Türkiye-Mısır Normalleşmesinin Formülü, Çıkar-Değer Dengesi

Doç. Dr. Şaban Kardaş, ORSAM Başkanı
Mısır, Ortadoğu siyaseti kadar Arap Baharı’nın evrimi ve bölgenin girdiği dönüşüm sürecinin mikro-kozmosu işlevi görüyor. Bu yönüyle Mısır, Türk dış politikasının, Ortadoğu'daki dönüşümü anlamlandırıp ona uyum sağlama çabalarının merkezinde duruyor. Ocak 2011’de Kahire’deki Tahrir Meydanı’nda gösteriler sürerken, o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’i görevini bırakmaya çağırması, bölgesel dönüşüm sürecinde Türkiye’nin oynamayı hedeflediği proaktif rol ve angajman siyasetinin işaretlerini vermişti. Türkiye, o kapsamda, Mısır ve diğer devrim tecrübelerinin demokratik bir mecrada evrilmesi hedefiyle geçiş dönemindeki yapılar ve yeni yönetimlerle yakın işbirliği geliştirmişti.
 
Mübarek’in istifa etmesinin ardından demokratik seçimlerle göreve gelen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi deviren 3 Temmuz 2013 Darbesi ile birlikte Mısır’da eski rejim unsurlarının restorasyonu ve otoriter konsolidasyon döneminin başlaması, büyük oranda Ortadoğu’daki yeni vasatı da temsil ediyor. En son Katar ve ABD’nin Abdulfettah Sisi yönetimiyle yakınlaşma girişiminde görüldüğü gibi, bu yeni realiteye bölgesel ve uluslararası aktörlerin adapte olması, Ortadoğu’da gelişen dengeleri dikkate alarak dış politikasında revizyona gitmesi yönünde eleştirilere maruz kalan Türkiye’nin önündeki zorlu tercihleri yeniden hatırlatıyor.
 
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın geçtiğimiz günlerde Al Jazeera Türk’e verdiği mülakatta, Türkiye’nin bazı Körfez ülkeleriyle yaşadığı ayrışmayı sona erdirme yanında Mısır’la ilişkilerinde de yeni bir yaklaşım geliştirme çağrısında bulunması bu açıdan önemlidir. Arınç’ın ifadeleri, Mısırlı diplomatik çevrelerin Türkiye’ye kanal açabilmek için gösterdiği çabalarla birlikte düşünülürse, her iki ülkede de ikili ilişkilerdeki mevcut tıkanmayı aşmanın gerekliliğini savunan bir stratejik aklın bulunduğu yadsınamaz.
 
Fakat Eylül 2014’te New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu Zirvesi sırasında Türkiye ve Mısır Dışişleri Bakanları düzeyinde görüşme çabalarının, biraz da medyatik biçimde, akim kalmasının gösterdiği üzere, Ankara-Kahire ilişkilerindeki cari durumu değiştirmek pek kolay olmayacak. Böyle bir normalleşmenin genel koşullarının, ardındaki dinamikler ve önündeki engellerin iyi anlaşılması gerekiyor.
 
Normalleşmenin dinamikleri
 
Bölgesel güvensizlik sarmalı, normalleşmenin en önemli stratejik dinamiği olarak öne çıkıyor. Aslında bir yönüyle iki taraf için de siyasi ilişkilerin fiilen dondurulduğu mevcut durumun sürdürülebilir olduğu söylenebilir. Hem Mısır hem Türkiye açısından bu kriz ortamı çok da yaşamsal bir tehdit ifade etmediğinden, tarafların birbirini ‘görmezden gelmeye’ devam etmeleri bir olasılık. Belki de bu keyfiyet, şu ana kadar –BM Genel Kurulu tecrübesinde olduğu gibi– normalleşmenin sağlanamamasının nedenlerinden biri. Yine de Arap Baharı’nın içinde geçtiği yeni evrede bölgenin karşı karşıya olduğu tektonik kırılma ve şiddet sarmalı, Kuzey Afrika’dan Afganistan’a uzanan geniş coğrafyadaki istikrarsızlığın orta vadede süreceğini gösteriyor.
 
Türkiye, Irak ve Suriye kaynaklı güvenlik riskleriyle baş etmeye çalışırken; Mısır bir yandan Libya ve güneyindeki diğer gelişmeleri kaygıyla izliyor, öte yandan kendisini iç çatışma sarmalına düşmekten korumaya çalışıyor. Bölgesel güvensizlik dalgasının biraz daha derinleşmesinin önüne geçilebilmesi açısından Türkiye ve Mısır gibi bölgesel denklemde ağırlığı olan aktörlerin işbirliği önemli; iki taraf da bu hedefe birbirini tamamen dışlayarak varamayacaklarının farkında. Batı’nın demokratik dönüşüm vizyonunu bir kenara bırakarak otoriter konsolidasyona destek olması, kırılgan bir dönemden geçen Mısır’ın daha fazla istikrarsızlaşmasının önüne geçilmesi ve Ortadoğu’da güvenliğe katkı yapmasına atfedilen stratejik değerin yansımasıydı. Türkiye’nin de bölgedeki çatışma noktaları yatıştırılamadıkça benzeri mülahazaları daha sıklıkla yapması ve Mısır’la ilişkileri gözden geçirmesi beklenebilir.
 
Sisi yönetiminin ana sponsoru konumuna yükselen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin bu politikayı daha sürdürülebilir kılmak için Ankara-Kahire hattında belli bir normalleşmeyi telkin edeceklerini söylemek yanlış olmaz. Körfez ülkelerinin Suriye, Irak ve Yemen’deki gelişmelerde İran’ın artan etkisi ve ABD-İran müzakerelerinden duydukları rahatsızlığı gizlemedikleri düşünülürse, Türkiye ile gerginliğin sonlandırılıp daha yapıcı bir ilişki formatının geliştirilmesi baskısının o kanaldan da geleceği düşünülebilir.
 
Petrol fiyatlarındaki düşüşün de etkisiyle ekonomik anlamda kendi ayakları üzerinde durmakta zorlanan bir Mısır’ın Körfez’e getirdiği yük her geçen gün artacaktır. Türkiye’nin meşruiyetini sürekli biçimde sorguladığı bir Mısır’ın bölgesel düzlemde tam anlamıyla normalleşemeyeceği düşünülürse, Mısır-Türkiye-Körfez üçgeninin bu anlamda itici rol oynaması ihtimal dahilinde. Benzer şekilde, pozisyonlarındaki farklılıklarına rağmen Filistin Sorunu gibi iki tarafın kesişen çıkarlarının söz olduğu meseleler, Ankara ve Kahire üzerindeki normalleşme baskısını arttırabilir.
 
Türkiye ile Mısır’ın siyasi ayrışmasına rağmen ekonomik ve sosyo-kültürel bağlardaki devamlılığın temini önemli bir faktör. Türkiye’nin Ortadoğu politikasında çokboyutlu ilişkileri hedeflediği göz önüne alınırsa, ekonomik işbirliğinin sürdürülmesi, toplumlararası bağların yeniden kurulup güçlendirilmesi, Ankara'nın temel öncelikleri arasında geliyor. Türkiye, Arap Baharı sürecindeki politikasını ve Mısır’da darbeye karşı duruşunu, büyük ölçüde bu ilke üzerinden temellendirmişti.
 
Her ne kadar ekonomik ve kültürel ilişkiler halihazırda devam etse de mevcut siyasi gerginliğin sürmesi, özellikle Sisi yönetiminin Türkiye’yi iç siyasette araçsallaştırdığı düşünüldüğünde, bu alanda kalıcı zararlara yol açabilir. Türkiye’nin Ortadoğu açılımları ile elde ettiği kazanımların korunması ve Türkiye karşıtı dilin daha da yaygınlaşıp orta ve uzun vadede ekonomik, sosyal-kültürel alanlarda ve Mısır halkı nezdinde zemin kaybına yol açmasının önüne geçilmesi ihtiyacı, siyasi gerginliğin yatıştırılmasını salık veriyor.
 
Normalleşmenin önündeki engeller
 
Normalleşme dinamiklerini kuvvetlendiren yukarıdaki gerekçelere rağmen bunun hayata geçirilmesinin önünde önemli engeller var. Bu engeller üç başlıkta özetlenebilir:
 
1) Mevcut siyasi gerginliğin ilginç biçimde sürdürülebilir bir yanının bulunmasının, meselenin ele alınmasının aciliyetini azaltması. Türkiye’nin, İran, Rusya veya İsrail örneklerinde görüldüğü gibi, ikili ilişkilerinde netameli konuları bölümlendirebilme yeteneği düşünüldüğünde, Mısır’la da benzeri bir dinamiğin kök salması muhtemel bir gelişme.
 
2) Krizin, taraflarca iç politikada kullanılması. Özellikle Mısır’da Türkiye’nin Müslüman Kardeşler karşıtı siyasi söylemde araçsallaştırılması, gerilimlerin azaltılması ve normalleşmenin önündeki diğer önemli bir engel konumunda. İç-dış siyasetin bu derece iç içe geçtiği ve kişisel dozun arttığı bir gerginlikte, Mehmet Özkan’ın ifadesi ile "Erdoğan-Sisi çıkmazını aşmak" pek kolay olmayacak.
 
3) Türkiye’nin dış politikasında, Arap Baharı sürecinde öne çıkan 'ilkesel tavır' arayışı. Bu ilkesellik, katı/değişmez bir politika anlamına gelmiyor. Çoğu eleştirmenin tasvirinin aksine, Ankara aslında Ortadoğu politikalarında büyük ölçüde pragmatizm ve esneklik sergiliyor. Fakat demokratik meşruiyet ve temsil ilkesine yüklediği anlam ve bunu sahipleniş derecesi nedeniyle Türkiye’nin Mısır özelinde mevcut politikasından esnemesi pek kolay olmayacak. Ankara, tartışmalı seçimlerle demokratik meşruiyet kılıfı giydirilmeye çalışılan ve jeopolitik mülahazalarla siyaseten desteklenen Mısır’daki darbe rejimine ve otoriter konsolidasyona olan mesafeli tavrını devam ettirecek.
 
Normalleşmenin parametreleri
 
Son noktadan hareketle, Türkiye açısından Mısır ile yaşanacak bir normalleşme, ilkesel hassasiyetlerini koruyabildiği, bu bağlamda reelpolitik ve değersel kaygılar arasında dengeyi tutturabildiği bir formülle mümkün olabilir. Öncelikle, Mısır’da Müslüman Kardeşler’in terörize edilmesine dayalı siyasi iklimin terk edilmesi, normalleşmenin önemli koşulları arasında. Dolayısıyla Mısır’da 2015’te yapılması planlanan parlamento seçimlerine kadar demokratik altyapının yeniden tesisi ve farklı görüşlerin temsiline imkan tanıyan bir siyasi ortamın oluşması, Türkiye’nin politika değişikliğini kolaylaştırabilir. Bütün bunları yanı sıra, Körfez’in Ortadoğu ve Mısır üzerindeki artan etkinliği ve Türkiye-Mısır ilişkilerindeki gerginliğin Türk-Körfez ilişkileriyle iç içe geçtiği hatırlandığında, Ankara- Kahire normalleşmesinin, Mısır-Türkiye-Körfez üçgenindeki diğer gelişme ve dengelerle birlikte gerçekleşeceği söylenebilir.

Bu yazı 25 Aralık 2014 tarihinde Al-Jazeera Turk'de yayınlanmıştır.