Obama Dış Politikası ve ‘Seçici İnsani Kaygılar’

Doç. Dr. Şaban Kardaş, ORSAM Başkanı
Amerika’nın, IŞİD’in Kuzey Irak’ta ilerleyişi karşısında hava operasyonları ile müdahil olması Irak ve Ortadoğu politikası açısından ilginç bir dönemi açıyor. Başkan Barack Obama’nın Amerikan muharip kuvvetlerini 2011 yılında Irak’tan çekmesi sonrasında hayata geçirmeye çalıştığı Ortadoğu’daki sorunlara doğrudan askeri olarak müdahil olmama politikasının geleceği açısından da bu gelişme önemli. Libya’da Kaddafi’nin devrilmesine giden süreçte önce Fransız ve İngiliz birliklerinin başlattığı askeri operasyonlara lojistik ve yüksek teknoloji vuruş gücüyle destek veren sonrasında da NATO’ya devredilen operasyonu destekleyen Amerika bunu yine de ‘leading behind’ (geriden liderlik etme) kavramsallaştırmasıyla daha mesafeli duran ve müttefiklerini öne çıkaran bir dış politika stratejisi olarak sunmuştu.
 
Suriye’de süregelen ve insan haklarına ve savaş hukukuna dair evrensel standartların neredeyse tamamını çiğneyen insanlık dramına karşı ABD’nin askeri anlamda müdahil olmama stratejisini takip ettiğini biliyoruz. Başkan Obama’nın kırmızı çizgi ilan ettiği kimyasal silah kullanımına bile sessiz kalınması ABD’nin bu askeri varlığını Ortadoğu’da kullanmama stratejisini net biçimde ortaya koyuyordu. Suriye muhalefetinin silahlandırılması tartışmasında bile, aksi yöndeki pek çok çağrıya rağmen, minimalist davranılmış neticesinde Suriye muhalefetine yapılan yardım sahada durumu değiştirecek niteliğe kavuşamamıştır. Bu da giderek ‘don’t do stupid things’ (aptalca şeyler) yapma rasyonalitesine dayandırılır olmuştu. Suriye’de devam ede gelen şiddetin ve dramın orası ile sınırlı kaldığı ölçüde tolere edilebilir bir sorun olduğu ve bu anlamda kendi haline bırakılıp zaman içinde tarafların enerjisini tüketmesi ile çözülebileceği yönündeki bir okuma da bu fiiliyattaki askeri olarak karışmama stratejisini güçlendiren bir unsur idi.
 
Irak’ta Haziran ayının başından beri şahit olduğumuz gelişmeler ABD’nin her ne kadar başını başka yöne çevirmek istese de, büyük ölçüde kendisinin de müsebbibi olduğu, Ortadoğu’daki şiddet ve istikrarsızlık sarmalını kendi haline bırakamayacağı ve farklı düzeylerde, askeri seçeneği de dışlamayan, angajmanı sürdürmesi gerektiğini net biçimde hatırlattı. Öncelikle, Suriye’de kendi haline bırakılan çatışmanın çevrelenemeyeceği ve yüksek düzeyde bulaşıcı olduğunu gösterdi. Yine de IŞİD’in ilerleyişi karşısında hızla çözülen Irak ordusu ve Musul’un peşi sıra pek çok yerleşim yerinin IŞİD kontrolüne girmesi, IŞİD’in İslam Devleti adıyla yeniden yapılanarak halifelik ilan etmesi bile Amerika’yı doğrudan bir askeri tepki vermeye itmedi. Amerika’nın askeri seçeneği gündeme alması ise ancak IŞİD’in Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kontrolündeki yerleşim alanlarına ilerlemesi ile mümkün oldu. Irak ordusuna benzer bir kaderi paylaşan Peşmerge birliklerinin hızlı bir şekilde geri çekilmesi, ortaya çıkan kaos ortamında farklı etnik ve dini aidiyete sahip yüz binlerce insanın can güvenliği için yollara dökülmesi ve IŞİD birliklerinin Erbil yakınlarına kadar ilerlemesi sahadaki durumu ve Amerika’nın politik tercihlerini de köklü biçimde dönüştürdü.
 
Her ne kadar Amerikan postalının yere değmeyeceği ve operasyonların terörizmle mücadele hedefiyle sınırlı kalacağı yönünde açıklamalar Amerikalı yetkililerce yapılsa da ABD’nin hava operasyonları ile IŞİD’e karşı askeri mücadelenin için bizzat katılması önemli bir gelişmedir. Bu sebeple ABD’nin Suriye’deki süregelen çatışma ortamında ve IŞİD’in ilerleyişinin ilk aşamasına kıyasla Kürt bölgesindeki ilerleyişine verdiği hızlı tepki de üzerinde durulmayı hak etmektedir. Bunu farklı sebeplere bağlamak mümkündür.
 
IŞİD’i var eden sebepler
 
IŞİD’in Haziran ayındaki hızlı ilerleyişi sonrasında Irak merkezi hükümeti ve Başbakan Maliki’nin ABD’yi acilen askeri yardım yapmaya çağırmıştı. ABD’den istediği desteği bulamayan Maliki’nin Rusya ve İran gibi aktörlerden askeri destek arayışı da kendisinin istediği çıkışı sunmamıştı. Fakat buradaki asıl gelişme, Irak’ta yaşanan krizle ilgili değerlendirmelerinde, ABD’nin giderek siyasi çözüm konusunda Maliki’nin içinde olmadığı bir ulusal uzlaşı hükümetini bir çözüm olarak benimsemesiydi. Bu seçeneği hayata sokabilmek için de Maliki’nin başında olduğu bir Irak’a askeri desteği sınırlı tutarak, bir anlamda havuç-sopa taktiğiyle, Irak’a yapacağı askeri yardımları yeni siyasi denklemi oluşturmak için araçsallaştırdığı söylenebilir. Nitekim bu süreçte parlamentonun toplanması, yeni cumhurbaşkanının seçimi vb. engellerin aşılması ile yeni hükümetin kurulması önündeki engeller aşılmış, sistemdeki güç odaklarının da iknası ile Maliki’nin gidişine zemin hazırlayan süreç ilerlemiştir.
 
Bu ortamda ABD’nin askeri seçeneği devreye sokması ve askeri yardımlar konusunda daha olumlu konuşması bir ödüllendirme olarak görülebilir. Fakat yine de ABD’den gelen açıklamalara bakıldığında doğrudan muharip Amerikan askeri varlığının şu aşamada göz ardı edilmektedir. Burada ABD’nin hava operasyonları ile yerel unsurları desteklemeyi ve özellikle Peşmerge ve Irak ordusuna yapılacak yardımlarla bunların ortak operasyonel kabiliyetlerini arttırmayı ve IŞİD’in ilerleyişinin doğurduğu tehdide karşı yerel aktörlerce savaşılmasını savunduğunu söyleyebiliriz. Bu mücadele sürecinde de Irak ordusunun ve Peşmerge’nin askeri kapasitesinin güçlendirilmesi de diğer bir hedef olarak öne çıkmaktadır.
 
Her ne kadar ilk etapta ABD askeri desteğini sakınsa da, bir hususun gözden kaçırılmaması gerekmektedir. ABD’nin Musul’un düşmesinin akabinde Irak’a gönderdiği askeri danışmanların çalışmaları ve raporları da son hava operasyonlarına giden süreçte etkili olmuştur. ABD öncelikle ani bir askeri tepki vermemiş, sahadaki durumu ve ihtiyaçları tespit etmiş ve Irak ordusu ve Peşmerge’nin ortak harekatını mümkün kılacak koordinasyon ve istihbarat altyapısını oluşturmuştur. Nitekim, IŞİD’in Kürt bölgesinde ilerleyişinin hemen öncesinde bu çalışmalar sonucunda üretilen raporlar Amerikalı yetkililerce değerlendirilmekteydi ve Başkan Obama’nın hava operasyonlarını onaylamasıyla kararlı biçimde operasyon aşamasına geçilmesinde bu ön hazırlık da muhtemelen kolaylaştırıcı bir rol oynamıştır.
 
Başkan Obama’nın hava operasyonlarını ivedilikle onaylamasında önemli bir rolü de Sincar dağında ölüm kalım savaşı veren Yezidilerin örneğinde simgeleştirilen insani kaygıların oynadığını söylemek mümkündür. Uluslararası kamuoyunda Peşmerge’nin korumasız bırakarak çekilmesi sonucunda bir insanlık dramı ile karşı karşıya kalan etnik ve dini azınlıklar muhakkak ki çok derin bir etki yaptı. Burada insani müdahale tartışmalarında sıklıkla karşımıza çıkan ve giderek insanlığa karşı bir suç olarak da uluslararası alanda kabul gören ‘bir halkın toptan yok olma tehdidi’ ile karşı karşıya kalmasının yarattığı algının belirleyici olduğu görülmektedir. Yezidilerin IŞİD’in ilerleyişi karşısında yaşadığı dramın bu şekilde uluslararası alanda sunulmasının şoke edici ve Batı kamuoyunu harekete geçirici etkisi büyük ölçüde belirleyici olmuştur.
 
Obama’ya sorular
 
Son askeri operasyonları tetikleyen bu insani boyut aslında Batı düşün dünyasına hakim olan seçici bir okumayı da bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Gerek ABD’nin gerekse de diğer Batılı ülkelerin insan hakları ve evrensel değerlerin savunusunda dahi Ortadoğu özelinde Hıristiyan, Müslüman-olmayan veya Arap, Türk, Fars gibi hakim grupların dışındaki etnik unsurlara mensup halkların karşılaştıkları zorluklara karşı daha ilgili olduğu tarihsel bir gerçeklik. Bu anlamda Suriye’de devam eden insanlık dramında Sünni-Arap çoğunluğun veya IŞİD’in ilerleyişi nedeniyle Türkmen veya Araplara çektiği acıların tetikleyemediği uluslararası ilgi Müslüman olmayan azınlıklar veya Kürtler özelinde harekete geçmiş oldu.
 
Başkan Obama’nın hava operasyonlarını hızlı biçimde onaylamasının altında IŞİD’in ilerleyişi sonrasında kendisinin Irak politikasının sorgulanmasının da etkili olduğu söylenebilir. Her ne kadar Maliki’nin takip ettiği gücü tekelleştirici politikalar bugünkü siyasi krizin temel sebebi olarak sunulsa da, Obama’nın Irak’tan çekilme kararının erken alındığı, çekilme sonrasında askeri varlığını Irak’ta sürdürmeyerek siyasi ve askeri yapının dejenerasyonunun önlenemediği yönündeki eleştirilerle Obama sıkça karşı karşıya kaldı.
 
Irak’taki siyasi yapının tamamen çözüldüğü bir ortamda neredeyse eldeki tek ‘başarı hikayesi’ olarak duran Kuzey Irak’taki yapının da bu tehdidin altına girmesi gerek ABD’nin gerekse de Obama’nın Irak politikasının tamamen göçmesi anlamına gelecekti. Bu pek çok açıdan ele alınması gereken bir durum idi: Kürt bölgesi bir yandan Irak coğrafyasında ABD’nin ‘doğal müttefik’ olarak güvenebileceği bir alanı ifade ederken, öte yandan Batılı petrol şirketlerinin yatırımları açısından da göz ardı edilemeyecek bir yatırımı ifade ediyordu. Bu açıdan Kürt bölgesinin IŞİD karşısındaki yenilgisi ABD’nin Irak’taki en somut kazanımlarından birini de riske atabilecekti ve bunu engellemek için askeri operasyonların ve akabinde Peşmerge’nin silahlandırılması kararının hızla hayata geçirilmesi mümkün olmuştu.
 
Askeri angajmanın ikilemi
 
Son gelişmeler, ABD’li bir gazetecinin öldürülmesinin de gösterdiği gibi, ABD’yi giderek IŞİD’e karşı olan mücadelesini derinleştirmeye ve doğrudan muharip birliklerle müdahil olmasa bile askeri seçeneği öncelemeye itiyor. Öte yandan, ABD giderek Suriye’yi kompartmantalize etmenin mümkün olmadığını ve bu mücadelede Suriye’deki çatışmayı sona erdirecek entegre seçenekler üzerinde de çalışması gerektiğini görüyor. Her durumda ABD’nin Ortadoğu’daki askeri varlığı ve taahhütlerini azaltmayı hedefleyen Obama’nın yeni dış politika arayışı kısa vadede mümkün görünmüyor ve müdahil olma iradesi güçleniyor. Fakat Obama’nın Ortadoğu’ya yeniden askeri olarak dönüp ‘aptalca şeyler’ yapmama refleksi, ki bazı analistler bunu akıllı bir realist dış politikanın dışa vurumu olarak görüyor, de bir o kadar güçlü olarak ortada duruyor. Obama’nın bu ikilemin doğurduğu hedefler ve sahaya sürülebilecek araçlar arasındaki giderek genişleyen uçurumu nasıl yöneteceği liderliğinin de önemli bir testi olacak.
 
*Bu yazı Star- Açık Görüş’te yayınlanmıştır.