Ortadoğu’da ABD-İran Gerilimi: Bir Misilleme Döngüsü

İran ve ABD arasındaki uzun süreli gölge savaş, her iki ülkenin belirli kırmızı çizgileri ve angajman kurallarını muhafaza etmeleri nedeniyle hiçbir zaman tam anlamıyla doğrudan bir çatışmaya dönüşmemiştir. ABD'nin temel stratejik hassasiyetlerinden biri, askerî personel kaybıdır. Bu bağlamda, 2020 yılında Kasım Süleymani suikastına İran'ın misillemesi olarak Irak'taki ABD üssüne gerçekleşen saldırıda dahi hiçbir ABD askeri hayatını kaybetmemiştir. Dolayısıyla İran, bölgesel gücünü ve caydırıcılığını en az maliyetle korumaya çalışmakta ve ABD’yle doğrudan bir çatışmaya girmeme stratejisini takip etmektedir. Ancak 28 Ocak Pazar günü Suriye'nin doğusundaki Al-Tanf üssündeki ABD kuvvetlerine destek sağlayan, Ürdün-Suriye sınırındaki bir ABD askerî tesisine hizmet veren Tower 22'ye yönelik İran destekli Şii milis grupların insansız hava aracı (İHA) saldırısıyla hassas bir kırmızı çizgi aşılmıştır. Saldırı sonucunda üç Amerikan askeri yaşamını yitirmiştir. İsrail-Hamas savaşının başladığı 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Ortadoğu'daki ABD güçlerine yönelik 150'den fazla roket, füze ve İHA saldırısı düzenlenmiştir ancak bu saldırı bir ABD askerinin ölümüne neden olan ilk saldırı olmuştur. Joe Biden, 30 Ocak Salı günü yaptığı açıklamada, İran'ın silah temini nedeniyle saldırıdan sorumlu olduğunu ifade etmiş, geniş çaplı bir savaşı istemediğini vurgulamıştır. Ancak ABD askerinin öldürülmesi, Biden yönetimini, özellikle de seçim döneminde, misilleme yapma konusunda yoğun bir baskı altına sokmaktadır. Fakat ABD’yle İran arasında yaşanan bu gerilim bir misilleme döngüsü yaratmaktadır.

İran, stratejik bir yaklaşım benimseyerek kontrollü bir tırmanma stratejisi uygulamakta ve sınırları test etmektedir. Washington'dan gelebilecek büyük bir tepkinin ABD iç siyasetinde tartışmalara neden olabileceğinin farkındadır. İran, gerilimi adım adım arttırma konusunda yavaş ama istikrarlı bir strateji izlemektedir. Bu strateji, Gazze savaşından bu yana ön saflarda vekil güçlerin yer aldığı bir şiddet sarmalını içermektedir. Bu çatışma modelinde, asıl hedef ABD’nin bölgesel varlığı olmasına rağmen, ABD'nin terör örgütü PYD/PKK gibi yerel ortaklarının İran destekli Şii milislerle savaşmaya istekli olmaması, ABD'nin seçeneklerini kısıtlamaktadır. İran, ABD'nin Suriye ve Irak'tan çıkmasını sağlamak ve bu bölgelerde oluşan güç boşluğunu doldurmak istemektedir.

Thomas C. Schelling'in "The Strategy of Conflict" adlı kitabında ortaya koyduğu "brinkmanship" kavramı, ABD’yle İran arasındaki bölgesel gerilimi anlamak için kullanılabilecek belirli unsurları içermektedir. Bu kavram, özellikle Soğuk Savaş dönemindeki uluslararası ilişkilerde ve çatışmalarda kullanılan bir stratejiyi tanımlar. Schelling, bu stratejiyi "brink" (kenar) üzerinde dengede durma, sınırda gezinme olarak tanımlar. Taraflar, birbirlerine karşı çatışma ve çekişmeyi tırmandırır ve bu tırmanışın sonunda bir tarafın geri adım atması gerekeceği noktaya gelindiğinde, diğer tarafın avantaj elde etmesi amaçlanır. Bu strateji, bir tür kumar olarak nitelendirilebilir çünkü taraflar çatışmanın sınırlarını zorlarlar ve bir anlamda tehlikeli bir duruma sokarlar. Taraflar, birbirlerine karşı son derece agresif ve tehditkâr tavırlar sergileyerek diğer tarafın geri adım atmasını veya taviz vermesini amaçlar. Brinkmanship’te rakibi, elinizdeki en ölümcül kozun varlığıyla sınayarak bir sonraki adımın felaket olacağı fikri içinde tutmak amaçlanır. Böylece rakip taraf felakete ilk yol açan olmamak için geri adım atmak zorunda kalır. Bu strateji son derece risklidir ve her an geri dönüşü olmayan bir tehlikeyi göze almayı gerektirir. Bu stratejinin iki belirleyici unsuru vardır. Birincisi belirsizliktir: Rakip taraf, ortaya konulan tehdidin boyutlarının büyüklüğü karşısında sonrasında yaşanacakların belirsizliğiyle zayıf konuma düşer. İkincisi riskin kontrol edilmezliğidir: Burada karşı tarafa, meydana gelebileceklerle ilgili inandırıcı risk unsurları sunmak, başka bir ifadeyle ortaya konulan tehdidi hissettirmek gerekir. Brinkmanship yaklaşımının etkili olabilmesi için ileri sürülen yahut görünür kılınan tehdidin de o ölçüde büyük olması gerekmektedir. Ancak işler çığırından çıkarak bir savaşa da yol açabilir. ABD ve İran’ın bu stratejide birbirlerine karşı kullandığı tehdit, topyekûn bir savaştır.

Joe Biden’ın Önündeki Seçenekler
28 Ocak Pazar günü gerçekleşen saldırıda 3 ABD askerinin öldürülmesi, Biden yönetimini, özellikle de seçim döneminde, misilleme yapma konusunda önemli bir baskı altına sokmaktadır. Biden’ın önünde üç seçenek vardır ancak bunlardan birincisi ve üçüncüsü pek muhtemel görünmemektedir. ABD’nin ikinci seçeneğe odaklanacağı söylenebilir.  Buna göre birinci seçenek, İran içinde saldırılar düzenlemektir. Bazı eski ABD askerî yetkilileri, İran'ın kendi içinde kapsamlı saldırılara maruz kalması gerektiğini ve Devrim Muhafızları'nın ekonomik çıkarlarını zayıflatmak amacıyla İran içinde saldırılar düzenlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Ayrıca, İran'ın petrol ihracatını daha da zayıflatmak için yaptırımların uygulanması gerektiği belirtilmektedir ancak ABD'nin İran'a askerî müdahale seçeneğini devreye sokması durumunda, İran'ın bu duruma karşılık verme çabalarıyla karşılaşılacak olsa da iki ülke arasındaki askerî kapasite ve teknolojik uçurum göz önüne alındığında, İran'ın konvansiyonel bir savaşta başarılı olamayacağı ve bu durumun rejim değişikliği ve yıkıma yol açacağı öngörülmektedir fakat İran'ın herhangi bir savaş durumunda ABD'ye ödettireceği bedel de büyük olacaktır. Bu durumda, İran'ın Körfez'deki ABD güçlerine yönelik balistik füzelerle yoğun saldırılar başlatması, bağlı vekil grupları aracılığıyla bölgedeki ABD askerleri ve üslerine karşı misilleme faaliyetlerine girişmesi mümkündür. Ayrıca, Hürmüz Boğazı'ndan petrol akışını keserek dünya petrol piyasalarını etkileyebileceği bir senaryo ortaya çıkabilir. Bu senaryo ne ABD'nin ne de İran'ın arzu ettiği bir sonuçtur.

İkinci seçenek, ABD'nin İran'ın bölgesel varlıklarına yönelik saldırıları içermektedir. Bu seçenekte, ABD'nin İran'ı caydırmak için bölgedeki önemli varlıklarına karşı saldırılar düzenlemesi gerektiği öne sürülmektedir. Önceki örnek olarak, Reagan yönetiminin 1988'de İran Donanmasına yönelik başarılı saldırısı ve 2020'de Kasım Süleymani'nin öldürülmesinin İran'ı caydırma etkisi olduğu savunulmaktadır. Üçüncü seçenek ise İran’la diplomatik diyalogu içermektedir. Bu seçenekte, Biden yönetiminin İran’la diplomatik ilişkileri canlandırma çabaları ve bölgede barışı teşvik etme hedefi öne çıkmaktadır. Ancak bazı uzmanlar askerî misillemelerin diplomatik çözüm çabalarını sekteye uğratabileceğine ve ABD'nin İsrail-Hamas çatışmasında daha etkili bir rol oynaması gerektiğine işaret etmektedir. Yeni bir İran anlaşması için pazarlık masasına dönmenin yanı sıra, İsrail-Filistin çatışmasını sona erdirmek ve insan hakları konusunda tutarlı bir yaklaşım benimsemek gerektiği vurgulanmaktadır.

Sonuç
ABD'nin İran’la olan ilişkileri derinlemesine incelendiğinde, ABD’nin İran politikasındaki başarısızlığının temelinde daha köklü bir yapısal sorunun bulunduğu görülmektedir. Bu durum, ABD’nin İran’ı Ortadoğu politikalarını şekillendirmek için bazı yerlerde alan açtıktan ve güçlendirdikten sonra kendisine karşı sınırlandırma çabası içine girmesinden kaynaklanmaktadır. Biden yönetimi ekim ayından bu yana Irak ve Suriye'deki İran vekillerine yönelik sekiz hava saldırısı ve Yemen'deki İran destekli Husi grubuna yönelik benzer sayıda saldırıyla karşılık vermiştir. Ancak Amerika'nın üstün gücü, İran'ın hedeflerine ulaşmak için kararlı tutumu karşısında pek caydırıcı görünmemektedir. Bazı eski ABD askerî yetkilileri, Tahran'a bu saldırılardan vazgeçmesi mesajını vermenin tek yolunun İran içinde kapsamlı saldırılar düzenlemek olduğu konusunda ısrarcıdır. Tahran ise artan şiddetin nihayetinde ABD'nin bölgeden çekilmeyi tercih etmesiyle sonuçlanacağını öngörmektedir. Ancak paradoksal bir biçimde Ortadoğu’daki kaos, ABD’nin çekilmekten ziyade bölgeye dönmesi ve varlığını güçlendirmesiyle sonuçlanmaktadır.