İsrail Ulusal Güvenliği ve Suriye İdeali

Ceyhun Çiçekçi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi & Moshe Dayan Center
Devletler, ekseriyetle anarşik olarak tanımlanan uluslararası arenada öncelikle beka sorunuyla karşılaşırlar. Her devlet, söz konusu beka sorununu aşabilmek amacıyla ulusal güvenliğini arttırmaya çabalar ve genellikle askeri harcamalara/iyileştirmelere yönelir. Ulusal güvenlik, atfedilen değer üzerinden tanımlanır ve bu değere yönelik tehdit içeren fikir ve eylemlere yönelik tedbirler silsilesini kapsar. Ulusal güvenlik için atıf yapılan değer kimi zaman ulusal kimlik, kimi zaman teritoryal bütünlük, kimi zaman ise ekonomik istikrar olabilmektedir. Olanca muğlaklığına ve yozlaşmaya açık doğasına rağmen, ulusal güvenlik kavramı, günümüz dünyasının önemli bir önkabülüdür.
 
İsrail devleti, kurulduğu günden bu yana neredeyse periyodik olarak askeri tehditlerle karşılaşmış ve bu tehditlere yönelik yine askeri önlemler almak kaydıyla ulusal güvenliğini arttırmaya çalışmıştır. Özellikle soğuk savaş döneminde yaşanmış konvansiyonel savaşların yanı sıra İsrail, bölgedeki İslami hareketlerin güç kazanmasıyla birlikte asimetrik tehditlerle de yüzleşmek durumunda kalmıştır. İsrail dış ve güvenlik politikası, söz konusu tehdit haritasının dönüşümüyle yakından ilintili olarak şekil değiştirmiş ve caydırıcılığın başat rol oynadığı bir perspektifi ön plana çıkarmıştır. Caydırıcılık, İsrail bağlamında düşünüldüğünde, özellikle teritoryal yetersizliklerin "kader belirleyiciliği" sayesinde İsrail elitlerinin ulusal güvenlik değerlendirmelerinde önemli bir yer tutmaya başlamıştır.
 
Günümüzde de hakim strateji ve anlatının caydırıcılık konsepti üzerine kurulduğunu gözlemleyebilmek mümkün. Hal böyle olunca, olası tehditlerin dahi aşırı bir titizlikle değerlendirilmesi önem kazanıyor. Suriye'ye yönelik Amerikan müdahalesinin gündeme gelmesi de benzer bir değerlendirme sürecini beraberinde getirdi.
 
Jeopolitik manada İsrail'in Suriye perspektifi, İran liderliğinde geliştirilen Şii Hilali'nin önemli bir elemanı olmasına dayanıyor. Suriye'nin Esad yönetimi altında varlığını devam ettirmesi, İsrail-Suriye ilişkilerinin çatışmacı doğası göz önünde bulundurulduğunda, pek arzu edilen bir sonuç değil. Fakat Suriye muhalefeti lehine olası bir yönetim değişikliği de İsrail'in "tolere edebileceği" bir yapılanmayı ortaya çıkarmayacak. Esad yönetiminin muhalif kompozisyonu, İsrail literatürüne görece uzun bir zamandır "radikalist" olarak girmiş bulunmakta. İsrail dış ve güvenlik politikası açısından iki ucu keskin bıçak, neresinden tutsa eli kanayacak...
 
İsrail, Suriye ile barış anlaşması imzalamış değil. Ayrıca 1967 savaşı esnasında ele geçirdiği ve daha sonrasında ilhak ettiği Golan Tepeleri'ni de elinde bulunduruyor. Söz konusu bölge, İsrail adına önemli bir jeostratejik kazanç. Şam'a sadece 60 kilometre mesafede olan Golan Tepeleri, başta Hizbullah olmak üzere Lübnanlı örgütlerin sıklıkla hedefi oluyor. Aynı zamanda İsrail'in de bu bölgede askeri birlikleri mevcut. Suriye'ye yönelik Amerikan müdahalesi esnasında gelişecek olası bir tansiyonun, Golan Tepeleri'nde yaşanması bekleniyor. Ayrıca can alıcı bir nokta olarak Suriye yönetiminin elinde bulunan kimyasal silahlar, İsrail ulusal güvenlik stratejisinin önemli bir dayanak noktası. İsrail devleti, söz konusu kimyasal silahların Esad yönetimi tarafından ya da olası bir "el değiştirmeyle" Suriye muhalefeti tarafından İsrail'e karşı düzenlenebilecek saldırılarda kullanılmasından çekiniyor. Ülkenin çeşitli yerlerine (Tel Aviv de dahil) ek Demir Kubbe (Iron Dome) bataryalarının yerleştirilmesi ve İsrail vatandaşlarının kullanımına sunulmak üzere gaz maskesi dağıtımının hızlandırılmasının altında da bu sebep yatıyor. İsrail devletinin kritik makamlarınca yapılan açıklamalarda olası bir saldırıya misliyle mukabele edileceğinin altının çizilmesi, söz konusu caydırıcılık konseptinin işlevselleştirilmesini sağlayarak olası tehditleri peşinen bertaraf etme niyeti taşıyor.
 
İsrail, Suriye'nin hali hazırdaki devlet gücünün törpülenmesini ve güçsüz bir devlet olarak (1991 Körfez Savaşı sonrası Irak modeli) hayatına devam etmesini yeğleyecektir. Sonuç olarak bu durumda Esad'ın "güçsüzleştirilerek" yönetimde tutulması, İsrail ulusal güvenliği açısından makul bir çözüm. Fakat bu güçsüzleştirmenin, başarısız bir devlete (failed state) yol açmaması da önem taşıyor. Çünkü bölgede ortaya çıkacak olası başarısız devletlerin potansiyel olarak sebep olacağı devlet-altı ve transnasyonel oluşumlardaki güçlenme, İsrail ulusal güvenliği açısından risk anlamına geliyor. Zaten bütün bu kriz süreci boyunca olası bir saldırının kaynağı olarak Lübnanlı örgütler telakki edildi. Geçtiğimiz günlerde de Güney Lübnan'dan yapılan füze saldırıları, bu algılamanın haklılık payını ortaya koymuştur. İsrail makamlarının yaptıkları açıklamalar, kriz süresince gelişebilecek bu tip saldırılardan Esad rejiminin sorumlu tutulacağı yönünde. İsrail caydırıcılığının etkili olacağı ve herhangi bir saldırının "gerçekleşemeyeceği" vurgulansa da başta Savunma Bakanlığı olmak üzere olası bir saldırı ihtimaline yönelik hazırlıklar sürüdürülüyor.
 
İsrail, içerisinde bulunduğu bu bölgedeki yalnızlığını sıklıkla dillendiren bir devlet. Suriye'de arzuladığı bir yönetim de doğal olarak İsrail ile barış anlaşması imzalayabilecek ve İsrail'in konvansiyonel yakın çevre güvenliğine katkı sunabilecek potansiyele sahip olmalı. Hal böyle olunca da barış anlaşması yapmaya potansiyeli olan ve fakat İran eksenine de rahatlıkla kayabilen Esad yönetiminin siyaseten güçsüzleştirilmiş ve tehdit edici silah stoğundan arındırılmış bir versiyonunun Şam'da varlığını sürdürmesi, ehven-i şer...