Cezayir ile İran Arasında Yakınlaşma

Cezayir Dışişleri Bakanı Ahmed Attaf, 8 Temmuz’da Tahran’ı ziyaret ederek İran Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı ve bazı İranlı yetkililerle görüştü. Açıklamalar, tarafların siyasi ve ekonomik alanlarda ilişkileri ve iş birliği yollarını geliştirmeye verdikleri önemi göstermekteydi.

Bu ziyaretin açıklanan ilk çıktısı, İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Muhammed Muhbir ve Cezayir Başbakanı Eymen bin Abdurrahman’ın katılımıyla ortak bir yüksek komisyon kurulması ve iki ülke arasındaki normal hizmet vizelerinin kaldırılmasında ilk adım olarak diplomatik giriş vizelerini iptal etme anlaşması olmuştur.

Bölgedeki yeni etkileşim dinamiklerine bakıldığında, iki ülkenin yakınlaşma çabaları hem normal hem de tanıdık bir durumdur. Ancak karar vericileri harekete geçiren dolaylı faktörlerle ilgili soruları da beraberinde getirmektedir. İki ülkenin bu bağlamda yakınlaşma ve ilişkileri geliştirme seçeneğini benimsemesi, uzun yıllara dayanan yabancılaşmanın sona erdiğini göstermektedir.

Tarihsel Arka Plan
Soğuk Savaş döneminde iki ülke birbirine zıt iki kampa mensuptu. Fransız sömürgeciliğinden kurtuluş devriminin ruhu ve ideolojisiyle dolu olan Cezayir, eski Sovyetler Birliği liderliğindeki doğu sosyalist blokundan yanaydı. Batı’nın Körfez’deki bekçisi olan Pehlevi İran, ABD liderliğindeki Batılı kapitalist kampın bir parçasıydı. Ancak iki ülke arasındaki ilişkiler normaldi, aralarında herhangi bir gerginlik ve olumsuzluk yaşanmadı.

İran’daki 1979 Devrimi sırasında Pehlevi rejimi düşmeden önce, her iki ülke de Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütünün (OPEC) bir üyesi olduğu için aralarında iletişim devam ediyordu. O dönemlerde dünya, enerji meselelerinin bölgesel ve uluslararası politika üzerindeki artan etkisine tanık oluyordu.

Cezayir Mart 1975’te “OPEC” üye ülkelerinin liderlerinin katılımıyla ilk OPEC zirvesini düzenledi. Cezayir, bu zirvenin oturum aralarında İran ve Irak arasında arabuluculuk yaparak İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi ve Irak Devlet Başkan Yardımcısı Saddam Hüseyin’i sınır anlaşmazlığını çözmek için bir barış anlaşması imzalamaya ikna etti. O zamanlar Irak ile İran arasında tehlikeli bir şekilde alevlenen bu durum, 70’lerin ortalarında iki ülkeyi savaşın eşiğine getirmişti. Cezayir’in bu anlaşmayı başarılı bir şekilde yapması, Cezayir-İran ilişkilerinin o dönemlerde olumlu olduğunun bir göstergesidir.

İranlı gazeteci Arash Azizi, 11 Ekim 2020’de IRANWIRE’da yayımladığı haberde şöyle demektedir: “İran devriminin ilk protestoları Aralık 1978’de gerçekleştiği zaman, Fransa Cumhurbaşkanı Valerie Giscard d’Estaing, Cezayir Devlet Başkanı Huari Bumedyen’den Pehlevi rejimine karşı çıkan İranlı din adamı Ruhullah Humeyni’yi barındırmayı kabul etmesini istedi. Bumedyen muhtemelen Cezayir’in İran içi bir çatışmaya karışmasını istemiyordu. O dönemde d’Estaing, Humeyni’yi Fransa’dan çıkarmak üzereydi. Ancak Bumedyen bu teklifi reddetti.” Belki Bumedyen, Cezayir'in İran'ın iç çatışmasına karışmasını istemiyordu. Ancak Cezayir, devrimci mirasına uygun olarak İran devriminin başarısını ve Cezayir'in Humeyni ve arkadaşlarının İran'da iktidara gelişini memnuniyetle karşıladı. Cezayir, 1980-1988 İran-Irak savaşına karşı resmî olarak tarafsız kalsa da bu savaşa karşı çıkmış ve İran'a eğilimli bir siyaset izlemiştir. Öte yandan Cezayir, 1980’de İran-ABD diplomatik ilişkileri sekteye uğradığında, İran’daki ABD çıkarlarını destekleyen ülke konumundaydı. Cezayir, Tahran’daki 1979-1981 yıllarında ABD Büyükelçiliğinde alıkonulan ABD’li rehineler krizinin çözümünde de arabuluculuk rolü üstlendi. Eski Cezayir Cumhurbaşkanı Şadli Bencedid 1982’de İran’ı ziyaret etti.

Ancak İran’ın nüfuzunu artırmak için bölge ülkelerinin iç işlerine müdahale etme ve onları istikrarsızlaştırma anlamına gelen “İslam devrimini ihraç etme” esasına dayalı yeni politikalarını uygulamaya başlamasıyla iki ülke arasındaki ilişkiler bozulmaya başladı. Doksanlı yılların başlarında Cezayir’de iç silahlı çatışmalar patlak verdiğinde, Cezayir o dönemde İran’ı, “İslami Selamet Cephesi”ne para ve silah temin etmekle suçladı. Cezayir, Ocak 1992’de Tahran’daki büyükelçisini geri çekti ve İran büyükelçisinden Cezayir’i terk etmesini istedi. Ayrıca Cezayir, ABD’nin İran’daki çıkarlarını temsil görevinden de çekildi.

Abdulaziz Buteflika’nın Cezayir Cumhurbaşkanı olarak iktidara gelmesiyle iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler Eylül 2000’de yeniden tesis edildi. Ekim 2001’de karşılıklı büyükelçiler atandı ve Buteflika, Ekim 2003’te İran’ı ziyaret etti.  İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Ekim 2004’te Cezayir’i ziyaret etti. Ancak bu dönemde iki ülke arasındaki ilişkiler geleneksel seyrinde kalmış ve İran’ın faaliyetlerine ilişkin Cezayir’de yeni kaygıların ortaya çıkması nedeniyle gelişmemiştir. Cezayir medyası ile Cezayir’deki bazı siyasi çevreler, Cezayir içinde faaliyet gösteren, topluma yabancı mezhepsel inanç ve uygulamaları yaymaya çalışan ve ülkede mezhepsel gerilimlere yol açabilecek İran destekli ağların varlığından her zaman bahsetmiştir.

İki Ülke Yakınlaşması ve Bölgesel Dinamikler
Cezayir ile İran’ın son dönemdeki yakınlaşmasının arkasında üç faktör bulunmaktadır. Birinci faktör, son dönemdeki Fas-İsrail yakınlaşmasına Cezayir’in verdiği tepkidir. Cezayir, Fas-İsrail yakınlaşmasını kınamakta ve bunun Cezayir’in güvenliğini ve istikrarını hedef aldığını ifade etmektedir. Cezayir ile Fas arasındaki gerilimin devam ettiği bir dönemde, Cezayir’in İsrail ile normalleşmeye karşı duran tutumu da bilinmektedir. Bu bağlamda Cezayir’in, İran’a yakınlaşarak Fas’a şu mesajı iletmek istediği söylenebilir: “Eğer İsraillileri yakınlaştırarak bizi kışkırtmayı planlıyorsanız, biz de İranlıları sizinle ve sizin getirdiğiniz İsraillilerle karşı karşıya getirebiliriz!”

İkinci faktör, Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun’un Aralık 2019’da iktidara gelmesiyle özellikleri belirginleşen Cezayir dış politikasının yeni doktrinidir. Bu doktrin, tüm uluslararası ve bölgesel ufuklara açık olmaya, Cezayir’in son otuz yıldır süren tecridini kaldırmak için Cezayir diplomasisini canlandırmaya, uluslararası arenada Cezayir’i tekrar önemli bir aktör hâline getirmeye ve bölgesel konumunu geçmişte olduğu gibi güçlendirmeye dayanmaktadır.

Üçüncü faktör ise Cezayir'in, Suudi Arabistan ve İran, BAE ve İran, Bahreyn ve İran, Ürdün ve İran, Mısır ve İran gibi son dönemde bölgede tanık olduğu Arap-İran ilişkilerinin normalleşme dalgasıyla özdeşleşme arzusudur. Bu sayede Cezayir, büyük uluslararası güçlerin diktaları dışında, bağımsız bir bölgesel ilişki sistemi kurma çabaları içinde olan Arap diplomasisine ayak uyduracaktır.

İran Devrimi’nden sonra Arap-İran ilişkilerinin modern tarihine baktığımızda, bu ilişkilerdeki başarısızlığının temel sebebinin İran politikaları olduğunu görüyoruz. İran 1979 Devrimi’nden sonra bölge ülkeleriyle ilişkilerinde hep “Devlet İran” ile “Devrim İran”ı karıştırdı. Bu nedenle İran, uluslararası, diplomatik, ekonomik ve kültürel ilişkilerde geleneksel iş birliği çerçeveleriyle yetinmemiş, ideolojik ve mezhepsel ilkelerini bölge ülkelerinin toplumlarında pazarlamak için her zaman fırsat kollamıştır.

Cezayir’deki eski İran Kültür Ataşesi “Amir Musavi”nin davası hafızalarda tazeliğini koruyor. Bu ataşe, 2014-2018 yılları arasında Cezayir’deki İran Büyükelçiliğinde görev yaptı. Ancak 2016’dan itibaren adı tartışma konusu olmaya başladı ve sosyal medya üzerinden, “iki ülke arasında kültürel ve ekonomik alanda yakınlaşma kisvesi altında Cezayir’de Şiiliği yaydığı” iddiasıyla hakkında Cezayir’den sınır dışı edilmesi için büyük bir kampanya başlatıldı. Bazı Cezayirli siyasetçiler ve medya uzmanları, bu İran ataşesini mezhepçi fikirlerinden etkilenenleri yönlendirmek, onlara mali destek sağlamak ve onlar için İran, Suriye ve Irak’a geziler düzenlemekle suçladı. Hatta bazıları bu ataşeyi bazı Cezayirlileri Kum ve Necef’teki dinî eğitimlere katılmaya zorlamasının yanı sıra onları İran Devrim Muhafızları’na istihbari ve askerî konularda eğitim vermekle suçlayacak kadar ileri gitti. Ancak Cezayir hükûmeti, Eylül 2018’de Cezayir’den ayrılan bu İran ataşesine karşı herhangi bir resmî suçlamada bulunmadı ve dönemin kaynakları, İran’dan bu ataşeyi Cezayir topraklarından çıkarmasını isteyenin Cezayir hükûmeti olduğunu ileri sürdü.

İran, Arap dünyasında hâlâ İran etkisinden uzak olan tek bölge olduğu için Kuzey Afrika’yı onlarca yıldır gözlerini bu bölgeye çeviriyor. İran, pratikte Irak ve Yemen’deki odak noktaları aracılığıyla Basra Körfezi, Arap Denizi, Kızıldeniz ve Arap Yarımadası’ndaki nüfuzunu güçlendirmiştir. Aynı bağlamda İran, Irak’ın yanı sıra Suriye ve Lübnan’daki odak noktaları aracılığıyla Levant bölgeleri ve Akdeniz kıyıları üzerindeki etkinliğini de sağlamıştır. İran’ın Irak’taki etkisinin İran’ın Ortadoğu stratejisine birçok faydası var: Tahran-Bağdat-Şam-Beyrut hattı artık engelsiz bir şekilde kullanılabilmektedir.

Fas’ın Birleşmiş Milletler Daimî Temsilcisi Ömer Hilal, 27 Ekim 2022’de BM Güvenlik Konseyi’nin Batı Sahra konusunda New York’ta yaptığı toplantının sona ermesinin ardından düzenlediği basın toplantısında, "İran’ın ve Lübnan Hizbullah milislerinin genel olarak Kuzey Afrika’da ve özellikle Cezayir’in Tinduf bölgesinde var olduğunu" belirtmiştir. Fas Büyükelçisi, “İran, Polisario milislerini eğitme aşamasından onları silahlandırma ve onlara bir insansız hava aracı sevkiyatı sağlama aşamasına geçtiğini”, "İran’ın Polisario Cephesi’ne İran menşeli insansız hava araçları sağlamasının bölgesel güvenlik açısından ciddi bir dönüş noktası olduğunu" ifade etmiştir.  Ayrıca “İran, Suriye’nin istikrarını baltaladıktan sonra sıra Yemen, Irak ve Lübnan’a geldi. Şimdi de bölgemizi istikrarsızlaştırma sürecindeler. Bu sadece Fas’ı değil, Kuzey Afrika bölgesindeki tüm ülkeleri etkilemektedir” demiştir. Ancak Cezayir’in “Batı Sahra” Büyükelçisi Abdülkader Talib Umar, 29 Ekim 2022’de Al-Hurra internet sitesine yaptığı açıklamada, Polisario ile İran arasında herhangi bir askerî iş birliğinin varlığını yalanlamış, bu suçlamaların “yanıltıcı ve mesnetsiz bir propaganda” olduğunu söylemiştir.

Fas, daha önce de İran’ı Polisario Cephesi’ni eğitmek için Lübnan Hizbullahı üyelerini göndermesi ve Batı Sahra’nın Fas’tan ayrılmasını ve ona silah temin etmesi gibi gerekçelerle suçlamış ve Mayıs 2018’de İran ile ilişkilerini kesmiştir. Fas Büyükelçisi’nin suçlamaları geçerli olsun ya da olmasın, Fas Dışişleri Bakanlığının bu suçlamaları bu derece bir güvenle, tereddütsüz dile getirmesi, İran’ın bölgedeki politikalarına dair çoğu Arap hükûmetinin ve Arap kamuoyunun büyük bir kısmının sahip olduğu olumsuz izlenimi yansıtmaktadır.

İran’ın, Kuzey Afrika’ya yönelirken Türkiye’nin bu bölgedeki varlığını dikkate alması beklenen bir durumdur. Türkiye son yıllarda bu bölge ülkeleriyle ekonomik, kültürel ve askerî alanlarda önemli stratejik ortaklıklar kurmuştur. Bu bağlamda İran, Türkiye’nin Kuzey Afrika’daki deneyiminden yararlanırsa, bu İran adına doğru bir adım olur. Hatta Türkiye Kuzey Afrika bölgesinde “kazan-kazan politikası” izlediği için bölge halklarının çıkarına olur. Türkiye de sadece bölge hükûmetleriyle ilişki içinde olup bu ülkelerde devlet dışı herhangi bir aktörle ilişki kurmamaktadır.  Bu tür bir politikanın Kuzey Afrika bölgesinin güvenlik ve istikrarını desteklediği görülmektedir.

Cezayir, kuşkusuz, tüm bu endişelerin farkındadır ve İran ile yakınlaşmanın faydalarıyla risklerini değerlendirmeye hazırdır. Bölgesel gerilimleri yatıştırma ve bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesine katkıda bulunma seçeneği, dış politikadaki bilgeliğin kanıtıdır. Aynı şekilde, ortak çıkarlara dayalı bölgesel iş birliği, bölge ülkelerinin hükûmetlerinin halklarına karşı sorumluluk duygusunun yüksek olduğunun bir göstergesidir.

Sonuç olarak, Arap-İran ilişkilerini normalleştirmeye yönelik tüm çabaların başarıya ulaşmasının temel göstergesi İran’ın bölgede iş birliğine dayalı politikalar benimsemeye, ülkelerin egemenliğine saygı göstermeye, iç işlerine müdahale etmemeye ve bölge toplumlarına ideolojik projelerini ihraç etme çabalarından vazgeçmeye hazır oluşuna dayanmaktadır. Bu, başarının “Devlet İran”ın dış politikada “Devrim İran”ın rolünü küçültme gücüne bağlı olduğu anlamına gelmektedir.