Suriye’de Deyr ez-Zor için Rusya-ABD Yarışı

Astana sürecinin devamı olarak Mayıs 2017 başında Türkiye, Rusya ve İran garantörlüğünde Suriye’de çatışmasızlık bölgeleri oluşturmak için anlaşma imzalanmıştı. Buna göre Suriye’de muhaliflerin kontrol ettiği İdlib vilayeti, Hama, Humus, Dera, Kuneytra ve Lazkiye vilayetlerinin bir kısmı ile Doğu Guta’da rejim ve muhalif güçler arasındaki çatışmalara son verilmesi kararı verilmişti. Bu anlaşmanın daha öncekilerden farkı, ateşkes hatlarının net bir şekilde belirlenecek olması ve gerekirse başta garantör ülkeler olmak üzere üçüncü taraf güçlerinin ateşkesi denetlemek üzere çatışma hatlarında barışı denetleme görevi üstlenecek olmasıydı.

Çatışmasızlık bölgeleri anlaşması Suriye’de kalıcı barışın önünü açacak bir uzlaşıdan ziyade, çatışan tarafların Suriye’deki kısa vadeli hedeflerini gerçekleştirebilmek için ihtiyaç duydukları bir uzlaşı gibi görünmektedir. Zira Suriye’de mevcut ortamda esas önemli olan, kimin daha fazla alanı kontrol edeceğiyleilgilidir. Bu nedenle hâlâ askerî mücadele daha ön plandadır ve savaşan tarafların neredeyse hiçbiri Suriye’de nihai olarak görmek istedikleri sınırlara ulaşmış değildir.

Suriye’de daha fazla alan kontrolü sağlayabilmek açısından öne çıkan yerler, IŞİD bölgeleridir. IŞİD bölgelerinin kontrolü açısından da ABD ve Rusya arasında bir yarış sürmekte. Bu yarışın merkezinde Irak sınırına yakın bölgede yer alan Deyr ez-Zor var. Deyr ez-Zor sahip olduğu doğal kaynaklar, mevcut ve olası enerji nakil hatları üzerinde yer alıyor olması ve Irak-Suriye coğrafi bağlantısını sağlayan konumda olması gibi nedenlerle önem taşıyor. Ayrıca Deyr ez-Zor’u ele geçirecek gücün Suriye’nin doğusunu ve Fırat havzasını da kontrol edeceğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla Suriye rejiminin uzun vadede Rakka ve Haseke’ye ilişkin geri dönüş niyeti varsa, Deyr ez-Zor’u ele geçirmek durumunda. ABD de “Suriye pastasındaki” payını artırmak ve Rusya-İran-rejim güçlerinin Suriye’nin doğusuna dönme hayallerine son verebilmek için Deyr ez-Zor’u ele geçirmek istiyor. Rusya liderliğindeki kamp içinde Irak merkezî hükümeti güçlerinin de yer aldığı söylenebilir. Mayıs sonu itibarıyla Irak hükümetine bağlı güçler Musul operasyonu kapsamında Suriye sınırına ulaştıklarını açıkladı. Suriye içinden de rejim güçleri Deyr ez-Zor’a ulaşabilirse Irak-Suriye bağlantısı sağlanmış olacak.

ABD ise Deyr ez-Zor’a kuzeyden SDG/YPG, güneybatıdan da Dera merkezli muhalif güçler aracılığı ile yaklaşma çabası içinde. SDG/YPG daha Rakka’yı kuşatma operasyonunun sürdüğü bir ortamda Deyr ez-Zor Askerî ve Sivil Meclislerini oluşturdu ve Rakka sonrasında hedefin bu şehir olduğunu ilan etti. SDG’nin sivil kanadı olarak ifade edebileceğimiz Suriye Demokratik Konseyi (SDK) de Deyr ez-Zor’un IŞİD sonrası sivil idaresine ilişkin çalışmalara başlamış durumda. Hatta SDK’nın PYD’li İlham Ahmet ile birlikte iki eşbaşkanından birisi Deyr ez-Zorlu bir Arap olan Riad Darar. Diğer taraftan ABD-Ürdün ve İngiltere destekli Dera merkezli Suriyeli muhalifler de Mayıs ayı boyunca güneybatıdan Deyr ez-Zor’a doğru yaklaşma çabası içinde oldu. Nüfusun ve yerleşimin az olduğu çöl alanlarında hızla ilerleyen Suriyeli muhalifler Deyr ez-Zor’a yaklaşmışken önce Rusya bu ilerlemeye karşılık bir hava saldırısı gerçekleşti. Esas önemlisirejim ve İran destekli milisler bu ilerleyişi kesmek üzere Tanaf bölgesine doğru operasyon başlattılar. Tam da bu sırada bu kez ABD Suriye’de rejim güçlerine dönük nadir saldırılarından birini gerçekleştirdi ve Tanaf bölgesindeki Suriye ordusuna ait bir konvoy ABD uçakları tarafından bombalandı. ABD ölenler arasında İranlı milislerin de yer aldığını açıkladı. Ancak bu operasyon rejim güçlerini durdurmadı ve şimdilik Suriyeli muhaliflerin ilerleyişi durduruldu.

Esasında rejim güçlerinin Deyr ez-Zor içinde sınırlı ama stratejik bir alanda kontrolü devam ediyor. Geniş IŞİD bölgeleri içinde küçük bir ada şeklindeki bu yerlerde rejim güçleri çok uzun süredir direnmeye çalışmakta. Rusya, IŞİD’e dönük hava saldırıları ve havadan attığı desteklerejimin karasal bağlantısının olmadığı bu bölgelerdekikırılgan rejim direnişini desteklemeye çalışıyor. Rejimin Deyr ez-Zor’da sınırlı da olsa varlık göstermesi, ABD’nin planlarını karmaşıklaştırıyor. Esasen ABD açısından en iyi senaryo, IŞİD’in Deyr ez-Zor’u tamamen ele geçirmesi ve sonrasında kendi desteklediği güçlerin “özgürlük savaşçıları” olarak şehri IŞİD’den kurtarması. Tam da bu nedenle IŞİD’e karşı YPG ile birlikte mücadele eden ABD, Deyr ez-Zor’da IŞİD’e karşı önlem almıyor. Hatta Rakka’nın IŞİD’den temizlenmesi ile buradaki teröristlerin Deyr ez-Zor’a kaçacağını hesaplıyor. Bu kaçış IŞİD’i Deyr ez-Zor’da güçlendirerek rejim varlığı üzerinde ağır baskı oluşturabilir.

Rusya destekli güçler ise Palmira üzerinden Deyr ez-Zor’a ulaşmayı hedefliyor. Esasen buna dönük olarak askerî planlamalar aylar öncesinden başlamıştı. Rus ve Suriyeli komutanlar Şam’da bir araya gelerek Deyr ez-Zor operasyonun ayrıntılarını ele almış, yerel ortak olarak Arap aşiretlerinden güçler oluşturulmuştu. Ancak tam bu sırada, Suriyeli muhalifler Şam şehir merkezi, Hama ve Humus’ta koordineli olarak saldırılar başlattı. Bu saldırılar bir anlamda Rusya ve rejime sınırlarını gösterdi. Rusya, İran ve rejim ülkenin doğusuna yönelmektense yaşamsal çıkar alanı olan Şam merkezli rejim bölgelerine odaklanmak durumunda kaldı ve Deyr ez-Zor operasyonu da ertelendi.

Çatışmasızlık anlaşması işte böyle bir ortamda imzalandı ki,bu anlaşma sayesindeRusya, ülkenin batısını olabildiğince garanti altına alarak doğuya yönelebilecektir. Bunun da ötesinde Deyr ez-Zor operasyonu için batıdaki güçlerini doğuya kaydırma şansı elde edecektir. Rusya, rejim ordusu bünyesinde 5. Tümen adı altında doğrudan kendi koordinasyonu ve desteği altında bir güç de oluşturmuştu.5. Tümenin asker sayısı 10.000’e ulaşmış durumda ve bu sayının artırılması planlanıyor. 5. Tümen Deyr ez-Zor başta olmak üzere IŞİD bölgelerine yönelik operasyonlar için oluşturulmuş bir güç olarak planlanıyor.

Suriye sahası iki büyük gücün oyun alanına dönüşmüş gibidir. Bu da Türkiye başta olmak üzere bölgesel güçlerin manevra imkânlarını sınırlamakta. Türkiye’nin uzunca bir süredir Suriye’deki birinci önceliği terörle, yani YPG ve IŞİD ile mücadele. Fırat Kalkanı Harekatı ile IŞİD acil bir tehdit olmaktan çıkarıldı. Ancak YPG konusu giderek büyüyen bir tehdit olarak Türkiye’nin karşısında duruyor. Rakka operasyonu sayesinde YPG daha fazla ABD koruması ve gelişmiş orduların sahip olabileceği nitelik ve sayıda askerî imkânlar elde ediyor. İşleri daha da karmaşıklaştıran ise Rusya’nın da Afrin ve Münbiç’te YPG’ye koruma kalkanı sağlıyor olması.

Sonuç olarak tablo şu şekilde. Rusya ve ABD Suriye’deki gelişmeleri şekillendiren temel güçler konumuna gelmiştir. Türkiye’nin önceliği YPG’dir ve Suriye genelinde rekabet eden iki büyük güç de YPG konusunda ortak görüşe sahiptir. Bu durum Türkiye’nin Suriye’deki sıkışmışlığını ortaya koymakta. Ancak bu durum,Türkiye’nin Suriye’dekiopsiyonlarının tükendiği anlamı taşımamaktadır. Türkiye’nin bu ortam içinde yapabileceği, iki büyük gücün aralarındaki sorunlardan faydalanarak kendi yaşamsal sorunu hakkında olabildiğince fazla taviz elde edebilmektir. Bunun için ABD ve Rusya arasındaki rekabetin kızışmasının Türkiye’ye daha fazla hareket alanı sunacağı söylenebilir.

ABD’nin Suriye’deki öncelikleri ABD nüfuz alanını IŞİD aleyhine genişletmektir. Bununiçin de yerel ortağı YPG. Bu durum YPG’yi ABD nezdinde stratejik bir konuma yerleştirmektedir.Hatta ABD’nin YPG ile ilişkisinin bazı ABD’li yetkililer tarafından ifade edildiği üzere taktiksel değil uzun süreli olduğu bile söylenebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin YPG ile mücadelesinde ABD’den herhangi bir taviz koparabilme imkânı olmadığı görülmekte. Buna karşın Rusya her ne kadar YPG’ye koruma kalkanı sağlasa ve Suriye’de Kürtlere federal bölge verilmesini desteklese de birinci önceliği ve stratejik müttefiki rejimdir. Bu durum Türkiye’ye ABD’den ziyade Rusya ile işbirliğine giderek Suriye’deki çıkarlarını koruyabilmek açısından sınırlı da olsa imkân vermektedir. Belli bir aşamaya kadar Rusya ile koordineli götürülen Fırat Kalkanı Harekatı buna örnek olarak verilebilir.

Çatışmasızlık anlaşmasının Türkiye açısından önemi ise öncelikle Türkiye’nin Kuzey Suriye cephesindeki etkinliğini artıracak olmasıdır.Ayrıca, Türkiye’ye yakın muhalif güçlerin kontrolündeki Fırat Kalkanı bölgesinde ve İdlib’in büyük kısmında (Nusra türevi örgütlerin kontrolü altındaki yerler hariç) belli bir süre de olsa güvenliğinin sağlanmış olması, çatışmasızlık ortamının yaratacağı istikrar veTürkiye’nin söz konusu bölgelerde sivil ve yumuşak güç unsurlarıyla etkisini artırma imkânı elde edecek olmasıdır. İdlib’te ve Fırat Kalkanı bölgesinde Türk kamu ve sivil toplum kuruluşlarının son haftalarda artan faaliyetleri buna örnek olarak verilebilir. Çatışmasızlık anlaşmasının bir diğer önemi ise Türkiye’nin Rusya ve ABD nezdindeki önemini artıracak olmasıdır. Doğrudan olmasa da Deyr ez-Zor yarışının nasıl sonuçlanacağı konusunda muhaliflerin Lazkiye, Humus ve Halep’te uygulayacağı baskının derecesi de etkili olacaktır. Bu açıdan da,Türkiye’nin muhalifler ve İdlib’teki gelişmeler üzerindeki etkisi ve Fırat Kalkanı bölgesinde yarattığı askerî ve idari yapının gücü önemli faktörlerdir. Çatışmasızlık anlaşmasının diğer bir anlamı, Türkiye eğer iki kötü arasında tercih yapmak durumunda kalacaksa tercihini Rusya destekli kamptan yana kullanacağıdır. Zira tersi bir durum YPG/PKK kontrolünde tüm Fırat havzasını kontrol eden devletimsi bir yapının ortaya çıkacak olmasıdır.

Suriye’de Rusya ve ABD dâhil hiçbir aktörün tek başına düzen kurma şansı kalmamıştır. Ancak bölgesel ve yerel aktörlerin de razı olabileceği bir formül bulunmadan da her aktörün düzeni bozma kapasitesi vardır. Suriye krizinin çözümünün karmaşıklığı da buradan kaynaklanmaktadır.