Cenevre Görüşmelerine Doğru Türkiye’nin Suriye Politikası: ABD ile Gerçekler Arasına Sıkışmak

Suriye rejimi ile muhalefet arasında gerçekleşmesi planlanan Cenevre görüşmeleri büyük tartışmalara konu oldu. Türkiye, Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) katılımını başarıyla engellemesi veya diğer önemli aktörlerle anlaşmazlıkları sebebiyle, bu tartışmanın merkezine oturdu. Bu tartışma Türkiye’nin Suriye krizindeki kritik rolünü bir kez daha vurgulamıştır. Türkiye’nin Cenevre görüşmelerindeki pozisyonu daha incelikli bir tetkike muhtaçtır. Türkiye, diğer aktörlerin, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’nin, siyasi sürece yönelik aceleci tutumundan rahatsız görünmektedir. Ankara, siyasi öncelikleri ve sahadaki koşullar arasındaki mesafeye rağmen ilkeli tutumunda ısrar etmekte kararlıdır.

 

İkilemler: Siyasal Gerçeklikle İlkeli Tutum Arasındaki Gerilim

Türkiye, uluslararası toplumun Suriye krizine son verememesinden en çok zarar gören ülkedir. Diplomatik girişimler başarısızlığa mahkûm kalırken, çatışma büyüyüp, Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde karşılaştığı en büyük sorun haline gelmiştir. Türkiye, bölgenin geri kalanı ile ekonomik bağlantıları kesilirken, 2.5 milyondan fazla Suriyeliyi ağırlamanın muazzam maliyetini yüklenmiştir. Türkiye’nin milli güvenliği, Suriye’de derinleşen çatışmanın yayılmasından etkilenmiş, şiddet IŞİD ve PKK terör saldırıları şeklinde Türkiye’ye de sıçramıştır. Ayrıca Türkiye, Suriye krizi sebebiyle Rusya ile doğrudan bir ihtilaf içine düşme riskiyle karşı karşıya gelerek, Soğuk Savaş sonrası Türk dış politikasında en önemli dönüm noktasına gelmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin Batılı müttefikleriyle bile Suriye krizi üzerinden yaşadığı derin anlaşmazlıklar süreç içerisinde ortaya çıkmıştır.

 

Suriye’deki çatışmayı bitirecek bir siyasi çözüm Türkiye’nin menfaatinedir. Türkiye, barışa yönelik her türlü adımın faydasını görecektir, zira çatışmaların devam etmesi ile birlikte maliyeti de katlanarak artmaktadır. Çatışmanın durdurulmasına yönelik stratejik bir aciliyet hisseden Türkiye, buna rağmen sahanın hızlı değişen koşullarından kaynaklanan baskıya boyun eğmemekte direnmektedir. Bir siyasi anlaşmayı ne olursa olsun kabul etmekten imtina eden Türkiye, kalıcı bir siyasi sürecin hayata geçirilebilmesinin, ancak belirli niteliklere sahip olması koşuluyla mümkün olduğunu düşünmektedir.

Türkiye açısından esas soru, görüşmelerin referans alacağı sahadaki koşulların sürdürülebilir bir siyasi süreci mümkün kılıp kılmayacağıdır. Mevcut sürecin Viyana Deklarasyonu  ve 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı ile oluşturulan kavramsal çerçevesi, sahada belli bir güç dengesine dayanmaktaydı. Fakat Rusya-İran müdahalesi ve artan askeri operasyonları, bu dengeyi değiştirmeyi amaçlamaktadır. Türkiye açısından, eğer diplomasinin bir şansı  olacaksa, başlangıçtaki anlayıştan yola çıkılmalı ve Cenevre görüşmelerinin yeni turu, Cenevre-1’de ortaya konduğu şekliyle, bir geçiş sürecini varsayarak tasarlanmalıdır.

 

Siyasi bir geçiş dönemi üzerinde ısrar, Türkiye’nin Suriye politikasının ağırlıklarından biri haline gelmiştir. Her ne kadar ilkeli ve katı tutumu eleştirilse de, Türkiye’nin pozisyonunun dayandığı gerçekçi bir yön vardır. Sürdürülebilir ve sahadaki tüm aktörlerin üzerinde anlaşacağı bir siyasi çözüm, ancak makul bir geçiş süreci ortaya konulduğunda mümkündür. Ancak böylesi bir çözüm ortaya çıktığı takdirde, sahadaki muhalif grupların tüm enerjilerini IŞİD ile mücadeleye yöneltmeleri mümkün olabilecektir. Muhalefet temsilcileri, Viyana toplantısı sonuçları uyarınca, Aralık 2015’te Riyad’da toplanarak planlanan siyasi müzakerelere katılım koşullarını tartışmışlardı. Riyad’daki nihai bildirgede de altının çizildiği üzere, muhalif gruplar, eğer makul bir geçiş dönemi çerçevesi sunmuyorsa bir müzakere dayatmasını kabul etmeyeceklerdir. Yine de, muhalefet Cenevre görüşmelerine katılıp katılmamayı tartışırken, rejim ile müzakerelere temel oluşturacak parametrelerin aynı eksende şekillenmesini talep etmiştir. Çeşitli diplomatik girişimlerin eksikliklerine rağmen Türkiye, muhalefeti siyasi süreçte yer almak konusunda ikna etmek için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Cenevre-2 (2014) ve Cenevre-3 (2015) sürecinde de Ankara aynı tutumu sürdürmüştür. Bugün de, muhalefetin masada yer alması konusunda Türkiye yapıcı etkisini kullansa da, Cenevre-1 çerçevesi çıkış noktası olarak kabul edilmediği sürece, müzakerelerin son tahlilde bir sonuç vermeyeceğine inanmaktadır.

 

Türkiye’nin Cenevre görüşmelerine yönelik tutumunu etkileyen bir diğer unsur ise, Suriye krizi sebebiyle yükselen güvenlik kaygılarıdır. Türkiye tarafından terör örgütü PKK’nın bir kolu olarak görülen PYD’nin diğer siyasi Kürt gruplarını bastırması ve IŞİD’e karşı mücadelede oynadığı rolü büyük güçlerle ittifak kurmak üzere kullanması, Türkiye açısından birçok sorun yaratmıştır. Ankara en başta PYD ile işler bir işbirliği kurmak istemiş ve hatta 2012’nin yaz aylarında PYD’nin önemli bir güç odağı olarak ortaya çıkmasından sonra Eşbaşkanı Salih Müslim’i, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeleri tartışmak üzere, Türkiye’ye davet etmiştir. PYD’nin ana akım Suriye muhalefeti -Suriye Ulusal Koalisyonu- ile birlikte çalışmayı reddetmesi, Suriye rejimi, İran ve Rusya ile pozisyonunu yakınlaştırması ve PKK’nın geçen yaz Türkiye’deki barış sürecini bitirmesi, işbirliğine dayalı bir ilişkinin tesisini engellemiştir. PYD’nin diğer topluluklara yönelik yayılmacı hedefler güttüğüne yönelik artan işaretler, yalnızca Türkiye ile değil aynı zamanda diğer muhalif hareketlerle hasmane bir ilişkiye girmesini beraberinde getirmiştir. Sonuç olarak, Türkiye ve diğer muhalif gruplar, PYD’nin müzakere masasında muhalefet delegasyonunda temsil edilemeyeceği, şayet görüşmelere katılacaksa rejim tarafında yer alması gerektiği argümanını savunmaya devam etmektedir. PYD’nin görüşmelere katılması çetrefilli bir mesele olarak durmaktadır ve şayet Rusya tüm süreci baltalamak isterse, bunu manipüle etme kartını elinde tutmaktadır.

 

ABD ve Türkiye Arasında Derinleşen Görüş Ayrılığı

Krizin başından beri, Türkiye’nin Suriye’deki hedeflerinin gerçekleşmesi, ABD politikasını kendi önceliklerine göre yönlendirebilme ihtimaline dayanmaktaydı. Bu hayati koşulun sağlanamaması neticesinde, Ankara kendini mevcut çıkmazın içinde bulmuştur. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın ziyaretinin bir kez daha altını çizdiği üzere, iki ülke politikaları arasında bir yakınlaşma muhtemel görünmemektedir ve diplomatik çabalara ağırlık verilecek bir sonraki aşamada, ABD-Türkiye anlaşmazlıkları öne çıkacaktır.    

 

Türkiye, sahada hızla değişen koşullar ve müdahil olmaktan çekinen ABD politikasının kendisi için yarattığı açmazla karşı karşıyadır. Washington, krizin ilk döneminde, Suriye krizinin çözümü ve dolayısıyla IŞİD tehdidiyle mücadele için ılımlı muhalif grupların desteklenmesi ve Cenevre-1 ilkeleri doğrultusunda siyasi bir geçiş sürecinin başlatılmasını içeren kapsamlı yaklaşıma yakın bir pozisyondan hareket etmiştir. Fakat Washington bu pozisyondan zamanla uzaklaşmaktadır ve bu da Türkiye ile arasındaki makası açmaktadır. ABD tarafından Suriye krizi, giderek her ne pahasına olursa olsun sürdürülecek ve zevahiri kurtaracak bir diplomatik süreç ve siyaseten içi boş bir terörle mücadele konseptine indirgenmiştir.

 

ABD’nin başlangıçta Suriye politikasını şekillendiren temel ilkeler ve Obama yönetiminin mevcut tutumu arasındaki büyüyen uçurum, Türk-Amerikan ittifakını da negatif yönde etkilemektedir. Rusya ve İran müdahalelerinin derinleştirdiği bir iç savaşın ateşini hisseden Ankara, Washington’un, kendisinin Suriye’den kaynaklı güvenlik kaygılarını dikkate almaktaki gönülsüzlüğünden rahatsızlık duymaktadır.

 

Washington’a yönelik hayal kırıklığı askeri cephede gün geçtikçe artmaktadır. Eğit-donat programının talihsiz seyri, mevcut ABD politikasının sözlerini icraatlarla destekleme ve sahadaki gelişmeleri etkilemekteki yetersizliğini vurgulamıştır. Ankara, Suriye’nin kuzeyinde bir güvenli bölge kurma ve PYD’ye doğrudan desteği engelleme gibi önceliklerini gerçekleştiremediği gibi, ABD’nin gönülsüz politikalarının zararlarını farklı alanlarda görmüştür.

 

ABD’ye yönelik hayal kırıklığı diplomasi cephesinde de mevcuttur. Ankara, ABD’nin herhangi bir diplomatik gelişmeyi bir başarı olarak sunduğunu düşünmektedir. Rusya’nın Viyana sürecini Cenevre-1 çerçevesinden kopararak kendi çarpıtılmış versiyonunu dayatma girişimlerine dahi Washington’un teslim olması, kaygı yaratan bir gelişme olarak görülmektedir. Rus müdahalesi, Ankara açısından  olumsuz anlamda oyunu değiştiren bir faktör olmuşken, Washington tarafından Pollyannacı bir iyimserlikle, bir siyasi çözüme kapı aralayabileceği ümidiyle desteklenmiştir.

 

Mevcut durum ve koşullar, Eylül 2015 sonlarındaki Rus müdahalesinin başlangıcına kıyasla, kalıcı bir siyasi süreci başlatmaya daha elverişli değildir. Uluslararası ve bölgesel aktörleri bir araya getiren Uluslararası Suriye Destek Grubu’nun kurulmasına yol açan gelişmeler ve sonucunda ortaya çıkan Viyana uzlaşması, siyasi sürecin üzerine inşa edilebileceği ve elde etmenin güç olduğu bir uluslararası anlayışı ortaya çıkarmıştı. Ancak, Rusya’nın kontrolsüz ve önü alınamayan askeri müdahalesi bu ortak zemini hızla aşındırmaktadır.

 

Rusya sahada IŞİD’le mücadelenin gerektirdiğinin ötesine geçen düzeyde bir askeri intikal gerçekleştirmiştir ve şimdi bunu askeri dengeleri değiştirmek için kullanmaktadır. Viyana uzlaşmasına ve Viyana ve Riyad’ın sonuçlarını onayan 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararına rağmen, Rusya ve İran destekli rejim taarruzu, Esad rejimini, artık Cenevre-1 doğrultusunda bir siyasi geçişe daha az gönüllü olacak şekilde güçlendirmiştir. Bunun yanı sıra, sivil yerleşimler üzerindeki kuşatmaların kaldırılması, insani yardımın erişiminin kolaylaştırılması ve sivil yerleşimlerin ayrım gözetmeksizin bombalanmasının durdurulması gibi güven artırıcı önlemler konusunda çok az ilerleme gerçekleşmiştir. Bu sebeple muhalefetin siyasi sürece bağlılığı zayıflamaktadır.

 

Washington’un diplomatik gücünü sergilemekten kaçındığı bu tabloda, sürdürülebilir bir siyasi sürecin hayata geçirilebilmesine ilişkin olarak, iyimser olmak zordur. Ankara, Washington’un Moskova’nın pervasız davranışları ile yüzleşmek konusunda gönülsüzlüğünü izlemektedir. Obama yönetimi kendi önceliklerini uygulama konusunda isteksizdir ve kendi perspektifini dayatarak sahadaki koşulları değiştirme iradesini sergilememektedir. Bu ortamda, Rusya tarafından önüne konulan seçeneğin başarılı olmasını ummaktan başka seçeneği kalmamıştır. Siyasi süreç nasıl gelişirse gelişsin Suriye krizi, Türk-Amerikan ilişkilerinde negatif bir sayfa olarak kalacaktır, zira ittifakın tarafları arasındaki karşılıklı güven ve inandırıcılık olumsuz biçimde etkilenmiştir.

 

Bu yazı "Cenevre Görüşmelerine Doğru Türkiye’nin Suriye Politikası: ABD ile Gerçekler Arasına Sıkışmak" başlığıyla The German Marshall Fund of The United States (GMF) internet sitesinde yayınlanmıştır.