İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs Aksı (mı?)

Bölgesel konjonktürdeki ani değişimler, yeni birlikteliklere ve konumlanışlara da yol açıyor. Devletler, bozulan ilişkilerini yenileriyle dengelemeye ve bölgesel işbirliğine bir vesileyle devam etmeye çabalıyorlar. Bu bağlamda, Türkiye ile İsrail'in ilişkilerindeki kırılma, bir karşı dengeleme unsuru olarak, İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs aksının görünürleşmesine katkı sunuyor. Son günlerde yoğunlaşan temaslar doğrultusunda, bu yeni telaffuz edilen aksın sebeplerini ve olası geleceğini değerlendirmek, onarılmaya çalışılan Türkiye-İsrail ilişkileri ve Doğu Akdeniz politiğine dair de fikir verebilir.

 

Türkiye'nin hem Yunanistan ve hem de Güney Kıbrıs yönetimiyle pratik/teknik sorunları uzun yıllara dayanıyor. Yunanistan ile Kıbrıs ve Ege Denizi'ndeki çözülememiş sorunlar, Güney Kıbrıs'ın ise bizatihi sorunun kendisini temsil etmesi, bölgesel denklemde her iki yönetimin de Türkiye'ye meydan okuma gerekçelerini oluşturuyor. Özellikle de Türkiye-İsrail ilişkilerinde meydana gelen kırılma, Yunanistan-Güney Kıbrıs ikilisinin devreye girmesine zemin hazırladı. 2009'daki Davos çıkışı ve akabinde Türkiye-İsrail ilişkilerinin düşüş trendine girişi, Türkiye'ye karşı yeni bir dengelemenin de icadına mahal verdi. Bu noktada, bu karşı dengelemenin gerekçelerinden biri olarak ortak tehdit algısı sıklıkla ileri sürülmekteyse de İsrail'in Türkiye'den direkt bir tehdit algıladığı varsayımı, oldukça sorunludur.

 

Bu yeni üçlünün ilişkilerini kolaylaştıran temel faktör ise, ilki 2009 yılında Kıbrıs ile İsrail arasında keşfedilen doğalgaz yataklarıdır. Daha sonrasında, 2010 ve 2011 yıllarında keşfedilen yataklarla doğalgaz pastası büyümüş ve Güney Kıbrıs'a izafe edilen münhasıran ekonomik bölgeyle kesişmesi dolayısıyla, İsrail ile ortak projeler geliştirilmeye başlanmıştır. 2009 yılından itibaren İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs arasında askeri işbirliği anlaşmaları dahil pek çok anlaşma imzalanmış, söz konusu yatakların işletilmesi, buradan elde edilecek doğalgazın güvenli yollarla pazar ülkelere transferi vb. konular önem kazanmış ve ilişkilerin seyri daha ziyade bu minvalde gelişmiştir. Bu anlatılanlara ek olarak, Doğu Akdeniz'de ‘istikrarın sağlanması’ adına askeri işbirliğine gidilmiş ve hususiyetle de Güney Kıbrıs'ın kaygıları hedef alınmıştır. Güney Kıbrıs yönetiminin, adanın güney kıyılarında doğalgaz arama faaliyetlerine girişmesi, Türkiye'yi gelişmelere müdahil olmaya zorlamış ve Barbaros isimli sismik araştırma gemisi bölgeye gönderilmiştir. Güney Kıbrıs yönetimi tarafından "provokasyon" olarak nitelenen Barbaros'un varlığı, Türkiye'ye karşı askeri mesajlar verme ihtiyacını da ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple, üçlü ittifak, Güney Kıbrıs ve Yunanistan açısından askeri bir minvale çekilmek istenmektedir.

 

Son aylarda gündeme gelen ve sonrasında hız kazanan Türkiye-İsrail ilişkilerinin olası tamiri ise söz konusu üçlü ittifakın antitezi olma işlevine sahiptir. Bu yüzden, 18 Şubat'ta Begin-Sedat Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde düzenlenen çalıştayda Yunanistan Savunma Bakanı Kammenos, NATO'da müttefiki olan bir devlet için oldukça sert ifadeler kullanmış; Türkiye'nin Neo-Osmanlıcı hayaller peşinde koştuğu, bölgenin istikrarsızlaşmasında başat rol oynadığı, anti-İsrail bir duruşa sahip olduğu, cihatçılara destek verdiği vb. açıklamalarla, İsrail'deki Türkiye karşıtı pozisyonları konsolide etme ve bu bağlamda, hali hazırdaki üçlü ittifakı güvenceye almaya çalışmıştır. Ayrıca 1 Mart'ta yine Begin-Sedat Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde gerçekleştirilen bir diğer ‘akademik’ konferansta da Yunanlı akademisyenler konuk edilmiş ve Yunanistan'ın bölgedeki stratejik rolü ve Doğu Akdeniz'in istikrarı üzerine görüş teatisinde bulunulmuştur. Bu akademik-politik temasların yoğunlaşması, her şeyden evvel, Türkiye-İsrail arasındaki yakınlaşmadan duyulan rahatsızlığa işaret etmektedir. Türkiye-İsrail ilişkilerindeki normalleşme trendinin devamı, kuşkusuz kartların yeniden karılmasına ve bölgesel dengelerin revize edilmesine sebep olacaktır.