ABD – İran – Haşdi Şaabi Üçgeninde Taci Saldırılarının Anlamı ve Irak’ın Geleceği

11 Mart’ta Irak’ın başkenti Bağdat'ın kuzeyindeki Taci Askeri Üssü'ne gerçekleştirilen roketli saldırıda iki ABD ve bir İngiliz askeri hayatını kaybederken, 12 asker de yaralanmıştır. Henüz saldırıyı üstlenen olmamakla birlikte ABD’li yetkililer saldırı şeklinin taktik ve ekipman kullanımı bakımından İran'a yakın milis güçlerin yöntemlerine benzediğini iddia etmektedir. Nitekim saldırının ardından ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyon güçlerine bağlı savaş uçakları, Irak-Suriye sınırında bulunan Deyr ez-Zor’un Elbu Kemal bölgesindeki İran'a yakın milis gruplarına ait üç üssün vurulduğu ve saldırıda 30’a yakın milisin hayatını kaybettiği belirtilmiştir. Ayrıca, Taci saldırısından bir gün sonra ABD’ye ait uçaklar, Kerkük, Babil, Kerbela, Selahaddin ve Anbar vilayetlerinde İran’a yakın Şii milis grupların da içerisinde yer aldığı Haşdi Şaabi karargahlarına yönelik çok sayıda hava saldırısı gerçekleştirmiştir. Gerginlik devam ederken, ABD askerlerinin konuşlu olduğu Taci Askeri Üssü'ne bir hafta içinde ikinci defa füze ile saldırı düzenlenmiştir. Tahran-Washington arasında uzun süredir devam eden gerilimin bir parçası olan ve Irak iç politikası açısından çeşitli mesajlar içeren karşılıklı saldırılarla birlikte ABD’nin Irak’taki varlığından geri adım atmayacağı ve Haşdi Şaabi’ye yönelik daha açık ve sert politikalar geliştireceği tahmin edilmektedir.

27 Aralık 2019’da ABD’nin Kerkük’teki K1 Üssüne Ketaib-i Hizbullah tarafından yapıldığı düşünülen saldırıda bir ABD vatandaşı hayatını kaybetmiş ve ABD bu saldırıya karşılık Anbar vilayetinde bulunan Haşdi Şaabi üslerine saldırarak yaklaşık 30 milisi öldürmüştür. Bu gerilim 3 Ocak’ta İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şaabi Komisyonu Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis’in (İbrahim Cafer) ABD hava saldırılarıyla öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. 8 Ocak’ta İran tarafından Anbar ve Erbil’deki ABD askeri üslerine yönelik balistik füze saldırıları gerçekleştirilerek, Süleymani’nin “intikamının” alındığı açıklanmıştır. Buna karşın, Haşdi Şaabi’nin en önemli bileşenlerinden İran yanlısı Asaib Ehl’il-Hak ve Ketaib Hizbullah gibi milis grupları da ABD’yi tehdit ederek, Irak’taki ABD varlığının hedef alınacağı yönünde açıklamalar yapmıştır. Bu açıdan bakıldığında İran’ın doğrudan ABD ile gerilimi yükseltmek yerine, Haşdi Şaabi içerisindeki milis grupları vekil olarak kullanarak gerginliği tırmandırmayı tercih ettiği ve böylece doğrudan çatışmaya girmekten kaçındığı görülmektedir.

Öte yandan ABD’nin İran’ı doğrudan hedef almak yerine İran’ın vekalet unsurlarını hedef alarak hareket ettiğini söylemek mümkündür. ABD’nin, İran’ı doğrudan hedef almaktan kaynaklanacak yüksek siyasi ve askeri maliyete maruz kalmaktan kaçındığı değerlendirilmektedir. Bu nedenle de ABD’nin İran’a vekil gruplar üzerinden karşılık verdiği görülmektedir. Nitekim geçtiğimiz yıldan bu yana Haşdi Şaabi içerisindeki bazı milis grupları ve liderlerini yaptırım ve/veya terör listesine alan ABD, son olarak 27 Şubat’ta Ketaib-i Hizbullah'ın Genel Sekreteri Ahmet Hamidavi'yi de 'küresel terörist' listesine eklemiştir. Ayrıca ABD’nin Irak’ta milis gruplara karşı gerçekleştirdiği hava saldırılarının büyük bölümünü de Ketaib-i Hizbullah’a ait üs ve merkezlere yönelik gerçekleştirmiştir. Bu nedenle Irak’ta ABD’nin coğrafi konum itibariyle kuzey-güney ve doğu-batı geçişleri açısından önemli üslerinden biri olan Taci’ye yönelik yapılan saldırıyı henüz üstlenen olmasa da Ketaib Hizbullah’ın saldırı konusunda övgü dolu açıklamalarda bulunması, örgütün işin içinde olduğuna yönelik yorumların yapılmasına neden olmuştur. Bu noktada Irak’taki İran destekli milislerin yürütücü güçlerinden biri olan Ketaib Hizbullah’ın, teçhizat kapasitesi bakımından en şüpheli aktör olduğu değerlendirilebilir. Nitekim ABD tarafından Suriye-Irak sınırında Ketaib-i Hizbullah karargahına saldırı düzenlenmesinin ardından Irak’ta da bu gruba ait silah depoları vurulmuştur.

İran yanlısı Iraklı milis grupların Aralık 2019’dan bu yana Irak’ta ABD varlığına yönelik olarak yirminin üzerinde saldırı düzenlediği tahmin edilmektedir. Mühendis’in ABD saldırılarında ölmesinin ardından bir süre iç sorunlar yaşayan Iraklı Şii milislerin, Taci saldırısıyla ABD’ye yönelik gerilim politikasının devam edeceği mesajını vermeye çalıştığı söylenebilir. Haşdi Şaabi ile ilintili siyasi grupların Süleymani ve Mühendis suikastından hemen sonra ABD güçlerinin ülkeden çıkarılmasına ilişkin parlamentoya sundukları ve hükümete tavsiye niteliğinde olan öneri kabul edilmiştir. Söz konusu saldırı ve verilen cevapla da ABD varlığının yeniden gündeme getirilmesi amaçlanmış olabilir. Bunların yanı sıra, ocak ayında ABD saldırısında hayatını kaybeden Süleymani’nin doğum gününün 11 Mart olduğu bilinmektedir. Şii geleneğinde sembollerin yoğun kullanıldığı düşünüldüğünde Taci’ye yönelik ilk saldırının sembolik mesaj anlamı taşıdığı da düşünülebilir.

Bu noktada ABD’nin gerek K1’e yönelik saldırıya gerekse de Taci saldırısına yaptığı hızlı misillemelerle ülkedeki varlığına ilişkin tartışmalarda geri adım atmayacağı ve K1 üssüne yapılan saldırıdan bu yana Şii milislere yönelik daha açık ve sert cevaplar vereceği görülmektedir. Nitekim K1 üssüne yapılan saldırıya kadar Haşdi Şaabi’yi daha çok diplomatik alanda uyguladığı yaptırımlarla sıkıştırmayı tercih eden ve Haşdi Şaabi üslerine yönelik saldırıları üstlenmeyen ABD’nin özellikle yaz aylarında örgütün Irak’taki üslerine yapılan saldırıları İsrail’e havale ettiği tartışılmıştır. Ancak 3 Ocak’ta Süleymani ve Müdendis’i öldürerek hem İran’a hem de Haşdi Şaabi’ye ülkedeki varlığından geri atmayacağını gösteren ABD, Taci’ye yönelik saldırıların ardından daha da agresif olacağını ve örgüte artık açıktan saldıracağını teyit etmiştir. Ayrıca, Süleymani suikastından sonra, Irak Parlamentosu tarafından, ABD askerlerine yönelik olarak, ülkede yabancı askerlerin çıkarılması için bir karar alınmasına rağmen, ABD’nin yaptığı son operasyonlar çekilme konusunda geri adım atmayacağının işareti olarak değerlendirilebilir. Daha da ötesinde ABD’nin hem Irak iç siyaseti hem de güvenlik mekanizması üzerindeki etkisini artırmaya çalışacağını söylemek mümkündür.

Mühendis’in ölümünün ardından Haşdi Şaabi Genel Kurmay Başkanı olarak Ketaib Hizbullah liderlerinden Ebu Fedek’in atanmasının ABD’yi rahatsız ettiği düşünülmektedir. Ebu Fedek’in seçilmesine Haşdi Şaabi içerisinde, Irak’taki en büyük Şii dini merci Ayetullah Ali Sistani’ye yakın milis grupların da rıza göstermediği bilinmektedir. Ebu Fedek’in görevinin onaylanmasının başbakana bağlı olduğu ve ABD ve Sistani’nin başbakan üzerindeki olası etkisi dikkate alındığında saldırının bu konuyla ilişkili olması ihtimal dahilindedir. Zira Ketaib-i Hizbullah, başbakan adayı olarak adı geçen Irak Ulusal İstihbarat Kurumu Başkanı Mustafa Kazımi’yi, Süleymani’nin ölümünde parmağı olmakla suçlamıştır. İran’a yakın Iraklı siyasi partilerin Kazımi’ye karşı çıkmasına rağmen, Kazımi’nin ABD’nin ve Sistani’nin onayını alma ihtimali olduğu düşünülmektedir. Bu ihtimal ise İran yanlısı milis grupları ve partileri endişelendirmektedir. Bu açıdan Taci’ye yönelik saldırılar, başbakan belirleme sürecinde İran yanlısı grupların etki gücünü artırma çabası olarak okunabileceği gibi Irak’taki taraflara ve ABD’ye İran’ın onay vermediği adayda ısrar edilmemesi yönünde mesaj olarak da değerlendirilebilir. Nitekim Irak’ta hükümet krizinin devam ettiği bir süreçte, 8 Mart’ta, Süleymani'nin öldürülmesi sonrası ABD’ye verilecek cevabın bir saldırıyla sınırlı kalmayacağını ve Süleymani’nin intikamının alınacağını açıklayan kişilerden biri olan İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani’nin Irak’ı ziyaret etmesinin tesadüf olmadığını söylemek mümkündür. Şemhani, Süleymani'nin ölümünden bu yana Irak'ı ziyaret eden ilk üst düzey İranlı yetkili olarak dikkat çekmektedir. Bu anlamıyla İran’ın ABD’ye açık bir biçimde meydan okuduğu değerlendirilebilir. Nitekim Taci saldırılarının Şemhani’nin Irak ziyaretinin hemen ardından gelmiş olması da bu meydan okumanın bir göstergesi olarak sayılabilir. Öte yandan Şemhani’nin Irak ziyaretinin asıl nedeninin, istifa eden Adil Abdulmehdi hükümetinin görev süresinin bu yılın sonunda gerçekleşecek olan seçimlere kadar uzatılması imkânını ele almak olduğu, bu konuda Kazimi ile de bir görüşme yaptığı ortaya çıkmıştır.

Bu noktada ABD’nin Irak’ta siyasi, askeri ve diplomatik alanda İran’a karşı geri adım atmayacağını hatta baskıyı arttıracağını söylemek mümkündür. Basra Konsolosluğunu kapatan ve Bağdat Büyükelçiliğindeki çalışanların sayılarını düşüren ABD’nin buraları yeniden konsolide etmesi ve askerlerini korumak için hava savunma sistemleri kurmakta ısrarcı olması yeniden gündeme gelebilir. ABD’nin Haşdi Şaabive milis gruplar üzerindeki baskıyı arttırması da muhtemeldir. Mühendis’in ölümü sonrası Haşdi Şaabi içinde artan tartışmalar ve Ebu Fedek’in Mühendis kadar etkili olmama ihtimali Haşdi Şaabi içerisinde bir boşluk ortaya çıkarabilir. Hatırlanacağı üzere, Mühendis öldürüldükten sonra Haşdi Şaabi içerisindeki bazı milis liderlerinin suikast endişesiyle İran’a kaçtığı gündeme gelmiştir. Özellikle de ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Taci saldırısına müsamaha gösterilmeyeceğini ifade ederek İngiltere Dışişleri Bakanı Dominic Raab ile saldırganlardan hesap sorulması konusunda anlaştıklarını ifade etmesi, Şii milislere yönelik daha baskın tedbirler geliştirileceğine yorulmuştur. Haşdi Şaabi içerisindeki etkin gruplardan Ketaib Hizbullah, Asaib Ehl’il-Hak ve Nuceba Hareketi gibi grupların ve liderlerinin terörizm listesine alındığı göz önünde bulundurulduğunda, ABD’nin bundan sonra Haşdi Şaabi içerisindeki milis liderlerine yönelik suikastlar yapması dahi beklenebilir. Ayrıca, Haşdi Şaabi’ye yakın siyasi gruplar konusunda da birtakım baskıların gelmesi söz konusu olabilir. Bu açıdan Haşdi Şaabi içerisindeki milis gruplarının ABD karşıtı agresif tutumu sürdürmesi, gruplar arasındaki çözülmeleri artırabilir. Nitekim ABD, Süleymani ve Mühendis’i öldürerek bu ihtimalin her zaman mümkün olabileceğini göstermiştir. Bu açıdan Mühendis’in ölümü sonrası örgütte yaşanan iç kırılmaların farkında olan milis liderlerin, olası suikastların maliyetinin ağır olacağının bilinciyle gerilimi çok fazla tırmandırmaktan kaçınma ihtimali bulunmaktadır.

Ancak bu çatışma ortamı Irak’taki güvenlik boşluğunu derinleştirmektedir. Irak güvenlik güçlerinin milis gruplara karşı müdahalesiz ve etkisiz kalması, hükümet problemleri ile uğraşan ülkede otorite boşluğunu derinleştirmektedir. Irak’ın ABD-İran geriliminin yükselmesiyle daha da istikrarsızlaşması söz konusudur. Bu durum Irak’taki güvenlik kurumlarının çok parçalı yapısı ile bir arada düşünüldüğünde, ülkede darbe söylentilerinin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. Nitekim son dönemde Irak’ta darbe yapılabileceğine yönelik söylentilerin giderek yükselmeye başladığı görülmektedir. Özellikle ABD’nin İran’ın etkisini sınırlamak için bir darbe organize edebileceği konuşulmaktadır. Şii partilerin başbakan adayı üzerinde bir türlü ittifak sağlayamamaları, milis grupların etkisi altındaki partilerin başbakan adayı üzerinde etki kurmak istemeleri ve buna karşı gelişen direnç nedeniyle, ABD’nin planlayacağı bir darbeye karşı milis grupların karşı darbe hamlesi yapabileceği ihtimali de akılda tutulmalıdır. Ancak Irak’ta yaşanacak herhangi bir darbe girişiminin çoklu bir çatışma dinamiği ortaya çıkarması muhtemeldir. Irak’taki otorite boşluğu, IŞİD’in aktivitelerindeki artış, ekonomik kriz, koronavirüsün ülkedeki yayılma hızı ve hükümetin çaresizliği, 1 Ekim 2019’dan bu yana devam eden protesto gösterileri gibi ülke genelindeki problemlerle bir arada düşünüldüğünde, böyle bir çatışmanın ortaya çıkması ülkeyi bölünmenin eşiğine getirebilir.