İsrail Bedevileri ve Prawer-Begin Yasası

Ceyhun Çiçekçi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi ceyhuncicekci@comu.edu.tr
İsrail siyasetinde bir süredir gündemde olan konu başlığı, özellikle Necef Çölü'nde yaşamlarını sürdüren Bedevileri yakından ilgilendiriyor. İsrail devletinin Necef'e yönelik bir yeniden düzenlemeye gitmek istemesi, bölgede yaşayan İsrailli Bedevilerin hayatlarını radikal bir biçimde etkileyeceğe benziyor. Uluslararası kabuller itibariyle yerli bir halk oldukları tescillenen Necefli Bedevilere yönelik bütün potansiyel tasarruflar, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası toplumun da dikkatini çekiyor.
 
Prawer-Begin Yasası: Algılar ve Olgular
 
Necef Çölü'nün İsrail açısından önemine dair devletin kurucu lideri David Ben-Gurion'a kadar geriye götürülebilen bir atıf silsilesi mevcut. Ben-Gurion, 1955 yılında kaleme aldığı bir makalede Necef Çölü'nün İsrail için oldukça önemli bir bölge olduğunu ve bu alanın İsrail devleti ve dolayısıyla Siyonist ideoloji açısından temel sınav olduğunu belirtmiştir. Bir çölün modern tekniklerle modern hayatın ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir alana dönüştürülmesi, İsrail devletinin hanesine olağanüstü bir başarı puanı olarak not edilecektir. Yine bu bağlamda Necef'in Bedevilerden tamamıyla arındırılması gerektiğine yönelik aşırı fikirler de ortaya atılmış ve fakat siyaseten marjinal bir noktayı temsil etmesinden ötürü uygulama imkanı bulunamamıştır.
 
İlk versiyonu Ehud Prawer'ın başında bulunduğu komisyon tarafından hazırlanmış bir rapor olan yasa tasarısı, Benny Begin tarafından revize edilerek Knesset'in gündemine getirildi. Yasa önerisine konu olan alanda İsrailli Bedevilerin yaşadıkları 35 ayrı yerleşim birimi söz konusu. Bu yerleşim birimlerinin nüfus ebatları ise oldukça değişken. 500 kişi ila 5000 kişinin birarada yaşadığı birimler, Prawer-Begin Yasası kapsamında yıkılacak ve akabinde ya ekonomik kalkınma planı dahilinde ya da askeri faaliyet alanı çerçevesinde değerlendirilecek. Bu aşamadaki kilit problem ise bölgedeki yerleşim birimlerinin İsrail devleti nezdinde yok hükmünde sayılmaları. Bir diğer ifadeyle, bu yerleşim birimleri İsrail devleti tarafından tanınmıyor (burada "recognition" anlamında). Devlet nezdinde tanınmayan bu yerleşim birimlerine elektrik ve şebeke suyu dağıtımı ya da kanalizasyon gibi en temel belediye hizmetleri dahi sunulamıyor. Bu durum, bölgede yaşayan Bedevilerin de tepkisini çekmekte. Söz konusu yerleşim birimlerinin devlet nezdinde tanınabilmeleri için başvuru yaptıkları biliniyor.
 
İsrail devletinin ekonomik kalkınma planları doğrultusunda bölgeyi modernleştireceği ve dönüştüreceği sıklıkla vurgulanan önemli bir husus. Yukarıda da belirtildiği üzere, İsrail devletinin kuruluş yıllarına kadar dayanan bu Necef misyonerliğinin "rüşt ispatlama" gibi bir milli gerekçesi olmakla birlikte bir diğer sebebinin de kurucu ideolojinin Avrupai ve modernist (sıklıkla sosyalizan) referanslarıyla birlikte düşünüldüğünde ortaya bir "medeniyet elçisi Yahudi" kimliği çıkarmasıdır. Modernite paradigmasıyla değerlendirildiğinde geri kalmış, çölün ortasında barakalarda yaşayan ve kent hayatından bihaber kitlelerin modernizasyonu, işte bu hikmeti kendinden menkul elçi kimliğiyle gerçekleştirilebilir, kamuoyunca kabul görebilir ve hatta ulusal onuru kabartabilir.
 
Yasa önerisi kapsamında Bedevilerin yaşamakta oldukları yerleşim birimlerini terk etmeleri ve devlet eliyle yapılacak olan bölgelerde ikamet etmeleri isteniyor. Devlet eliyle hazırlanacak olan bu bölgelerde her türlü belediye hizmetinin sunulacağı ve Bedevilerin işsizlik sorununa önemli bir çözüm sunacağı dile getiriliyor. Fakat Bedevilerin hali hazırdaki topraklarından göç etmeleri, söz konusu topraklar üzerindeki hak iddialarından da vazgeçmeleri anlamına gelecek. İsrail devletinden daha eski olan bu yerleşimler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde de net bir şekilde tapulandırılmamış. Buna mukabil, aynı bölgede ve hatta Bedevi yerleşimlerine oldukça yakın bölgelerde kurulmuş bulunan Yahudi çiftlikleri de mevcut. Söz konusu yasanın bu kesimlere yönelik olmadığı biliniyor ve Bedeviler arasında ayrımcı (ve hatta faşizan) bir yasa önerisi olarak algılanmasına sebep oluyor. Sonuç itibariyle bu durum, hem bölgede yaşayan Bedevilerin haklarına zarar verebilir hem de İsrail toplumundaki olumsuz algıları karşılıklı olarak besleyebilir. İsrail medyasında yayınlanan değerlendirmelere bakıldığında bu olumsuzluğu tespit etmek de kolaylaşıyor. Necef'in İsrail'in elinden çıktığı ya da hiçbir zaman İsrail'e ait olmadığı yönündeki değerlendirmeler de konunun özellikle merkezin sağındaki partiler ve temsil ettikleri kitleler açısından bir nevi "ulusal egemenlik" başlığında ele alınmasına ortam hazırlıyor, ötekileştirme atmosferini ve dolayısıyla güvenlikleştirici güdüleri körüklüyor.
 
Analitik Bir Çözümleme Önerisi
 
Güvenlik söylemi, referans aldığı "değer" üzerine inşa edilir. Bu değer; ulusal kimliğin sürekliliğini, ulusal ekonominin bekasını ya da teritoryal bütünlüğü işleyebilir. Karar vericilerin ajandalarındaki öncelik sıralamalarına göre ilgili "değere" yönelik tehdit haritası şekillendirilebilir. Güvenlik söylemi, kamuoyu nezdinde sıklıkla bir meşrulaştırım yöntemi olarak da kullanılır. Güvenlik kelimesinin doğası itibariyle varlık-yokluk ilişkisine atıf yapması, söyleme maruz kalan kitlelerde bir "acil durum psikozu" yaratır ve kamuoyu nezdinde inandırıcılığı yüksek kişi ve kurumlar vasıtasıyla dillendirilen öneriler, kamuoyunun alelacele onaylama eğilimiyle yürürlüğe girerler. Güvenlik dilinin barındırdığı bu hassasiyetler, güvenlik dilini kullanmaya ehil kişi ve kurumlarda olağandışı bir politik güç üretir. Bu politik güce sahip kişilerce önerilmiş "tehdidin", ivedi önlemler gerektirdiğine yönelik oluşturulan algı aracılığıyla, insan hak ve hukuku rahatlıkla ihlal edilebilir.
 
Necef Çölü'nde hayatlarını idame ettirmeye çalışan İsrailli Bedevilerin, İsrail siyaseti açısından yıllardır tartışılıyor olmasının altında yatan birkaç temel sebep de bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu sebeplerden ilk akla geleni, bölgeye yönelik askeri planların varlığıdır. İlk bakışta askeri güvenliğin sağlanmasına yönelik bir hamle olarak okunabilecek bu girişim, İsrail sınırları dahilinde yaşamlarını sürdüren Arap azınlıklara yönelik süregiden bir stratejik aklın da varlığını ortaya koyuyor. Tarihsel olarak Gazze, Sina yarımadası ve Ürdün ile varolan etnik/kültürel devamlılık, İsrail siyasetindeki özellikle sağ siyasal klikler açısından stratejik bir açık olarak değerlendiriliyor. Bu değerlendirme, askeri kesimler tarafından da paylaşılıyor. Buna göre, olası bir savaş senaryosunda bölgedeki Bedeviler, İsrail'in yumuşak karnını teşkil edecekler ve provokasyona açık bir pozisyonda kalacaklar. Bu perspektif itibariyle, bölgede dağınık ve minimum denetime tabi bir şekilde hayatlarını sürdüren Bedevi toplumunun devletin kontrolünde ve belirli alanlarda yaşamasını sağlamak elzem. 
 
Bu sebeplerden bir diğeri ise Necef Çölü'nde göçebe bir hayat tarzına sahip Bedevilerin hızla artan nüfusları. Söz konusu demografik veriler, İsrailli karar vericiler açısından toplumsal güvenliğe dönük tehditler olarak algılanıyor. İsrail devleti bağlamında toplumsal güvenlik, Yahudi ulusal kimliğinin bekası anlamına geliyor. İsrail'de yaşayan Yahudi toplumunun toplam Arap nüfus karşısında demografik açıdan dezavantajlı bir pozisyona gerileme ihtimali, devlet politikalarını da domine ediyor ve devletin Yahudi kimliği konsolide edilmeye çalışılıyor. Bedevi nüfusun kontrol altına alınması, bu bağlamda, büyük önem taşıyor.
 
Son olarak, Bedevilerin göçebe yaşamlarına binaen ulusal ekonomiye katılım göster(e)memeleri ve dolayısıyla piyasa mekanizmalarının (ve dolayısıyla devletin) kontrolünden muaf olmaları da önem arz ediyor. Bedeviler, modern ekonomilerin dayandığı üretim ilişkilerinden azade, geçimlik bir ekonomik düzenin pratiklerine yönelmelerine ortam hazırlayan bir yaşam tarzına ve ortamına sahipler. Lakin bu durum, İsrailli karar vericiler açısından ekonomik güvenlik perspektifinden algılanıyor ve ulusal ekonomi adına ciddi bir kayıp olarak değerlendiriliyor. Çünkü gerekli düzenlemeler hayata geçirilebilirse sahip oldukları ortalama nitelikler itibariyle ucuz işgücü olarak emek piyasasına girebilirler. Bu bağlamda üretilecek patronaj ilişkileri ve kent hayatı sayesinde Bedevilerin finansal ve dolaylı olarak fiziksel denetimi de arttırılabilir.
 
Sonuç
 
Prawer-Begin Yasası'nın önerdiği, İsrailli Bedeviler için devlet eliyle oluşturulacak yeni yerleşim birimleri, aslında İsrail toplumuna ve siyasetine yabancı unsurlar değil. Yukarıda da belirtildiği üzere Necef'e yönelik siyasal tahayyüller 1950'lere kadar atıflandırılabiliyor. Bu tarihlerden bu yana Necef Bedevilerine yönelik devlet eliyle kurulmuş 7 adet yerleşim birimi mevcut. Fakat bu yerleşim birimlerinin fonksiyonelliği oldukça tartışmalı. Temel bir takım belediye hizmetleri (aksaklıklarına rağmen) sunulmuş olmakla birlikte kronik sorunların devam ettiği rahatlıkla teşhis edilebilir. Söz konusu 7 yerleşim biriminin belki de en mühim katkısı, Necef Çölü üzerindeki hak iddialarının netleştirilmesidir. Çünkü bu dönemde devlet eliyle kurulmuş yerleşim birimlerine transfer edilen Bedeviler, çöl arazisinde yaşadıkları alanlara yönelik mülkiyet iddialarından vazgeçmişlerdir.
 
Hem Prawer komisyonunun çalışmaları ve hem de yasa tasarısının Knesset'te ve dolayısıyla kamuyounda tartışıldığı süre boyunca ivmelenen tansiyonun ürettiği protesto gösterileri ve akabinde uluslararası toplumdan gelen reaksiyonlar, yasa tasarısının Knesset'teki ilk oylamadan geçmiş olmasına rağmen, hükümeti geri adım atmaya zorladı ve yasa tasarısına ismini verenlerden bakan Benny Begin tarafından geçtiğimiz günlerde geri çekildi. Fakat İsrail siyasetinde bu konunun bir "hal yoluna koyulması" gerektiği noktasında geniş çaplı bir konsensüs hakim. İsrail siyaseti, önümüzdeki günlerde bu konu başlığına dair yeni çalışmalara ya da varolan önerilerin revizyonlarına sahne olacağa benziyor...