabistan'ın İran ile gerilimi düşürme arzusunu yansıtmaktadır. Zira, Yemende 2 Ekim 2022de sona eren ateşkesin yenilenememesiyle birlikte ülkenin pek çok bölgesinde çatışmaların şiddetlendiği görülmektedir. Özellikle Dali ve Taiz şehirlerinde hükûmet güçleri ve Husiler arasında şiddetli çatışmalar yaşanmaktadır. Husilerin taleplerinin karşılanmaması durumunda Suudi Arabistan ve BAE petrol tesislerine saldıracakları yönündeki tehditler, son günlerde Suudi Arabistan’ın Yemende ateşkesi tesis etmek için diplomatik çabalarını arttırmıştır. Ayrıca, The Wall Street Journalin iddialarına göre son aylarda Yemende Suudi Arabistan-BAE gerginliği derinleşmektedir. Suudi Arabistan geçen Aralık ayında BAE ile Yemen hükûmeti arasında imzalanan, BAE'li askerî güçlerin ülkeye müdahalesini onaylayan, Yemen güçlerini BAE'de eğitmeyi öngören ve istihbarat iş birliğini derinleştirecek güvenlik anlaşmasından rahatsızdır. Suudi Arabistan, Arap askerî koalisyonundan Sudanlı güçleri BAE'nin askerî operasyonlarına yakın alanlara konuşlandırmış durumdadır. Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın önceliğinin Yemen sorunun çözümü olduğu ifade edilebilir. 

Riyad'ın temel stratejik hedefi, ülke ekonomisinin petrole bağımlılığının azaltılması ve ekonominin çeşitlendirilmesidir. Suudi Arabistan’ın Vizyon 2030  planı, petrole bağımlı ekonomiyi turizm ve yabancı yatırımı çekerek çeşitlendirmeyi, ülkeyi küresel iş ve kültür merkezi hâline getirmeyi amaçlamaktadır. Bölgesel gerilimlerin yatıştırılması bu vizyonun merkezinde yer alırken, aynı zamanda Suudi Arabistan'ı ABD'ye daha az bağımlı hâle getirme arzusundan da kaynaklanmaktadır. Bunu başarmak için Riyad, petrol çıkarma, nakliye ve satışlarının kesintiye uğramamasını ve ülkenin uzun vadeli doğrudan yabancı yatırım için güvenli bir yer olarak görülmesini sağlamayı en üst düzey güvenlik meselesi olarak algılamaktadır. Dolayısıyla her ikisi de İran veya İran destekli Husiler tarafından kolayca baltalanabilir. Bu risklerin artmasında Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın (MBS) takip ettiği politikaların önemli bir payı  vardır. Zira onlarca yıldır Suudi Arabistan'ın dış politikası nispeten öngörülebilirdi. Ancak MBS, 2015 yılında Yemen iç savaşına müdahale ederek, 2017 yılında komşu Katara abluka uygulayarak  ve Lübnan başbakanını tehditle  istifaya zorlayarak bu öngörülebilirliği altüst etmiştir. Son zamanlarda daha pragmatik bir yaklaşım sergileyerek Katar ve Türkiye ile normalleşirken Yemen'de de barış görüşmelerini arttırmıştır. Ancak MBSnin bu adımları  Donald Trump sonrası ABD ile yaşadığı sorunlar sonrası gelmiştir.

Aynı zamanda cuma günkü mutabakat İran'ın İsrail ve ABD ile gerginliğinin arttığı bir zamana denk gelmiştir. İran'ın uranyumu yüzde 83,7'ye kadar zenginleştirmesi  İsrail ve ABD tarafından  endişeyle karşılanmıştır. Ayrıca, bu mutabakat ABD ve İsrail'in ortak askerî tatbikatlar yaptığı, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austinin İsraili ziyaret ettiği ve Başbakan Binyamin Netanyahu'nun Avrupa gezisi öncesinde Washington’ı ziyaret ederek, İran'ın devam eden nükleer programına olası tepkiler konusunda yakın koordinasyon içinde olduğu bir sırada gelmiştir. Washington yönetimi İran-Suudi Arabistan gerginliğin azaltılmasını memnuniyetle karşılasa da İsrail, Suudi Arabistan ile varılan mutabakatı İran'a yönelik askerî harekât tehdidini azaltmak için hesaplanmış bir adım olarak yorumladığı için bu gelişmeye karşı öfkelidir. Suudi Arabistan'ın Washington'a İsrail ile ilişkilerin normalleşme için şartlar sunduğuna dair haberler söz konusuyken Tahran, Riyad ile anlaşarak, Suudi Arabistan ile İsrail arasında artan ilişkileri ve muhtemel normalleşmeyi  engellemek için bir fırsat olarak görmektedir. Suudi Arabistan’ın İsrail ile  bundan sonra da güvenlik ve istihbarat işbirliğini sürdürmesi muhtemeldir ancak Riyad İran'a karşı İsrail ve/veya ABD askerî harekâtına izin verme eğiliminde olmayacaktır.

Pekinden gelecek bir sonraki duyurunun, Çin'in aracılık ettiği nükleer anlaşmaya ilişkin olması şaşırtıcı olmayacaktır. İran ile Suudi Arabistan arasında cuma günü varılan mutabakata dair üzerinde durulması gereken önemli bir konu da Çinin arabuluculuğu ve anlaşmanın Pekinde imzalanmasıdır. Zira bu iki bölgesel rakip arasındaki görüşmelere aracılık eden Çin için diplomatik bir zafer olduğu gibi aynı zamanda ABD için jeopolitik bir meydan okumayı da temsil etmektedir.

Mutabakat ABD İçin Ne Anlama Geliyor?
Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping'in üçüncü döneminin başlamasıyla aynı zamana denk gelen İran-Suudi Arabistan mutabakatı Pekin'in Ortadoğu'da yalnızca ekonomik ilişkiler kurmak istediğini ve herhangi bir siyasi nüfuz peşinde koşmadığını söyleyen yaklaşımların yanlış olduğunu açıkça göstermiştir. Zira Çin, yirmi yıldır bölgesel siyasi nüfuzunu istikrarlı bir şekilde artırmaktadır. Çinin, bölgedeki bir sonraki hedefinin bir askerî varlık olduğunu söylemek kesinlikle abartılı olmayacaktır. Pekin'in arabuluculuk rolü, Washington'daki dış politika şahinlerini alarma geçirmiştir. Foundation for Defence of Democracies Başkanı Mark Dubowitz, Çin arabuluculuğunun bir sonucu olarak İran-Suudi Arabistan diplomatik ilişkilerinin yeniden başlamasını  Amerikan çıkarları için bir kaybet, kaybet, kaybet” durumu olarak görmektedir. ABD'deki Quincy Institute Başkan Yardımcısı Trita Parsi, Washington'daki pek çok kişi Çin'in Ortadoğu'da bir arabulucu olarak ortaya çıkan rolünü bir tehdit olarak görse de İranlılar ve Suudilerin birbirlerini boğazlamadığı istikrarlı bir Ortadoğunun  ABD'nin de tercihi olduğunu söylemektedir. Beyaz Saray ise, Çin'in ABD'nin Ortadoğu'da bıraktığı boşluğu doldurduğu fikrini reddederken, Pentagon Sözcüsü John Kirby, Bölgedeki gerilimi azaltmak için her türlü çabayı destekliyoruz." dedi.

Bir başka değinilmesi gereken konu ise uzun zamandır, Çin'in Körfez'in iki yakasını (İran ve Suudi Arabistan) birbirine bağlamasının uzun vadede savunulamaz olduğu ve eninde sonunda Pekin'in diğer ülkeler gibi davranıp Tahran ile Riyad arasında bir taraf seçmek zorunda kalacağı varsayımının boşa çıkmış olmasıdır. Bu, çıkara dayalı ve üçüncü bir tarafa karşı dengeleme yerine ikili ilişkileri geliştirmeye odaklanan stratejik ortaklık diplomasisinin başarılı olduğunu göstermektedir. Pekin, diğer bölge dışı güçlerin yapamayacağı bir şekilde diplomatik sermaye inşa ederken, Körfez'in her iki yakasındaki ilişkileri yoğunlaştırmayı başarmıştır. Dolayısıyla bu durum Pekinin Ortadoğuda Washingtona alternatif bir diplomatik merkez olarak görülmesine neden olabilir. Çin'in Ortadoğu ihtilaflarının her iki tarafıyla ya da taraflarıyla yapıcı ilişkilerinden yararlanma yeteneğini göstererek nüfuzunun arttırması ABD için rahatsız edici olacaktır. Bu gelişmeler Washington yönetimi için de bir uyarıcı niteliğindedir.

Mutabakat İsrail İçin Ne Anlama Geliyor?
İran ve Suudi Arabistan arasında varılan mutabakat her iki ülke ile de resmî ilişkileri olmayan İsrail'de şaşkınlık yaratmış ve endişeye yol açmıştır. Ancak İsrailli liderler İran'ı bir düşman ve varoluşsal bir tehdit olarak görürken, Suudi Arabistan'ı potansiyel bir ortak olarak görmektedir. Ayrıca Tahran'a yönelik ortak tehdit algısı ve korkuların İsrail'in Riyad ile bağlarını güçlendirmesine yardımcı olabileceğini düşünmektedirler. İran ile Suudi Arabistan arasında varılan mutabakat iki ülke arasında gerilimin azaltılmasını sağlayacak olsa da Suudi Arabistan’ın İran’ı düşman olarak görmekten kısa vadede vazgeçmesi olası değildir. Dolayısıyla Suudi Arabistan ile İsrail arasında daha fazla iş birliği için zemin ortadan kalkmamıştır. Suudi Arabistan, özellikle askerî ve siber güvenlik konularında İsrail ile daha yakın bir iş birliği düşünebilir. Bazı kaynaklara göre; Suudi Arabistan, İsrail ile ilişkileri normalleştirmenin şartları olarak ABD'ye silah satışı üzerindeki kısıtlamaları kaldırması ve sivil bir nükleer program oluşturmasına yardım etmesi için baskı yapmaktadır. Washington yönetiminin, Suudi Arabistan'ın taleplerine olumlu baktığına dair şimdiye kadar hiçbir işaret gelmedi. Zira Suudi Arabistan, Çin, Rusya, Hindistan gibi büyük güçlerle ilişkilerini geliştirerek ABD'den daha fazla bağımsız hareket etmek isterken giderek daha dinamik hâle gelen Ortadoğuda lider bir rol de oynamak istemektedir. Dolayısıyla İsrail-Suudi Arabistan ilişkilerinin geleceğinde ABD parametresinin belirleyici olacağını zikretmek gerekir. 

Sonuç olarak; İran ile Suudi Arabistan arasında varılan mutabakata ihtiyatlı bakmak gerekirken kesin değerlendirmeler için vakit erkendir. Ancak bu stratejik çerçevede, İran ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin yeniden tesis edilmesi iki ülke arasında kısa vadede gerilimi düşürürken Yemen ateşkes görüşmelerinde yapıcı bir etkisi olacaktır. Bu gelişmelerin kazananlarından birinin, arabulucu rolüyle Çin olduğu ise kesindir.