Gazze'ye Yardım Konferansı'nı Anlamlandırmak

Araş. Gör. Ceyhun Çiçekçi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi
Filistin Barış Görüşmeleri'nin son raundundaki başarısızlık, bölgedeki tansiyonu tırmandırmış ve İsrail Ordusu'nun yaz aylarında düzenlediği operasyonla nihayet bulmuştur. Bu müdahale esnasında, Gazze'deki pek çok yerleşim yeri yoğun bombardımana tabi tutulmuş ve 2000'li yılların en yüksek insani kayıp rakamlarına sebep olunmuştur. Birleşmiş Milletler'in açıkladığı rakamlara göre, müdahale süresince 2000'in üzerinde insan hayatını kaybetmiş ve bunların yaklaşık olarak p'ini siviller oluşturmuştur. 20.000'in üzerinde yerleşim yeri/konut yıkılmış ve 100.000'den fazla insan evsiz kalmıştır. Bölgedeki altyapı imkanları da ciddi hasara uğratılmakla birlikte sivil hayatı kesintiye uğratacak bir durum arz etmektedir.
 
Müdahalenin Gazze'de yaşayan sivillere yönelik bu denli ağır sonuçlar üretmesi, hem düzenlenen operasyonun "meşruiyetini" yok etmiş hem de Gazze'deki sivillerin manipülasyonunu kolaylaştırmıştır. Operasyon süresince İsrailli siyasiler tarafından da sıklıkla ifade edildiği üzere, Gazze'deki HAMAS varlığı, olası bir IŞİD sızmasına nazaran, İsrail'in ulusal güvenliği açısından ehven-i şerdir. Fakat sivil yaşamın yoğun tahribi ve IŞİD'in "parlak cv'si" birlikte düşünüldüğünde, Gazze'de yaşayan kitlelerin IŞİD'e ya da benzeri radikalist örgütlere devşirilmesini kolaylaştırabilir.
 
Gazze'nin hali hazırdaki yetersizlikleri ve üretebileceği yeni sorunlar, uluslararası toplumu "hızlı" hareket etmeye sevk etmiş ve Gazze'nin yeniden imarı için uluslararası bir yardım konferansı düzenlenmesine karar verilmiştir. 12 Ekim tarihinde Kahire'de gerçekleştirilen konferans, arkaplanı ve üretebileceği potansiyel sonuçlar açısından incelenmeyi hak ediyor.
 
Konferansın Arkaplanı
 
IŞİD Etkisi
IŞİD'in özellikle Musul'u ele geçirmesi ve akabinde Kürt bölgelerini taciz etmesi, konunun bölgesel bağlamını aşarak küresel bir ölçeğe kavuşmasına imkan sağlamış ve başta ABD olmak üzere uluslararası toplumun dikkati IŞİD merkezli "küresel tehdide" kaymıştır. Günümüzün "Napolyon Bonapart'ı" olarak IŞİD, ürettiği görsel materyal ve söylem vasfıyla çağdaş medeniyete ve bölgesel/küresel müesses nizama yönelmiş ciddi bir tehdit olarak algılandı. Tehdidin bu denli kritik önemde olması, bölge devletlerinin ve bölgeyle ilişiği bulunan küresel güçlerin acil eyleme geçmeleri "gerekliliğini" doğurdu. IŞİD'in İslami referanslara vurgu yapması, İsrail siyasetinin sağ unsurlarını da harekete geçirerek, IŞİD "fırsatını" değerlendirmeye ve HAMAS'la eşleştirerek, direniş hareketini marjinalize/radikalize etme çabalarına yöneltti. Başta Başbakan Netanyahu olmak üzere pek çok İsrailli sağ siyasi figür, HAMAS ile IŞİD arasında herhangi bir fark olmadığını, ikisinin de aynı amaçlara hizmet ettiklerini vurguladılar. Hal böyle olunca, HAMAS açısından ulusal birlik hükümetine iştirak ederek kurgulanan aleyhte söylemleri pasifize etme gerekliliği öne çıktı. Uluslararası toplum açısından da Gazze'de olası bir IŞİD fraksiyonunun önünü alma ihtiyacı hasıl oldu. Savaş sonrası ekonomik ve sosyal imkanların oldukça sınırlandığı Gazze, en az Suriye ve Irak kadar, bu radikal yapılanmaya devşirilebilecek insan potansiyelini barındırıyor olabilirdi. İsrail için kabus senaryosu, yanıbaşında kurgusal (HAMAS'ın IŞİD gibi lansmanı) değil ama oldukça gerçek bir IŞİD ile yaşamaktı.
 
Filistin'de Ulusal Birlik Hükümeti
İsrail Ordusu tarafından yürütülen Koruyucu Hat Operasyonu süresince HAMAS'ın stratejik yalnızlığı konjonktürel bir realite olarak barizleşmiştir. Mısır'da Mursi yönetiminin bir askeri darbeyle görevinden uzaklaştırılması ve HAMAS'ın Suriye İç Savaşı'nda Esad'a muhalif bir pozisyona konuşlanması; Gazze'deki jeostratejik sıkışmışlığın "çıkış yollarının" da kaybedilmesi anlamına geliyordu. General Sisi yönetimindeki Mısır, HAMAS'ı "terörist bir oluşum" olarak sınıflandırırken, İran-Suriye-Hizbullah hattı da HAMAS'ın Esad muhalifi pozisyonu sebebiyle ilişkilerine mesafe koyuyordu. Bu sebeplerden ötürü, İsrail'in Gazze müdahalesi boyunca ağırlıkla Türkiye ve Katar'ın "sesleri" duyuldu. Bu durum ise HAMAS'ın oldukça yalnız olduğunun bir göstergesiydi ve ulusal birlik hükümetinin kuruluşuna giden süreç bu temel girdi üzerine inşa edildi. 
 
Ayrıca ulusal birlik hükümeti tesis edilemeseydi, söz konusu yardım konferansı da gerçekleşemeyebilirdi. En nihayetinde HAMAS, uluslararası toplum nezdinde tek başına bir muhatap olarak kabul edilmemekte, Filistin Yönetimi (Oslo Süreci'yle belirlenen Filistin Otoritesi) muhatap alınmaktadır. Gazze'de kurulan de facto otorite, HAMAS'a Filistin Yönetimi'nden bağımsız bir siyasal meşruiyet kazandırmamaktadır.
 
Zemin hazırlayan bir diğer husus olarak, Abbas'ın BM nezdinde yürüttüğü çalışmalar, Filistin'in, İsrail'in oluru olmaksızın, tek taraflı bir girişimle hukuken devletleşmesini hedefliyor. Bu bağlamda ilk aşama Kasım 2012'de gerçekleşti. Daha sonrasında da 15 ayrı uluslararası anlaşmaya imza koyan Abbas yönetimi, Filistin'in bir devlet olarak uluslararası camia tarafından tanınmasına giden yolu hızlandırıyor. Bugünlerde de yine Abbas'ın dile getirdiği ve BM Güvenlik Konseyi'ne sunacağını belirttiği bir taslak var. İsrail'in işgal edilmiş topraklardan çekilmesini Güvenlik Konseyi nezaretinde net bir şekilde tarihlendirmeyi amaçlayan bu taslak, Rusya'nın desteğine de mazhar olmuş gözüküyor. Bu tanınma pratiği de İsrail açısından konuyu gündemde tutuyor.
 
Gazze'ye Yardım Konferansı: Money Rules?
 
Yukarıda belirtilen hususlar, Gazze'ye yönelik ilginin tetikleyicileri ya da zorlayıcıları olarak okunabilir. Bu bağlamda, Kahire'de gerçekleştirilen Gazze'nin yeniden inşası için yardım konferansına 50 devletin temsilcileri ve çeşitli uluslararası örgüt temsilcileri iştirak etti. Filistin Yönetimi'nin konferans öncesi yaptığı açıklamalarda, Gazze'nin en az 4 milyar dolara ihtiyacı olduğu vurgulanmıştı. Bu konferansta toplanan yardımlar ise bahsi geçen rakamı ekarte ederek 5.4 milyar dolara ulaştı. En yüksek rakamı 1 milyar dolarla Katar sağlarken, ABD 212 milyon dolar, Avrupa Birliği 568 milyon dolar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye de 200'er milyon dolar yardımda bulunacaklarını beyan ettiler. Söz konusu yardım miktarlarının 3 senelik bir periyot içerisinde teslim edilmesi planlanıyor.
 
Gazze'ye yönelik İsrail müdahalelerinin hemen hepsinde olduğu gibi uluslararası toplum, müdahale süresince sessiz kalmayı ya da cılız tepkiler vermeyi tercih etmiştir. Sivil kayıpların sayısının hızla artması, tepkilerin şiddetini de arttırmış ve fakat müdahalenin sona erdirilmesine yönelik "zorlayıcı" herhangi bir tedbir alın(a)mamıştır. Daha ziyade İsrail ve HAMAS arasında yaşanan savaş halinin bir an önce sonlandırılması açısından arabuluculuk faaliyetleri icra edilmiş, hatta bu çabalar da bölgesel meselelerde pivot rolü atfedilen Mısır üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda yardım konferansını, uluslararası toplumun önüne geçmekte gayet yetersiz kaldığı bir gelişmeye karşı "günah çıkarma" seansı olarak okumak da mümkündür.
 
Ayrıca belirtilmesi elzem bir diğer husus ise uluslararası politikada insani yardımın, salt vicdani gerekçelere yaslanabileceği gibi yumuşak güç unsuru olarak prestij politikalarına da tekabül edebileceğidir. Bu bağlamda Kanada, Japonya, Norveç gibi ülkelerin küresel düzlemdeki politikaları, bizatihi bu tanımı doğrular niteliktedir. Bu konferansı da bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. Özellikle Katar'ın yapmış olduğu 1 milyar dolarlık yardım, küresel bir güç olarak ABD'nin 212 milyon dolarlık yardımının yaklaşık 5 mislidir. Tek başına bu veri dahi, bölgesel düzlemde Katar'ın oynamak istediği role açıklık getirebilir.
 
Öngörülebilir Sonuçlar
 
Mısır'ın Bölgesel Meşruiyetinin Restorasyonu
Mısır'da seçim yoluyla iktidara gelmiş bulunan Mursi yönetiminin bir askeri darbeyle devrilmesi, siyasal meşruiyetten yoksun bir iktidar yapılanmasını da beraberinde getirdi. Arap Baharı'nın en mühim "kazanımı" olarak addedilen Mübarek yönetiminin düşüşü, Sisi darbesiyle birlikte restore edilmiş oldu. Lakin Sisi'nin siyasal meşruiyete acil ihtiyacı, ulusal siyasal dinamiklerden ziyade bölgesel gelişmeler ekseninde giderildi. Koruyucu Hat Operasyonu sürecindeki ve akabindeki ateşkeslerin hemen hepsi, Hamas'ın diretmelerine rağmen, Mısır'ın arabuluculuğunda gerçekleştirildi. Gazze'ye yardım amacıyla düzenlenen konferansa da ev sahipliği yapan Mısır, böylece Filistin "davasındaki" ve dolayısıyla bölge siyasetindeki pozisyonunu da konsolide etmiş oldu.
 
Filistin Barış Görüşmeleri
Konferansa katılan hemen bütün ülke ve uluslararası örgüt temsilcilerinin vurguladığı bir nokta da Filistin Barış Görüşmeleri'nin yeniden başlamasının gerekliliği üzerineydi. Hali hazırda yürütülen yardım konferansının Gazze'yi yeniden imar için gerekli yardım miktarlarına ulaşmasının, Filistin'de kalıcı barışın tesisi için yetersiz olduğu özellikle belirtildi. Filistin Sorunu'nun sürdürülebilir bir barışa ulaşmadığı müddetçe bu yardım konferanslarının son olmayacağı da dile getirildi. Bu noktada, İsrail tarafına da açık mesajlar yöneltildi. Özellikle Mısır arabuluculuğunda gerçekleştirilen ateşkes görüşmelerini müteakiben barış görüşmelerinin de yeniden başlatılması için çeşitli telkinler zikredilmişti. Fakat hali hazırda böyle bir gelişme, İsrail'de hükümet eden koalisyonun sınırlarını zorlayacak niteliktedir. Filistin'de ulusal birlik hükümetinin kurulmuş olması, Filistin Yönetimi kabinesinin geçtiğimiz hafta içerisinde Gazze'de toplanmış olması ve Gazze'nin sınır kapılarına Filistin Yönetimi güçlerinin yerleşmesiyle birlikte, Filistin Barış Görüşmeleri'nin yeniden başlayabilmesi adına uygun zemin yaratarak, HAMAS üzerine düşeni yapmış görünmektedir. Bu açıdan, Gazze müdahalesi boyunca hükümet ortakları tarafından Gazze'deki gelişmelere sert tedbirler almamakla eleştirilen Netanyahu'nun siyasi geleceği, Filistin Barış Görüşmeleri'nin akıbetini belirleyebilecek bir önem arz ediyor. Olası bir yeni hükümet konfigürasyonunda, İşçi Partisi liderliği söz konusu olabilir ve barış görüşmelerinin başarı şansı da yükselebilir. Fakat hali hazırdaki hükümetin barış görüşmelerinde ilerleme sağlayabileceğine inanmak, oldukça güç...