Rapor

Sezar Yaptırım Yasası’nın Suriye Denklemine Potansiyel Etkisi

2019 yılından beri Suriye’deki çatışmaların seviyesinde önemli bir azalma gözlenmektedir. Ayrıca, 2020 yılında küresel düzlemdeki koronavirüs salgını da çatışmasızlık dönemini daha da pekiştirmiştir. Türkiye-Rusya arasında imzalanan 5 Mart Mutabakatı, sonrasında küresel salgın ile bölgede bir süreliğine de olsa bir detant dönemi yaşanmasına neden olmaktadır. Ancak Esad rejim güçlerinin çeşitli stratejik bölgelerde tahkimat yaptığına dair raporlar bulunmaktadır. 2018 yılı tahminlerine göre 19,5 milyon nüfusa sahip Suriye Arap Cumhuriyeti’nde kabaca %87 nispetinde Müslüman nüfus (%74 Sünni ve %13 Arap Alevi) ile beraber %10 civarında Hristiyan toplumu ve %3 civarında Dürzi inanç mensubu bulunmaktadır.1 Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi ve birtakım demografik veri toplayan kuruluşlardan derlenen istatistiklere göre, ülke içinde göç etmek zorunda kalan Suriyeli sayısı ülke toplam nüfusunun yaklaşık 1/3’ü kadardır. Suriye’de 11,1 milyon kişi insani yardıma ihtiyaç duymakta ve bu muhtaçların çoğu da yardımlara sınırlı seviyede erişebilmektedir.2 Ayrıca, ülke nüfusunun yarısından fazlası ya ülke içinde başka bir yere ya da yurt dışına göç etmek zorunda kalmış durumdadır. Savaş sürecinde ülkeyi terk edenlerin sayısı 5,9 milyondur ve bu sayı savaş öncesi 21 milyon olan nüfusun yaklaşık %28’idir. Göç edilen ülkede doğan çocuklar da dâhil edildiğinde üçüncü ülkelerde yaşayan Suriye vatandaşı sayısı 6,6 milyon kişidir (Bakınız Grafik-1). Suriyeli sığınmacı ve mültecilerin %83’ü komşu ülkelerde (Türkiye, Lübnan, Irak, Ürdün) barınırken sadece %17’lik kısmı dünyanın diğer bölgelerindeki ülkelere gitmiştir. Grafik-1’de de gösterildiği gibi Türkiye 3,6 milyon sığınmacıyı barındırmakta ve bu rakam yurt dışına çıkmak zorunda kalan Suriyelilerin %55’ine eşit durumdadır. Daha sonra Lübnan, Ürdün ve Almanya sıralanmaktadır.3 Suriye vilayetlerinden en fazla demografik kayba uğrayan şehir olan Rakka sakinlerinin yarıdan fazlasının (%53) Suriye içinde başka yerlere göç ettiği tahmin edilmektedir; bunu sırasıyla Halep (%27), Haseke (%27) ve Deyri-Zor (%27) izlemektedir.4 Ülkeyi terk edenlerin yanında hayatını kurtarmak için ülkenin bir yerinden diğerine giden ve hatta birden çok kez yer değiştirmek zorunda kalan insanların sayısı savaş öncesi nüfusun %33’üne (kabaca 7 milyon kişi) eşittir.5 BM’nin Temmuz 2019 verilerine göre 6,5 milyon insanın yaşadığı yeri terk edip Suriye içinde başka bölgelere göç ettiği raporlanmıştır. Bu tarihten sonra 2019 sonundan itibaren İdlib’den gerçekleşen büyük göçle sayının 7 milyonu aştığı hesaplanmaktadır.6

Bu bağlamda Suriye’de 2011 yılından günümüze 13,5 milyon insan ya ölmüş ya yurt dışına kaçmış ya da ailesinin canını kurtarmak için bir yerden diğerine göç etmek zorunda kalmıştır. Savaş öncesi 21 milyonluk nüfusun %64’ünden fazlası ya canından ya da yurdundan yuvasından ayrılmış durumdadır. İnsani Yardım Vakfı (İHH, 2019) tarafından hazırlanan Suriye Faaliyet Raporu verilerine göre, Suriye hakkındaki istatistiklerde epeyce sapma bulunmaktadır; Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) 600 bine yakın insanın hayatını kaybettiği verisini paylaşmışken Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Ekim 2018’de yaklaşık 1 milyon Suriyelinin hayatını kaybettiğini açıklamıştır.7

Öte yandan, Suriye’de altyapı tamamıyla yok olmuş durumdadır. Başta sanayi olmak üzere ülkede birçok sektörde üretim ciddi anlamda geriledi. Hizmetler sektörü ise sadece birkaç şehirde cılız bir şekilde sürdürülüyor. Diğer Ortadoğu ülkelerine göre oldukça mütevazı petrol rezervine sahip olan Suriye’de petrol, devletin önemli bir gelir kalemiyken günümüzde bundan faydalanılamamaktadır.

Ekonomik ve sosyoekonomik olarak savaş döneminde Suriye’deki tüm alt göstergelerde ciddi kötüleşme gözlemlendi. Ancak bu değişkenlerden bazılarının biraz daha derinlemesine analiz edilmesi gerekmektedir. Nitekim ülkede ekonomik rehabilitasyon muhtemelen siyaset ve güvenlik konularında yürütülecek rehabilitasyon ile eş zamanlı ve eş güdümlü bir şekilde yürütülecektir. Bu süreçler gerek birlikte ve gerekse ayrı ayrı ele alındığında iç savaştan sonra bu alanlarda yürütülecek normalleşme adımlarının ne denli kırılgan bir düzlemde ilerleyeceğini anlamak güç değildir. Bu bağlamda, makroekonomik ve politik-ekonomi cephesinden resme bakmak ve rehabilitasyon süreçlerinde belirlenecek ekonomik hedeflerin yanında bu hedeflere yönelik atılan adımların farklı grup ve güç merkezlerinin çıkarlarını nasıl etkileyeceğinin de tahlil edilmesi gereklidir. Ülkede siyasi çözüm sürecine geçilmesi ile ilgili masada yer alan bazı güçlü aktörlerin sadece kendi dar ve spesifik siyasi ve ekonomik çıkarlarına odaklanmaları muhtemelen siyasi ve ekonomik çözüm süreçlerini daha da kırılganlaştıracaktır.

Ekonomik ve siyasi sorunların çözümü, savaş sürecindeki askerî bakış açısından farklı bir vizyon gerektirmektedir. Bazı aktörler rejime canı gönülden destek verdiler ancak azımsanamayacak sayıda aktörün rejime verdiği desteğin “kerhen” olduğu bilinmektedir. Kerhen destek veren grupların barış döneminde bekledikleri çıkar sağlanmazsa bu grupların nereye savrulacakları bilinmemektedir. Ayrıca rejime yıllardır gönülden destek verenlerin artık sıkıntı ve sorunları görmekten bıktıkları ve mevcut gidişattan yoruldukları gözlemlenmektedir. Sovyetlerin çöküşünü takip eden yıllarda birçok Doğu Avrupa ülkesinde ekonomik sorunların had safhaya çıkması üzerine birikmiş sorunlara karşı politika geliştiremeyen birçok rejimin tepetaklak çöktüğü görüldü. Suriye rejiminin çevreyi kaybetmesinin yanında derin ekonomik sorunların olması, rejimi merkezi de kaybetme riski ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu bağlamda siyasi güç ve ekonomik çıkar için bu aktörlerin birbirleri ile mücadeleye hatta çatışmaya girme ihtimallerinin de yüksek olduğu söylenebilir.